“Niçin kültür alanında iktidar olamıyoruz” sorusunu, Tanpınar’dan ilhamla, şu şekilde değiştirmeyi öneriyorum: Kültür alanında muktedir olsaydık bunu fark edebilir miydik?
02 Mayıs 2019 10:00
I Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında bir bölüm var: “Bedii Usta’nın Evlâtları”; Bedii Usta, Kuledibi’ndeki atölyesinde bize, yani Türklere benzeyen mankenler yapan, Türkler artık başkasına benzemek istediklerinden yaptıklarını satamayan, ama yine de kendini yeraltındaki atölyesine kapatıp manken yapmakta ısrar eden tutkulu kurgu-adamdır.[1]
II Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu’nda Aydın var: Aydın, günümüz Türkiye'sinde kültürel iktidarı temsil eden ya da ettiği düşünülen sathi ve farkındalıksız kurgu-adamdır.
III Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı’nda Sinan var: Sinan, hikâyesini taşradan merkeze taşımak isteyen hem sempatik hem sinir bozan kurgu-ergendir.
IV Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi adlı romanında şu iki cümle var: “On dokuzuncu yüzyılın gerçekçilikten nefreti, yüzünü aynada gören Caliban’ın öfkesidir. On dokuzuncu yüzyılın romantizmden nefreti, yüzünü aynada görmeyen Caliban’ın öfkesidir.”[2]
V Görebildiğim, bilebildiğim kadarıyla, elimizde bir de şunlar var: kültür alanında bir iktidar; bu iktidarı -her zaman haksız olduğunu söyleyemeyeceğim gerekçelerle- eleştirenler, ondan pay talep edenler ya da -tıpkı altyapının üstyapıyı belirlediği savında olduğu gibi- siyasî muktedirin ve onu destekleyenlerin kültürünün de doğal olarak hegemonik kültür olması gerektiği varsayımıyla hareket edip bir yandan bunun olmamasına hayıflanırken, bir yandan da buna talip olanlar. Talep edenler, talip olanlar; yani eskinin kültürel iktidarının diliyle söylersek, tâlibân.
0 Talep edilen, talip olunan ve amaçlanan tam olarak nedir?
0.1 Kavramlarla konuşursak, şunlar görünüyor: medya tekelini kırmak, kurumsal oligarşileri yıkmak, devlet himayesindeki sanatı sorgulamak, kültür alanındaki mevcut görünürlük ve temsil rejimlerini ifşa etmek.
0.2 Kavramsız konuşursak, acaba şunlar mı: Ben de Boğaziçi’nde ders verebileyim, kitabım Metis Yayınları’ndan çıksın, söylediklerim/yazdıklarım Kapıkule’den ötede yankı bulsun, hem yumuşak hem güçlü olayım, tıpkı ötekilerinki gibi benim de inanç simgelerim filmlerde ve romanlarda aşağılanmadan temsil edilsin ama inancım da hiç sarsılmasın ve/ya soruya maruz kalmasın, benim paramla bana küfür edilmesin.
1 Matlûba nasıl varılacaktır?
1.1 Tasfiye. Bu yöntem başarılı olabilseydi, 1933 yılında Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesi’ne geçilirken mevzuyu kapatmış, bugün bunları konuşmuyor olurduk. Üstelik bu kez tasfiyeden doğan boşluğu dolduracak Alman Yahudileri de yok.
1.2 Teşvik. Ethem İzzet Benice’nin 10 Yılın Romanı’nı (1933) hatırlayan parmak kaldırsın.
1.3 Alternatif. Örneğin, Misvak. Muhalif olduğu iddia edilen mizah dergilerine muhalif/ alternatif. Karikatürleri, ilginç bir biçimde, Tanzimat basınındaki karikatürleri andırıyor. Üstelik bu, yüzeysel bir benzerlik değil. Yazının, yazılı kültürün terbiyesinden henüz geçmemiş ya da yeni yeni geçmeye başlamış; içerisiyle dışarısı, benle öteki arasındaki etkileşimi, bunların iç içeliğini kavrayamadığı için kaba çizgilere ve renklere mahkûm ilkel bir mizah. İçe de bakmayı düstur edinmiş, şeyleri dışsallaştırmadan da eleştirebilen bir bakış değil; öz eleştiriyi bile özünden sıyırarak dile getiren, mağdur-dilli ve savunmacı-saldırgan bir bakış.İlkel demem, o nedenle. Üstelik, Tanzimat basınındaki arayış ya da yeni teknolojilerle tanışmanın verdiği doğal acemilik gibi hafifletici sebepleri de yok.
1.3.1 Cins. Herhalde 1.1– 1.4 arasındaki yegâne makul yol budur. Putları yıkmak istediğini iddia ediyor, Cins. Bir zamanlar Nâzım Hikmet’in yapmak istediği gibi. Öte yandan, muhtemeldir ki Nâzım’ın daha sonra o yıkmak istediği putla, Abdülhak Hâmid’le, tanıştığını, onun elini öptüğünü ve onu ancak anlamaya başladığını belirttiğini bilmiyor/ unutmuş/ hatırlamak istemiyor olsun.[3] Bununla birlikte, “putları yıkmak”tan kastının “putları yenileriyle değiştirmek” olduğunun farkında olmadığını hiç sanmıyorum; tıpkı “birilerinin Türkiye’de özenle yaratmaya çalıştığı çakma kültürel iktidar” ifadesindeki iki derin çelişkinin farkında olduğunu sanmadığım gibi. Hem derginin çıkış manifestosuna “Korkmayın. Şaka şaka. Korkun,” diye başlamak da nedir allasen? Zira, evladım, onlar senin potansiyel okurun; korkutmak istediklerin değil.[4]
1.4 Yerlileştirme/ millileştirme/ ihya. Modernleşmeci-muhafazakâr kimliğin şampiyonlarından Ahmet Mithat Efendi, Kara Kitap’tan 100 yıl önce, gayrimüslimleri de temsil ettiği için Müşahedat romanının “millî” değil “yerli” olduğuna, dolayısıyla da millî bir romanda temsili mümkün olmayan güzellikleri barındırdığına dikkat çekmişti.[5]Türkçede Shakespeare’in ilk tam çevirilerini yapan Hasan Sırrı (evet, Nahid Sırrı Örik’in babasıdır), 1884 tarihli Venedik Taciri tercümesinde (evet, metni yerlileştiriyordu), Osmanlı’nın Yahudi tebasını incitebilecek pek çok yeri sansürlemişti.[6] Şair-i A’zam Abdülhak Hâmid’e göre, Türkçe bir tiyatro oyun eğer “millî”yse; “Lazlar, Kürtler, Arnavutlar, […] yani millet-i Osmaniye efrâdından olup da âdet ve tabiatları halkımızca etrafıyla malum olmayan akvâmın tesâvir-i ahvâline [kavimlerin yaşayışlarına]dair olmalı”ydı.[7] Devrin İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın imzasıyla 11 Mayıs 1937’de imzalanan genelgede, yazarlara, Mikimavz’ın (Mickey Mouse) örnek alındığı bir modernleştirme/ yerlileştirme/ millileştirme pratiği salık veriliyordu.[8] İsmail Hakkı Baltacıoğlu, millî temaşamızı ihya etmek için Karagöz’le birlikte Şarlo, Tarzan, Greta Garbo ve Mickey Mouse’u Ankara’da bir araya getirmiş; dili yüzünden yüzyıllardır Hacivat’ın aşağıladığı Karagöz’e, gayet anlaşılır nedenlerle düzgün Türkçe konuşamayan Şarlo’yu hırpalatmıştı.[9] Baltacıoğlu’ndan on yıllar sonra, günümüzde, millî temaşamızın Yunanlar tarafından sahiplenmesine sinirlendiği belli olan bir yazarın oyununda bu kez Karagöz, tanışmak için Türkiye’ye davet ettiği Karagiozis’i sünnet ettirecekti.[10] Ve nihayet, İskender Pala, 2012 yılında kaleme aldığı “Muhafazakârın Sanat Manifestosu”nda, işin nereye varabileceğini sezmiş ve daha önce vardığını bilmiş olacak ki, manifestosunun 20 maddesinden birini sivilliğe ayırarak devletin sanatın patronu değil, sponsoru olması gerektiğini belirtti.[11]
1.4.1 Bugünün yerli ve millî sanatı bunlardan hangisidir, nedir, nerededir; bilen var mı?
2 O hâlde, kendimi ne içinde ne de dışında konumlandırabildiğim tâlibâna “Niçin kültür alanında iktidar olamıyoruz” sorusunu, Tanpınar’dan ilhamla, şu şekilde değiştirmeyi öneriyorum: Kültür alanında muktedir olsaydık bunu fark edebilir miydik?[12]
2.1 Kültür; verili, sabit, kapalı, tamamlanmış şeyler bütününe verilen ad olsaydı, onu çevreden merkeze taşıma konusunda başarıya ulaşılıp ulaşılamadığını belki kontrol edebilirdik.
2.1.1 Oysa sürekli değişerek, melezlenerek yenilenmiyor mu kültür, öyle olmamış mı hep? Bugün “geleneğimiz”, “kültürümüz” olarak adlandırdıklarımızın önemli bir bölümü, “öteki” kültürlerle temaslar sonucu oluşmuş, dönüşmüş ve muhtemeldir ki bir zamanlar birilerinin “icat”, “züppelik”, “yabancılık” ithamlarına maruz kalmış değil midir? Ancak bir gün, “şimdi oluşmakta olan”a doğru geriye bakıp ona “kültürümüz” demeyecek miyiz?
2.1.1.1 Bugün “kültürümüz” adına konuşma heveslisi olanların kahir ekseriyeti, yüzyıllardır milletçe sabah akşam çay içtiğimizi sanmıyor mu? Eğer böyleyse, buna rağmen memleketin pek çok yerinde ve günün neredeyse her saatinde çamur gibi çay içilmesini kültürel sahiplenme bağlamında nereye oturtacağız?
2.1.2 Kültür bir süreklilik ve melezlenme süreciyse, bu sürecin içerisinde teğeti nereden çizecek, grafiğin zaman eksenini hangi noktadan itibaren kendimize mal edip öncesini reddedecek, kültürel iktidarı nerede arayacağız?
2.1.2.1 İstiklal’deki bir kitabevinin yeni çıkanlar ve çok satanlar bölümünde mi (yanılmıyorsam bir medya ve iletişim profesörü bunu yapmıştı), AŞTİ’de yahut Bolu dağındaki otobüs mola yerlerinde satılan kitaplarda mı (ben şahsen bunu yapmaya bayılıyorum), dinleyeceğimiz radyoyu ararken karşılaştığımız cızırtılı istasyonlarda mı?
2.1.2.2 Dört bir yanımızı saran okulların, o okullara varmak için geçtiğimiz cadde ve sokakların isimlerine baktığımızda ya da kazara bir bölüm Çukur izlediğimizde bunu nasıl anlamalı, kültürel iktidar konusunda nasıl bir çıkarımda bulunmalıyız?
2.1.2.3 Velev ki kültür alanında da muktedir olmakla kalmayıp bunun bilincine de vardık; bir gecede dilini yitirip fakirleşen Türk halkı gibi (Allahtan, bir gecede fakirleşebiliyorsak, en azından teorik olarak, bir gecede de zenginleşebiliriz), bir gecede Deleuze’ün iktidar eleştirisini unutup Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’suyla uyanma olasılığına karşı hazırlıklı mıyız?
3 O hâlde, soruları dörde indirebiliriz.
3.1 Antropolog Mary Douglas, kurumsal yapıların doğa analojileri yoluyla meşruiyet kazanıp âdeta sorgulanamaz hâle geldiklerini öne sürüyor.[13] Kabalaştırarak bir örnek vermek gerekirse, cinsiyetler arası iş bölümüne dayanan kurumsal bir yapının (diyelim ki, aile), insanın sağ ve sol elleriyle kurduğu bir analoji üzerinden kendini meşrulaştırdığını söyleyebiliriz. Bana öyle geliyor ki, Bedii Usta’nın has evlatlarıyla (“hâs” yazınca daha bir haslaşıyorlar sanki) gayrimilli züppeler arasındaki, “kendisi olmak” ve “başkası olmaya özenmek” üzerinden kurulan ikili karşıtlık Türkiye’yi Tanzimat’tan alıp bir sınıra getirerek orada bırakmıştır. Zaten Bedii Usta bile, bir süre sonra, mankenlerini yaptığı has evlatlarında “saflığını kaybetmiş bir melezlik” gözlemleye başlayarak kendisini atölyesine ve zaten ezelden beri tanıdığını iddia ettiği bir “öz”e kapatmıştı.
3.1.1 İyi güzel de, bir toplum olarak bundan sonraki yeni analojimiz neyle ne arasında kurulacaktır; “etle tırnak” mı, mesela?
3.2 Ahlat Ağacı’nın Sinan’ı, Kış Uykusu’ndaki Aydın’ın yerini -kamuya girip İklimler’deki İsa’ya veya hür müteşebbis olarak büyük şehre göçüp Uzak’taki Muzaffer’e dönüşmeden- alabilir mi? Evetse, nasıl?
3.3 İyi kötü yürürlükte olan ortak hayatımızı, belki demokrasiye değil ama, kültürümüz sandığımız veya olmasını çok çok arzuladığımız şey(ler)e feda edelim mi etmeyelim mi?
3.4 Aynada yüzünü görmek mi tâlibânı asıl sinirlendiren, yoksa görmemek mi? Önce buna bir karar verelim hele; kültür ve sanat daha sonra.
[1]Orhan Pamuk, Kara Kitap, İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s. 62-67.
[2]Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, Ferhunde Gökyay ve Orhan Şaik Gökyay, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1968, s. 12.
[3]Nâzım Hikmet, “Öptüğüm El…” ve “83 Yaşında Delikanlı”, Yazılar 1: Sanat, Edebiyat, Kültür, Diliçinde, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 75-77. Yazıların ikisi de Orhan Selim imzasıyla, 1934 yılında, Akşam’da yayınlanmıştı. İkincisi şöyle sona eriyordu: “Hâmit’i bugün okudukça, onunla konuştukça daha çok anlıyorum ki, derelerin arasında köprüler nasıl bilgisiz kurulamazsa, yüreklerin arasında da köprü kurmak için bilgili olmak gerektir. Eğer ozanlığa özenseydim, tek söz yazmadan önce, en aşağı iki dil öğrenir, iki bin kitap okurdum.”
[4]http://www.cins.com.tr/tum-sayilarimiz/sayi-1-ekim-2015/
[5]Ahmet Mithat Efendi, Müşahedat, haz. Necat Birinci, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2000, s. 7.
[6]İnci Enginün, Türkçede Shakespeare Çevirileri ve Etkisi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2008, s. 41-53
[7]Abdülhak Hâmid Tarhan, Abdülhak Hâmid Tarhan’ınTiyatroları 3: Duhter-i Hindû / Finteniçinde, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998, s. 150.
[8]K. İrfan Karakoç, “Ulus-devletleşme Süreci ve ‘ ‘Türk’ Edebiyatı’nın İnşası (1923-1950)”, yayınlanmamış doktora tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi, 2012, s. 192-212.
[9]İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Karagöz Ankara’da (Karagöz Piyesi),İstanbul: Sebat Basımevi, 1940.
[10]Cem Arda Akdiş, “Karagöz Karaghiozis’e Karşı”,Türk Gölge Tiyatrosu Karagöz ve Yunan Gölge Tiyatrosu Karaghiozisiçinde, haz. Ünver Oral, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2018, s. 201-242.
[11]https://t24.com.tr/haber/iskender-paladan-muhafazakar-sanat-protestosu,201406
[12]Tanpınar bu soruyu, 1936 yılında Kültür Haftası’nda “Bizde Roman – II” başlığıyla yayınlanan yazısında soruyor. Sorunun aslı şudur: “Acaba hakikaten istediğimiz gibi bir romanımız olsa, bunun farkına varır mıydık?” Ahmet Hamdi Tanpınar, “Bizde Roman – II”, Edebiyat Üzerine Makaleleriçinde, haz. Zeynep Kerman, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1977, s. 49.
[13]Mary Douglas, Kurumlar Nasıl Düşünür?, çev. Merve Özcaner, İstanbul: İthaki Yayınları, 2016, s. 127-128