Sabahattin Ali’nin kaybolan başı: Türkiye’de anti-entelektüalizmin kökenleri

"Tam entelektüel otonomi ve bunun sonucu olarak gerçeğin devletten farklı kurgulanması Ali’nin devlet düşmanı haline gelmesini sağlayan temel dinamiktir. Çünkü tarihsel Türk devlet geleneği, sınırlı bir otonomi içinde, düşünürlerin ideolojik bir aparat olarak devletin istediği ölçüde bir “gerçek” resmedilmesini istemekteydi. Tam bir otonomi talep etmek kişinin ideolojik tercihlerinden ayrı olarak devlet katında bir sorundu."

23 Eylül 2021 13:16

Cumhuriyet gazetesinin 29 Ekim 1933 tarihli özel sayısı 64 sayfa olarak çıkmıştır. Bu sayıdaki makalesinde Cemal Ziya, Türklerin başarılarına atıfta bulunarak onları tarihin mucizesi olarak tanımlar.[1]Gazetenin bir sayfasına düşülen editoryal not ise 64 sayfalık özel sayının memleketteki başarıları anlatmaya yetmediğinden şikâyet etmektedir.[2] Milliyet gazetesinin onuncu yıl özel sayısında ise Etem İzzet, Türkleri yaradılışın en üst mertebesi olarak tanımlar. İzzet’e göre Türklerin başarılarını başka milletlerin taklit etmesine bile imkân yoktur.[3] Cumhuriyet’in onuncu yılının en önemli konuşması ise şüphesiz Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e aittir. Atatürk bu konuşmasında “az zamanda çok işler” yapıldığını ilan etmektedir. Atatürk’e göre bunun arkasındaki güç ise “tarihî bir vasfı da güzel sanatları sevmek” olan “yüksek bir insan cemiyeti”, Türk milletidir.

Resmî söylemin ülkedeki başarıları sıralamak için yarıştığı yılda, Sabahattin Ali, Bir Firar’da (1933) Anadolu’yu bir insanın yaşamak istemeyeceği bir yer olarak tasvir eder. Memleket fakirdir. İnsanlar düzenli olarak jandarma tarafından dövülmektedir. Üstelik siyasal düzen zenginleri ve güçlüleri korumaktadır.[4] Ali’nin anlattığı memlekette ahali çok yönlü bir krizin içindedir.[5] İnsanlar otoriter bir rejimin altında, ümitlerini kaybetmiş biçimde yaşamaktadır.[6] Kadınların durumu daha vahimdir. Hanende Melek (1937), Anadolu’daki ahlaki krizi kadın üzerinden anlatır. İlkel şartlarda yaşayan kadınlar zihni melekelerini bile kullanamamaktadır. Vatan, millet gibi modern kavramlardan dahi habersizdirler.[7] Bir Siyah Fanila’yı (1937) okurken Anadolu ahalisinin basit ve geri kalmış vaziyette olduğunu anlarız.[8] Dahası, memleketi bir ahlaki kriz sarmış vaziyettedir.[9] Ve bu krizin baş müsebbibi doğru dürüst çalışan bir devletin olmamasıdır. Ali’ye göre Anadolu’da suç, devletin etkin çalışmamasından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle suçun memleketteki kaynağı insan doğasındaki bozulma değil, devletin ve siyasal sistemin çürümüşlüğüdür.[10] Ortada işe yarayan bir devlet olmadığı için, insanlar kaçınılmaz olarak geleneksel yöntemlerine göre adaletin peşine düşmektedir.[11] Bunu Çakıcı’nın İlk Kurşunu’nda (1946) görürüz: Babası öldürülen Mehmet başka bir çare olmadığı için adaleti kendisi intikam alarak arar.[12] Nitekim Sabahattin Ali’nin pek çok diğer eserinde o yüzden çeşitli suçlara karışmış olanlar aynı zamanda bir tür noble savage –“vahşi soylu”– olarak resmedilir.[13] Kısacası, rejimin ve rejime paralel yazanların memlekette birbiri ardına muazzam işlerin yapıldığını destansı bir dille anlattığı zaman diliminde Ali, Kemalizm’in boş bir retorik olduğunu yazmaktadır. Ve bu retorik memleketin ekonomik ve sosyal sorunlarını gerçek biçimde yansıtmamaktadır.[14]

Sabahattin Ali 1948 yılında Bulgaristan sınırında öldürülmüştür. Adli tıp gerekçesiyle bir hastaneye götürülen başı daha sonra bulunamamıştır.[15] Ancak Ali’nin dışlanması ölümüyle sona ermiş değildir. Pek çok eseri yıllar sonra basılabilmiştir. Örneğin 1947 yılında basılan Sırça Köşk’ün yeni baskısı ancak 1987 yılında gerçekleşmiştir.[16] Uzun bir süre Ali hakkında tarihçiler ve edebiyat eleştirmenleri bile sessiz kalmıştır.[17]Halbuki Ali, Cumhuriyet’in ilk entelektüel kuşağının parlak bir ismiydi.[18] Üstelik son derece Batı yanlısı, seküler ve hatta dönemin ruhuna uygun biçimde İslamcı siyaseti eleştiren biriydi.[19] Kuyucaklı Yusuf’ta (1937), kahramanın Tanrı’nın kötü bir şey olduğunu hayal ettiğini okuruz.[20] Pek çok hikâyesinde din (yahut imam) Anadolu’yu mahvetmiş olan kaderciliğin, güçlülerin sömürüsünün devamını sağlayan, bunu bir yazgı olarak izah eden, karanlık bir karakter olarak karşımıza çıkar. Aynı biçimde ülkenin batısında yaşamış ve batısının sorunlarını ele alan Ali, Kürt sorunu gibi erken Cumhuriyet’in hassas olduğu bir konuyla neredeyse hiç ilgilenmemiştir. Peki, devlet neden Ali’yi bir düşman olarak görmüştür?

Ali’nin devlet tarafından hedef olarak görülmesinde evvela sosyalist kimliği akla gelir. Şüphesiz bu önemli de bir noktadır. Ancak Sabahattin Ali’nin devlet ve siyasal düzen için bir tehdit olarak görülmesinin temel kaynağı, entelektüel bir otonomi talep etmesi ve böylece devletin çizdiği sınırları zorlamasıdır. Entelektüelleri doğal olarak devletin ortağı yahut rejimin fraksiyonu olarak gören bir yaklaşıma sahip Kemalizm’in beklentisi Sabahattin Ali gibilerin bir tür ideolojik aparat olmalarıydı. Bir bakıma polis ve jandarma devletin nasıl baskı aparatı ise, entelektüellerin de ideolojik aparat olarak rol oynaması istenmekteydi.[21] Bu yaklaşım doğal olarak tam bir entelektüel otonomiyi kabul etmemekteydi. Örneğin buna göre yazarların Anadolu’yu apolitik olarak, kültürel ve geleneksel motiflerle el almaları ve siyasal sorunları rejimi rahatsız edecek biçimde ifade etmemeleri beklenmekteydi.[22] Bir bakıma dönemin Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yazanların yaptığı gibi, memleketin Atatürk liderliğinde nasıl başarılarla medeniyet yolunda seyahat ettiği işlenmeliydi.

Halbuki Ali’nin çizdiği Anadolu resmi içinde kokuşmuş kaymakamlar, halka tecavüz eden jandarmalar, suçlu olduğunu bildiği halde ağanın oğlunu serbest bırakan hâkimler vardı. Bu açıdan bakınca önemli bir noktanın farkına varıyoruz: Sabahattin Ali’nin bir devlet düşmanına dönüşmesi sosyalizmle ilişkisinden ziyade tam bir entelektüel olması, yani meslekî otonomi talep etmesidir. Halbuki Türk devlet geleneğine göre tam bir meslekî otonomi talep etmek bir tür güvenlik sorunudur. Çünkü tam bir otonomi talep eden kişiler –bu bir yazar yahut işadamı olabilir– devletin kontrol edemeyeceği sosyal dinamiklerin aktörü haline gelebilirler. Burada geniş anlamda Türk devlet geleneğinin otonom aktör ve alan kabul etmemesinden bahsediyoruz.[23] Bu açıdan bakınca Türk devlet geleneğinde “güçlü devlet, zayıf sivil toplum” ilkesi devlet ve toplum arasındaki ilişkileri yönetir.[24] Bunun en tipik sonucu devletin, devlet dışı aktörlere zayıf bir otonomiyi layık görmesidir. Bunun tarihsel kök nedeniyse Batı’da olan tecrübeden farklı olarak, Türk devlet geleneğinin tarihsel evriminde devlet dışı aktörlerin (sivil toplum, sendika, parti, burjuvazi, işçi sınıfı, üniversite, yerel yönetim…) devleti bir sözleşmeye zorlayacak gücü hiçbir zaman elde edememiş olmasıdır.[25] Daha kötüsü, bu devlet geleneği içinde sosyalleşen siyasetçiler de bu kafa yapısının etkisi içinde kalarak otonomi, özerklik, yerinden yönetim, entelektüel bağımsızlık, üniversite özerkliği gibi kavramlara karşı şüpheyle bakarlar.[26]

Olaya bu tarihsel ve teorik açıdan bakarsak, Ali’nin devlet düşmanı haline gelmesinin temel sebebinin sosyalist kimliği değil, tam bir entelektüel otonomi talep etmesi olduğunu düşünmek yerindedir. Çünkü talep ettiği bu tam entelektüel otonomi Ali’nin hikâye ve romanlarını sosyal bir gerçekçilikle kaleme almasını sağlamıştır. Ne var ki, bu gerçekçiliğin ürettiği resim ise devletin anlattığı hikâyeden son derece farklıydı. Başka bir ifadeyle, tam entelektüel otonomi ve bunun sonucu olarak gerçeğin devletten farklı kurgulanması Ali’nin devlet düşmanı haline gelmesini sağlayan temel dinamiktir. Çünkü tarihsel Türk devlet geleneği, sınırlı bir otonomi içinde, düşünürlerin ideolojik bir aparat olarak devletin istediği ölçüde bir “gerçek” resmedilmesini istemekteydi. Tam bir otonomi talep etmek kişinin ideolojik tercihlerinden ayrı olarak devlet tarafından sorun olarak görülmekteydi. Çünkü tam bir meslekî otonomi kaçınılmaz olarak gerçekçiliğe yol açmaktaydı ve devletin esas rahatsız olduğu ise buydu.

Tam entelektüel otonomi talebi olarak Sabahattin Ali’de sosyal gerçekçilik

Jacques Rancière’e göre bir edebi/sanatsal eserin yazarının/yaratıcısının politik kavgalarından ayrı bir siyasal kimliği vardır. Bunun kök nedeni ise yazarın eserde mesajlarını her zaman açık ideolojik bir formatta vermemesi, aksine bazen eserlerini kurgulama biçimiyle bu mesajı vermesidir. Böylece yazar kurgusuyla eserini günlük hayatın her önemsiz parçasından bir mesaj veren güçlü bir makineye çevirebilir.[27] Böylece eserin kurgulanma biçimi, ideolojik içeriği kadar önemli bir hale gelir.[28] Bunu özetleyecek biçimde Peter U. Hohendahl da edebi bir eserin politik içeriğinin yazarın ideolojisinden önce metodolojisiyle ilgili olduğunu ifade etmiştir.[29]

Burada özetlenen teorik tartışmanın devlet ve entelektüel arasındaki ilişkilere yönelik önemli bir sonucu bulunuyor: Buna göre devlet ve entelektüel arasında ilişkileri sadece ideolojik uyum veya uyumsuzluk belirlemez. En az bunun kadar önemli olan entelektüelin konusunu nasıl kurguladığıdır. Nitekim Ali’nin seküler, Batıcı özelliklerine rağmen Kemalist devlet tarafından tehdit olarak tanımlanması esasen eserlerini kurgulama biçimindedir. Bu kurgu, ideolojik mesajların dışında Kemalizm açısından kabul edilmez bir gerçeklik sunmaktaydı.

Sabahattin Ali’nin eserlerinde ortaya koyduğu gerçekliğin devleti nasıl rahatsız ettiğini bazı başlıklar altında ele alalım: Bir kere eserlerindeki kurgu ile Anadolu’ya baktığımızda ilk gördüğümüz şeylerden biri kokuşmuş devlettir. Hikâyelerinde memurlar güçlerini kişisel çıkarları için suiistimal eden üstün bir sınıf olarak görülüyor. Örneğin Komik-i Şehir (1928), Çakıcı’nın İlk Kurşunu gibi çalışmalarda kaymakamın ve jandarmanın kadınları ekonomik ve resmî güçlerini kullanarak suiistimal ettiklerini görürüz.[30] Çaydanlık’ta (1938) jandarma uyuşturucu satmaktadır örneğin.[31] Çakıcı’nın İlk Kurşunu’nda suçluları kovalarken jandarmanın aynı zamanda köylü kızlara asıldığını, köylünün hazır yemekleriyle meşgul olduğunu okuyoruz.[32] Öte yandan memurlar türlü konularda yerel eşrafla suç işlemekten çekinmez.[33] Kuyucaklı Yusuf’ta şu soru bize eşraf ve memurlar arasındaki kokuşmanın özünü sunar: Kim paraya karşı gelebilir?[34] Memurlar arasında yolsuzluk o kadar yaygındır ki, vatandaşlara eşit muamele asla söz konusu değildir.[35] Çakıcı’nın İlk Kurşunu’nda memurların resmî görevlerini kişisel bir ticaret gibi gördüğünü okuyoruz.[36] Kokuşma doktorlar ve öğretmenler gibileri de kapsamaktadır. Bu insanlar yeteneklerini halkın hizmetine sunan kişiler olarak değil de, halkı sömüren ve zenginlere hizmet edenler olarak tasvir edilir.[37] Hatta menfaatlerinin tehlikeye girmemesi için halkın aydınlanmasını istememektedirler. O yüzden içlerindeki idealistleri sevmezler. Asfalt Yol’da (1936) halka yasal haklarını anlatıp aydınlatmaya çalışan öğretmen diğer memurlar tarafından uyarılır.[38]

Ali’nin eserlerinde gözümüze çarpan kurgusal diğer bir eleştiri de devletin otoriter doğasıdır. Politik veya ideolojik jargon kullanmadan, sadece hikâyelerini kurgulama biçimiyle Ali kusursuz bir politik eleştiri örneği ortaya koyar: Vatandaşlar düzenli olarak jandarma dayağı yemektedirler. Ali’nin eserlerinde bu açıdan jandarma devletin otoriter doğasının sembolüdür.[39] Kamyon’da (1935) jandarma korkusunun otuzların Anadolu’sunda günlük hayatı yönettiğini görüyoruz.[40] Bir Orman Hikayesi’nde (1930) ormanlarını korumak için mücadele eden köylüleri jandarma iple bağlayarak döver.[41] Dayak o kadar yaygındır ki, dayak korkusu yüzünden insanlar işlemediği suçları üstlenirler.[42] Ali bazı hikâyelerinde kurgusu üzerinden politik eleştiriyi radikal noktalara taşır. Sıcak Su’da (1937) jandarmalar bir kaçağı takip ederken gittikleri evde kadına tecavüz eder.[43]

Bir davanın gösterdiği

Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan’ı (1940) yazdıktan sonra milliyetçilerin saldırılarına uğrar.[44] Bu saldırıların ön cephesinde ırkçı ve Nazi yanlısı Nihal Atsız bulunmaktadır.[45] 1 Mart 1944’te, Orhun’da yazdığı açık mektupta Atsız, Sabahattin Ali gibi komünistlerin devlette özellikle Eğitim Bakanlığı’nda yuvalandıklarını şikâyet eder. Ali gelişmelere bir dava açarak cevap verir.

Atsız’ın avukatları bu davayı anti-komünizm bağlamında kurgulamışlardır. Milliyetçi öğrenciler bu kurguya uygun olarak davalardan önce Ali’nin kitaplarını sloganlar eşliğinde yakmıştır.[46] Ne var ki, beklenilenin aksine hükümet Atsız’ın eğitim lisansını iptal etmiş, daha sonra da Orhun’u kapatmıştır. Esasen bu davada hükümetin tavrı, bu yazıda altını çizdiğimiz teorik yaklaşımı destekleyen başka bir faktördür: Devlet ve entelektüeller arasında ideolojik benzerlik veya farklılıklar ikincildir. Hükümetin bir zamanlar sosyalizm gerekçesiyle tutuklanmış Ali’yi değil de, milliyetçi Atsız’ı hedef almasının nedeni ideoloji değil, devletin siyasetindeki değişimdir. 1941 Martında Türkiye sınırına ulaşan Alman Nazi ordusuna karşı bir tür yumuşama siyaseti benimseyen Ankara içeride bunun yansıması olarak ırkçıları tolere etmişti. Ancak 1943’te Naziler Stalingrad’da yenilince buna hemen son verilmiş ve Turancı gruplara karşı bir siyaset belirlenmiştir.[47] Bu değişimi ilan etmek için Ali ve Atsız arasındaki dava hükümet için de bir fırsat sunuyordu. Nitekim, davanın görüldüğü günlere denk gelen bir konuşmasında Cumhurbaşkanı İnönü, Turancıları zararlı bir ideolojiye sahip olmakla suçladı. İnönü ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetler’in Türkiye’nin biricik dostu olduğunu da hatırlatmıştı.[48] Davanın seyrindeki değişim devletin hangi aydını dost, hangi aydını düşman göreceğini belirleyen faktörün birincil olarak ideolojik tercih olmadığının ispatıydı.[49] Artık dava siyasi bir hüviyet kazanmıştı.[50] Hamit Şevket İnce, Atsız’ın avukatı, birden müvekkilinin gerçek bir milliyetçi olmadığını keşfettiğini ilan ederek davadan çekildi.[51] Mahkeme 9 Mayıs 1944 tarihinde Atsız’ı suçlu buldu.[52]

Sonuç

Ali’yi Edward Said’in tanımladığı şekliyle bir entelektüel olarak görmek mümkün. Buna göre entelektüel hazır, basit, dahası yerleşik düzenin ve alışkanlıkların onayladığı izahlarla tatmin olmaz. Çünkü entelektüel için önemli olan salt siyasal eleştiri değil, sürekli bir gerçekçilik talebi içinde bulunmaktır.[53] Benzer biçimde Ali de entelektüelin ekonomik ihtiyaçların ötesinde düşünebilen olduğunu ifade etmiştir.[54] Bu açıdan Ali’nin erken Cumhuriyet düzenine temel eleştirisi ideolojik değildi. Ali’nin talebi gerçeği tam bir entelektüel otonominin gereği olarak ortaya koymak istiyordu. Bunu 1945 yılında Eğitim Bakanlığı’na yazdığı bir mektuba eklediği nottan da görüyoruz: “Dixi et salvavi animam meam.”[55] (Konuştum ve ruhumu kurtardım.) Ne var ki, Ali’nin talep ettiği entelektüel otonomi, Türk devletinin kabul edebileceği sınırların çok ötesindeydi.

Öte yandan Ali’yi Cumhuriyet’in erken dönemindeki entelektüel tasfiye bağlamında düşünmek gerekiyor. Nitekim Ali’nin öldürülmesinden sonraki dönemde Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif gibi kişiler de ülkeden ayrılmıştır. Aslında ironik olarak bu kişilerin hepsi bir biçimde Türk modernleşmesinin ürettiği entelektüellerdi. Dahası, bu kişiler Batılı sosyal bilimlere büyük katkıda bulunacaktı. Ancak temel sloganı Batılılaşmak olan bir ülkeden bu entelektüellerin ayrılmak zorunda kalması tuhaf bir durumdu. Daha garip olan, bu entelektüelleri sosyalist olduğu için baskı altında tutan rejimin partisi CHP’nin 1965’te solu resmî ideoloji olarak benimseyeceği ve 1976’ta Sosyalist Enternasyonal’e üye olacağıydı. Bütün bunlar bize devlet ve aydın arasındaki ilişkinin temel belirleyeninin ideoloji olmadığını gösteriyor. Nitekim Türkiye’de iktidar Kemalistlerden sağcılara ve nihayet İslamcılara geçip değiştiği halde devletin entelektüellere otoriter bakışı değişmemiştir. Entelektüel alanda yaşanan sorunların birincil kaynağı ideolojik farklılık sorunu değil, Türk devlet geleneğinin otonomi kavramını bilmemesidir çünkü.

 

 

NOTLAR:


[1] Cemal Ziya, “Gazi Mustafa Kemal”, Cumhuriyet, 29 Ekim 1933, 2.

[2] “10 Yılın Bilançosu”, Cumhuriyet, 29 Ekim 1933, 2.

[3] Etem İzzet, “Dağınık Fikirler”, Milliyet, 29 Ekim 1933, 16.

[4] Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri I, 119.

[5] Güzine Dino, “The Turkish Peasant or the Anatolian Theme”, s. 268.

[6] Ali Baykan, “Sabahattin Ali”, s. 48.

[7] Sabahattin Ali, Çakıcı’nın İlk Kurşunu, s. 104.

[8] Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri I, s. 153.

[9] Bedri Aydoğan, “Sabahattin Ali’nin Yaşamı ve Yapıtlarına Genel Bir Bakış”, s. 77. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları, s. 28.

[10] Simel Parlak, “Sabahattin Ali’nin Eserlerinde İnsan”, s. 70.

[11] Sabahattin Ali, Çakıcı’nın İlk Kurşunu, s. 107-108.

[12] Ibid., s. 35.

[13] Muhammed Hüküm, “Sabahattin Ali Öykülerinin Sosyolojik Kaynakları”, s. 293.

[14] Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları, s. 113.

[15] Sarıbaş, Sabahattin Ali, s. 136.

[16] Atilla Birkiye, Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü, Siyah Kitap, 2017, s. 34.

[17] Svat Soucek, “Sabahattin Ali”, s. 16.

[18] Çataloluk, “On the Borders”, s. 42.

[19] Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları, s. 38, 115.

[20] Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, s. 33.

[21] Şakir Dinçşahin, State and Intellectuals in Turkey: The Life and Times of Niyazi Berkes, 1908-1988, London: Lexington/Rowman, 2015, s. 31-33.

[22] Güzine Dino, “The Turkish Peasant Novel or the Anatolian Theme”, s. 269.

[23] Şerif Mardin, “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”, 258. Şerif Mardin, “Opposition and Control in Turkey”, s. 385.

[24] Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, 2018, 26. Metin Heper, “The Strong State as a Problem”, s. 169-194.

[25] Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, 2018, s. 26. Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları,İletişim Yayınları, s. 82. Batı’daki model için bkz. Chirot and Hall, “World-System Theory”, s. 84.

[26] Şerif Mardin, “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”, s. 280.

[27] Jacques Rancière, “The Politics of Literature”, s. 10-13, 19-23.

[28] Zagzebski, “Intellectual Autonomy”, s. 245.

[29] Hohendahl, “The Specter of Power”, s. 617, 623.

[30] Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri I, s. 160. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, s. 214.

[31] Sabahattin Ali, Yeni Dünya, s. 22.

[32] Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf ,s.  143.

[33] Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, s. 39, 63.

[34] Ibid., s. 177.

[35] Alâattin Karaca, “Sabahattin Ali’nin Öykülerinde Toplumsal Konular”, s. 229.

[36] Sabahattin Ali, Çakıcı’nın İlk Kurşunu, s. 32.

[37] Ibid., 224. Baykan, “Sabahattin Ali”, s. 37-46.

[38] Sabahattin Ali, Yeni Dünya, s. 7.

[39] Selim Temo Ergül, Mehmet Dinç, “Sabahattin Ali ve ve Nûredîn Zaza’nın Öykülerinde Otorite ve İsyan”, s. 44.

[40] Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri I, s. 192.

[41] Ibid., s. 108.

[42] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları, s. 27.

[43] Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri I, s. 355.

[44] Nationalist names such as Necip Fazıl Kısakürek are metaphorically criticized for moral corruption in this novel. Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, s. 44, 186-187.

[45] Sevengül Sönmez, A’dan Z’ye Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, 2017, s. 67.

[46] Öztekin, “1944 Irkçılık”, s. 216-218.

[47] Baskın Oran, “İç ve Dış Politika”, s. 253.

[48] “Milli Şefin Tarihi Nutku,” Cumhuriyet, 20 Mayıs 1944, 2.

[49] Şakir Dinçşahin, State and Intellectuals in Turkey, s. 70.

[50] Çolak, The Trial, 94. Öztekin, “1944 Irkçılık”, s. 230.

[51] Öztekin, “1944 Irkçılık”, s. 219.

[52] Çolak, The Trial, s. 82-83.

[53] Edward Said, Representations, s. 23.

[54] Sabahattin Ali, Mahkemelerde, s. 3.

[55] Çataloluk, “On the Borders”, s. 41. Sabahattin Ali, Mahkemelerde, s. 39.

 

 

KAYNAKLAR:

  •    Ali, Sabahattin. 1998. Markopaşa Yazıları ve Ötekiler. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 1999. Kuyucaklı Yusuf. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 2000. Bütün Öyküleri I: Değirmen, Kağnı, Ses. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 2003. İçimizdeki Şeytan. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 2003. Yeni Dünya. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 2004. Mahkemelerde. İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Ali, Sabahattin. 2012. Çakıcının İlk Kurşunu (Tereke). İstanbul: Yapı Kredi.
  •    Aydoğan, Bedri. 2014. “Sabahattin Ali’nin Yaşamı ve Yapıtlarına Genel Bir Bakış.” In Nurettin Demir and Faruk Yıldırım (eds.), Prof. Mehmet Özmen Armağanı Adana: Çukurova Üniversitesi: 61-94.
  •    Baykan, Ali. 2006. “Sabahattin Ali ve Gerhart Hauptmann’ın Eserlerinde Sosyo-Kültürel Olgu ve İletişim Çatışması.” Edebiyat Dergisi 15: 31-50.
  • Buğra, Ayşe. 1994. Devlet ve İşadamları. İstanbul: İletişim.
  • Çataloluk, Gökçe. 2015. “On the Borders, In Trial: Sabahattin Ali and His Documents.” Proceedings of the Special Workshop on ‘Law and Literature’ held at 27th IVR World Conference, Washington, D.C. 27 July–1 August 2015: 41-52.
  •    Chirot, Daniel and Thomas D. Hall. 1982. “World-System Theory.” Annual Review of Sociology 8: 81-106.
  • Çolak, Hasan. 2012. The Trial of Sabahattin Ali-Nihal Atsız: An Examination of the Effects of the Turkish Foreign Policy on Domestic Policy During the Second World War. MA Thesis. İstanbul Bilgi University.
  • Dinçşahin, Şakir. 2015. State and Intellectuals in Turkey: The Life and Times of Niyazi Berkes. London: Lexington.
  •    Dino, Guzine. 1986. “The Turkish Peasant Novel, or the Anatolian Theme.” World Literature Today 60(2): 166-275.
  • Ergül, Selim Temo and Mehmet Dinç. 2014. “Sabahattin Ali ve Nureddin Zaza’nın Öykülerinde Otorite ve İsyan.” Mukaddime 5(2): 39-52.
  • Heper, Metin, 1992. “The Strong State as a Problem for the Consolidation of Democracy: Turkey and Germany Compared.” Comparative Political Studies 25(2): 169-194.
  • Heper, Metin. 2018. Türkiye’de Devlet Geleneği. Ankara: DoğuBatı.
  • Hohendahl, Peter Uwe. 2014. “The Spectre of Power: Literature and the Political Revisited.” New Literary History 45(4): 615-639.
  • Hüküm, Muhammat. 2018. “Sabahattin Ali Öykülerinin Sosyolojik Kaynakları.” Hece 22(253): 287-295.
  • Karaca, Alaattin. 1993. “Sabahattin Ali’nin Öykülerinde Toplumsal Konular.” Türkoloji 11(1): 221-231.
  • Mardin, Şerif. 1966. “Opposition and Control in Turkey.” Government and Opposition 1(3): 375-387.
  • Mardin, Şerif. 1969. “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire.” Comparative Studies in Society and History 11: 258-281.
  • Moran, Berna. 2001. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a. İstanbul: İletişim.
  • Oran, Baskın. 1969. “İç ve Dış Politika Açısından İkinci Dünya Savaşında Türkiye’de Siyasal Hayat ve Sağ-Sol Akımlar.” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 24(3): 227-275.
  • Öztekin, Hülya. 2018. “1944 Irkçılık-Turancılık Davası ve Basındaki Tartışmalar.” Selçuk İletişim 11(1): 212-236.
  • Parlak, Sibel. 2021. “Sabahattin Ali’nin Eserlerinde İnsan.” Mevzu 5: 67-87.
  • Rancière, Jacques. 2004. “The Politics of Literature.” SubStance 33(1): 10-24.
  • Said, Edward. 1996. Representations of the Intellectual: The 1993 Reith Lectures. New York: Vintage.
  • Sönmez, Sevengül. 2021. A’dan Z’ye Sabahattin Ali. İstanbul: YKY.
  • Zagzebsky, Linda. 1023. “Intellectual Autonomy.” Philosophical Issues 23: 244-261.