Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler vesilesiyle Erol Üyepazarcı ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü: Popüler romanlar yazıldıkları dönemin aynası sayılabilir mi? Neden bazı eserler yazıldıkları dönemde çok popülerken zamanla tamamen unutulur? Uyarlama ile intihal birbirinden nasıl ayrılır? Popüler bir roman eleştirel olabilir mi? Yoksa “kanon” anlayışımızda bir yanlışlık mı var? Popüler edebiyatta kadın okurların ve kadın yazarların rolü…
07 Temmuz 2020 15:58
Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler adlı iki ciltlik dev eseri dolayısıyla/üzerine Erol Üyepazarcı ile yaptığımız söyleşinin ilk kısmı geçen hafta K24’te yayınlanmıştı: “Edebiyatın proleterlerini seviyorum, asilzadegân sınıfını herkes anlatıyor.” Türkçe popüler romanın serüvenini konuşmaya, kaldığımız yerden devam ediyoruz…
M.V.: Popüler romanlar dönemlerine dair bize neler söylüyor? Popülariteyi bir tür “semptom” gibi değerlendirirsek, sizce ne gibi özellikler ortaya çıkıyor?
E.Ü.: Popüler romanın dönemsel nitelikli olması nedeniyle sevilip okundukları dönemi anlamak açısından taşıdığı önem çok büyüktür. Bu romanlar edebiyat eleştirmenleri kadar toplumbilimciler için de zengin bir malzeme kaynağı oluşturur. Bu romanları okurken dönemin değer yargılarını, maddi kültür beğenilerini, dönemin yaşamı ile ilgili pek çok bilgiyi, belki de daha önce gözden kaçmış birçok ipucu ile birlikte bulabiliriz. Erken Cumhuriyet döneminin yetkin eleştirmeni İsmail Habip Sevük’ün bu konuda Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim için yazdıkları ne kadar doğrudur:
“Hüseyin Rahmi’nin romanları ve Ahmet Rasim’in yazdıklarını bir an için ortadan kaldıralım; o iki kalemle kâğıtların satırlarına sinen eski İstanbul buhar olmuş bir su gibi kaybolacaktır.”
Gerçekten de bu iki yazarın yapıtlarında bir roman kahramanı gibi tanıttıkları İstanbul’un o döneminin niteliklerini başka yapıtlarda bu kadar canlı örnekleri ve vuruculukları ile bulamayız. Eğer bir toplumsal araştırmacı 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasındaki 50 yıllık zaman kesitindeki İstanbul’u inceleme konusu yapacaksa, onun ilk elden kaynağı bu iki ustanın yapıtları olacaktır.
Bunun gibi erken Cumhuriyet dönemindeki toplumsal gelişmeleri inceleyecek bir toplumbilimci muhakkak bu dönemde yazılmış popüler romanları okumalıdır. Çünkü bu romanlar o dönemdeki toplumsal değer yargılarını anlamak için kendisine inanılmaz ipuçları verecektir.
İsmail Habip Sevük, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar
M.V.: Milli duygular, milli değerler açısından popüler romanların bir “hassasiyet” içinde olduğu söylenebilir sanırım. Bu açıdan sizi en çok şaşırtan, en eleştirel ve ileri giden eserler/yazarlar kimler oldu?
E.Ü.: Popüler romanlar özellikle benim incelediğim dönemde ulusal konularda fanatik diyeceğim şekilde taraf tutan, milli değerleri yükselten bir tutum gösterir. Bunun ilk örneklerini 1897 Türk-Yunan Savaşı sonrası yazılan onlarca roman vermiştir. Bunlardan Abdullah Zühtü’nün Şanlı Asker romanı dönemin satış rekorunu kırarak o dönem için inanılmaz bir rakam olan 35.000 adet satmıştır.
Erken Cumhuriyet döneminde ortaya atılan “Türk Tarih Tezi”ne paralel olarak Sümerleri, Hititleri Türk yapan romanların yanında, Osmanlı’nın özellikle gerileme dönemlerini konu alan romanlarda Osmanlı’yı aşağılamak moda olmuştur, bu bir anlamda genç Cumhuriyet’i ululama amacıyla yapılıyordu. Reşat Ekrem Koçu hariç neredeyse dönemin bütün tarihî roman yazarlarının eserleri bu niteliktedir. Bu konuda en ileri giden iki yazar İskender Fahrettin Sertelli ile Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’dur. Sertelli, Sümer Kızı ve Hint Yıldızı gibi tarih tezini destekler romanlar yazmıştır. Tepedelenlioğlu ise Osmanlı’yı aşağılamakta en ileri giden yazar olmuş, Kara Davut adlı romanında Fatih Sultan Mehmet’e dayak yedirtmiş, Hürrem Sultan’ı saraydan tünel kazdırıp kaçarak birçok erkekle ilişki kuran bir fahişe gibi anlatmıştır.
M.V.: Popüler romanlar söz konusu olduğunda “uyarlama” konusu da kendiliğinden açılıveriyor. Keşke bir gün öyle bir iz sürme çalışması yapılsa... Uyarlama ile intihali birbirinden nasıl ayırabiliriz? Uyarlama eserler arasında sizin en ilginizi çekenler hangileri oldu?
E.Ü.: Uyarlama ve intihal, popüler romanlarda her zaman söz konusu olmuştur. İlk dönem romanlarında bu ihtimal epeyi yüksektir. Benim incelediğim ilk dönem yazarlarının değil ama bölüm sonunda eserlerinin adlarını ekte verdiğim yazarların büyük bölümünün böyle olması olasıdır; hatta ilk kadın romancımız Zafer Hanım’ın romanının bile böyle olması bir ihtimaldir.
Erken Cumhuriyet döneminin iki önemli ismi, Selami İzzet Sedes ve Muazzez Tahsin Berkant bu konuda ismi en çok geçen iki yazardır. Berkant uyarlama yaptığı romanlarda kendini “yazan” diye değil, “nakili” diye yazdığı için fazla eleştirilmemiş ama Sedes açıkça intihal ile hep suçlanmıştır. Ercüment Ekrem Talu’nun Meşhedi Aslan Peşinde adlı romanı da Alphonse Daudet’nin Taraskonlu Tartarin romanından intihal diye eleştirilmiştir.
Peyami Safa, Server Bedi adıyla Joseph Kessel’in Belle de Jour adlı romanını uyarlamış ama bunu kitabın iç kapağında açıklamış ve hiç eleştiri almamıştır.
Blair Cadısı Projesi, Nezihe Muhittin, Emine Semiye, Reşat Enis
M.V.: Popüler kültürün içinde mevcut sisteme eleştirel yaklaşımın “populus” tarafından da pekâlâ alındığını Blair Cadısı örneğiyle tartışıyorsunuz. Popüler romanlarımız arasında bu gibi etki gösteren(ler)i var mı?
E.Ü.: Popüler romanların “populus” tarafından pekâlâ değerlendirildiğini Blair Cadısı örneğiyle vurgulamıştım. Popüler romanlarda da toplum yararına iletilerin pekâlâ verilebileceğinin pek çok örneği vardır. Ahmet Mithat Efendi’den Hüseyin Rahmi’ye, toplumsal amaçlı iletiler ilk popüler romanlarda görülmüş ve daha sonra pek çok popüler romancı bunun örneklerini vermiştir. Özellikle 1930’lu yıllarda Reşat Enis ile başlayan, toplumsal sorunlara eğilen pek çok popüler roman vardır. Suat Derviş, Emine Semiye ve Nezihe Muhittin gibi kadın yazarların hemcinslerinin sorunlarına eğilen romanlarını da buna örnek olarak verebiliriz.
M.V.: Popüler yazarlar arasında bugüne adı ulaşmamış, ulaştırılmamış olanlar var, evet. Ama popüler olmayanlar arasında da bu mümkün elbette, ilk aklıma gelen Selim Sabit Salman ismi mesela. Bir kitabın, metnin zamana dayanabilmesi ile kendi döneminde popüler olması arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz?
E.Ü.: Dediğiniz doğru, popüler olmayan yazarlardan da ismi günümüzde unutulanlar pek çok. Selim Sabit Salman’ın kütüphanemde Karanlıklar Biterken ve Düşünceler Ötesindeki Tutku adlı iki yapıtı var.
Kanımca bir yapıt edebiyat aleminde üç şekilde tanınır: İlki, gerçekten değeri vardır, yani “kanon” tabir ettiğimiz bir yapıttır ve bunların sayıları pek azdır; ikincisi, kitabımda tanımlamaya çalıştığım şekilde büyük kitlelerin ilgisini çekecek, popüler bir niteliğe sahiptir; üçüncüsü ise dönemin yazar kliklerine girebilmeyi başarmış ve onların parlatması ve reklamıyla dar edebiyat çevresinde kazanılmış, eskilerin deyimiyle “kıymeti kendinden menkul” bir tanınmaya sahip kitaplardır. Selim Sabit Salman yanlış hatırlamıyorsam Orhan Kemal’in damadı olmasına karşın, bu üç kategoriye girmediği için unutulup gitmiştir.
Bunun daha çarpıcı örnekleri de vardır. Kanımca Türkçede yazılmış en iyi romanlardan Üç İstanbul’un yazarı Mithat Cemal Kuntay’dan ve Kıskanmak’ın yazarı Nahit Sırrı Örik’ten de liselerde okutulan edebiyat kitaplarında hiç söz edilmez.
Kanon dediğimiz eserler ile popüler eserlerin ayrımını basitçe şöyle yapabiliriz: Kitabımda da belirttiğim gibi, popüler eserler bir dönemde çok sevilen, okunan ama bu dönem geçtikten sonra unutulan yapıtlardır. Kanon eserler ise zamana dayanan ve her zaman okuyucu bulan kitaplardır. Kitabımda verdiğim örneği tekrarlayayım.
Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi adlı popüler romanı çıktığı yıllarda büyük beğeni kazanmış ve 20 milyondan fazla satmıştır ama 50 yıl sonra kimsenin ne Dan Brown’ı ne Da Vinci Şifresi’ni hatırlayacağını sanmıyorum. Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı 1860’lı yıllarda yazılmıştır ama her dilde tekrar tekrar basılmakta ve okunmaktadır. Son bir inceleme yazısında okuduğuma göre, ilk yayınlandığından bu yana bütün dünyada 20 milyon satmıştır. Da Vinci Şifresi, Tolstoy’un eserinin 160 yılda kazandığı tirajı bir iki yılda kazanmıştır ama bugün unutulmuş gitmiştir; Tolstoy’un romanıysa insan nesli dünyada var oldukça okunacaktır.
M.V.: Bilmediğimiz bir yazarın duymadığımız bir eseriyle veya tefrikasıyla karşılaştığınızda kararı nasıl verdiniz? Popüler olup olmadığını nasıl tespit ettiniz?
E.Ü.: Başta kendisi hakkında çok az bilgi sahibi olduğum bir yazarı nasıl bulduğum ve nasıl değerlendirdiğim konusuna gelince: İncelememi döneminde yayımlanan romanlar üzerinde yoğunlaştırdım, yayımlanan romanların baskı adetleri, o dönem yazarlarının bu romanların müellifleri üzerinde yazdıkları bana ışık tuttu. Gerek gördükleri okuyucu ilgisi gerek o dönemdeki etkileri bilmediğim bu yazarları incelememi gerektirdi. Romanlarını okudum ve listeme aldım. İlk dönem yazarlarından Mehmet Celal, Vecihi bu şekilde saptadığım yazarlardır.
M.V.: Yüz yıl öncesinin gazete-dergi sayfalarında kalan veya sahaflarda ancak bulunabilen birçok eserin baskı-dağıtım-satış rakamlarını bilemiyoruz. Bu anlamda “popülerlik”ten kastımız ne oluyor?
E.Ü.: Özellikle incelediğim ilk dönemlerde “popüler”lik kriterlerini nasıl saptadığımı kitabımda ayrıntılı olarak açıkladım. Osmanlı toplumunda okuryazarlık oranının erkeklerde yüzde 10 civarında olduğu, kadınlarda bu oranın yüzde 2-3’lerde kaldığı düşünülürse, romana ilgi duyacak kitlenin sayısal tahminini yapmak mümkün olabilir. O günün gazetelerinin azami satış oranlarının 10 ilâ 15.000 olduğunu çeşitli kaynaklardan saptadım.
Bu saptamalar ışığında Abdullah Zühdü’nün Şanlı Asker adlı eserinin 35.000 adet sattığını o günkü gazete haberlerinden okuyunca bunun bir rekor olduğunu anladım. Zaten o günün gazeteleri de bu 35.000’lik satış rakamını şaşılacak bir gelişme, bir rekor olarak veriyorlardı.
O dönemde tekrar baskısı yapılan kitaplar da bana ışık tuttu. Bütün bunları rahmetli Seyfi Özege’nin beş ciltlik bibliyografyasından saptadığımı da bir kadirşinaslık olarak belirtmem gerekir. Bu yapıtta her romanın kaç baskı yaptığı ayrıntılı olarak belirtilir. O dönemin çoğu Ermeni ve Acem olan yayıncıları çok hesaplı, hatta cimri kişiler olduklarından, okuyucu katında tutulmayacak kitapları yeniden basmayacakları aşikârdır ve bir roman birkaç baskı yapmışsa onun dönemin koşullarında “popüler” olduğunun kanıtıdır.
M.V.: Popüler romanların konu skalasında melodram ve polisiye daha çok öne çıkıyor. Korku ve erotik edebiyatın da özel örneklerini yine popüler romanlar içinde görüyoruz oysa. Bir nevi edebiyatın laboratuvarı görevini mi üstleniyor bu tür eserler?
E.Ü.: Popüler romanların melodram, polisiye, korku ve erotik temaları çokça işlediği yadsınamaz. Bunun nedeni bu kapsamdaki konuların geniş kitlelerin ilgisini çekmekte başat bir rol oynamasıdır. Okuyucu yukarıda değindiğim “kaçış” gereksinimini karşılamak için gündelik rutinde pek rastlanmayan, çarpıcı, korkutucu, eğlendirici, üzücü olayları okuyarak başka bir dünyada yaşamak ister.
Popüler roman ve tefrika yazarları bunu bildiklerinden bu konularda kalem oynatırlar. Bir yönüyle popüler romanlar “kanon” romanlar açısından bu konuları işleyerek kanon yazarlarına malzeme hazırlamışlar ve sizin dediğiniz gibi onlara laboratuvar görevi üstlenmişlerdir.
M.V.: Ele aldığınız yazarlar veya eserler içerisinde “popülist” ve “popüler” ayrımı yapabilir misiniz? Kendi içlerinde nasıl sınıflandırmalar yapılabilir sizce?
E.Ü.: Popüler roman yazarlarına yapılan eleştirilerin başında popülist olmaları gelir. Bunun bütün popüler roman yazarları için geçerli bir sıfat olduğuna inanmıyorum. Popüler roman yazarlarının geniş kitlelere hitap ettikleri için onların değer yargılarına ve beğenilerine dikkat ederek yazmaları onların mutlaka popülist olmalarını gerektirmez. Hele edebiyatımızda ilk dönem popüler roman yazarlarını bununla suçlamak kanımca büyük haksızlık olur.
Türk okuyucusuna yabancı bir edebi türde eser veren ve bu türü sevdirmeye çaba gösteren yazarlar pek doğal olarak okuyucusunun bildikleri niteliklerine uygun yapıtlar kaleme alacaklardır. Örneğin Ahmet Mithat Efendi’nin özellikle ilk eserlerinde bariz olan geleneksel meddah tarzı anlatımını onun popülistliğine değil, roman türüne okuyucuyu alıştırmak istemesine bağlamak daha doğrudur.
M.V.: Eserlerini incelediğiniz yazarların tüm eserleri popüler mi? Aralarında istisnalar yok mu? Nasıl?
E.Ü.: İncelediğim romancıların bazı eserlerinin popüler roman kapsamı dışında, kalıcı nitelikleri olan kanon eserler olduğu muhakkak. Örneğin Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bazı yapıtları ile Refik Halit Karay’ın bazı romanlarını Türk edebiyatı genel çerçevesi içinde pekâlâ kalıcı eserler olarak niteleyebiliriz. Bu yazarları popüler roman yazarı olarak nitelememin gerekçelerini kitabımda ayrıntılı olarak anlattım.
M.V.: Eleştirmenlerin popüler romanları büyük oranda hakir gördüğünden dem vuruyorsunuz. Popüler kültür ile eleştiri ilişkisindeki asıl sorun/lar nedir sizce?
E.Ü.: Popüler kültür ile eleştiri ilişkisi, eleştirmenin popüler kültüre nasıl yaklaştığı ile yakından irtibatlıdır. Eğer eleştirmen popüler kültüre “edebiyat tapınağının geleneksel gardiyanları”nın değer yargılarıyla yaklaşıyorsa, bu genellikle popüler kültürü ve bunun bir türevi olan popüler romanı aşağılamak şeklinde olmaktadır.
Popüler kültüre ve dolayısıyla popüler romana daha objektif yaklaşan –bugün sayısı az olsa da– eleştirmenler ise aşağılamadan popüler romanı ve roman yazarlarını değerlendirmekte ve özellikle de popüler romanın yazıldığı dönemdeki toplumsal değer yargılarıyla yakın ilişkisini vurgulayarak bu romanların edebi değerleri yanında toplumsal olayların yorumunda kaynak olarak değerlendirilmesinin önemini göstermektedirler.
M.V.: Popüler romanların özellikle ilk 50 yılında yer alan isimler arasında (Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Rasim, Şemsettin Sami gibi...) edebiyat tarihimizde saygıyla ve önemle anılan birçok isim de yer alıyor ama sizin bahsettiğiniz eserleriyle değil. Edebiyat tarihimizin fazla ütülenmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Ne dersiniz? Türkçe edebiyatın kanon tartışmaları bağlamında popüler romancıları nasıl değerlendirirsiniz? Oyuncuların hepsini değerlendirmeden bir kadro mu kuruluyor acaba?
E.Ü.: Benim söz konusu ettiğim yazarlardan bazıları edebiyat tarihimizde anlatılan ve edebiyat tapınağının gardiyanlarının elimine edemediği kişilerdir. Sizin de dediğiniz gibi, örneğin Ahmet Rasim’den söz ederler ama onun edebiyatçı yönünü ihmal edip İstanbul ile ilgili yazılarını, anılarını ön plana çıkarırlar, romanlarından hiç söz etmezler. Halbuki diğer eserleri kadar romanları da ilgiyle incelenmeye değer yapıtlardır.
Hep vurguladığım gibi, bu durum gardiyanların kafalarındaki “kanon” kavramının yanlışlığından ileri gelir. Örneğin Namık Kemal’in yazdığı iki romanın Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarından edebi değer olarak büyük üstünlüğü olmamasına karşın onları “kanon” kabul ederler. Lise ders kitaplarında bunlar anlatılır. O romanlarla eşdeğer pek çok yapıttan hiç söz edilmez. Aslında Namık Kemal’in romanlarının edebiyatımızda ilk örneklerden biri olma dışında kanon olacak bir niteliği yoktur. Bunu Tanpınar da vurgulamış ve “Halit Ziya Uşaklıgil’e kadar hiçbir romancımızın” edebi değer olarak kanon sayılacak eser yazmadığını açıkça belirtmiştir.
Namık Kemal, Halit Ziya Uşaklıgil
M.V.: Popüler romanlar bir yandan da özlemi duyulan, hayali kurulan hayatları yansıtmalarıyla önemli. Bu açıdan kültürel bir değerlendirme yapmak ister misiniz?
E.Ü.: Popüler romanların özlemi duyulan, hayali kurulan yaşamları yansıttığı, bir bölüm popüler roman için tabii ki doğrudur ve okuyucunun ilgisini bu yönüyle çektikleri de tartışılamaz.
İnsanların günlük rutinden kurtulmak gereksinimleri olduğu da bir gerçektir. “Kaçış” zevki veya ihtiyacını en iyi karşılayan yapıtların popüler romanlar olduğu da bir gerçektir. “Kaçış” gerçekten bir gereksinimdir.
Bunun tipik bir örneğini II. Abdülhamid vermiştir. İmparatorluğun binbir türlü sorunuyla uğraşan padişahın akşamları sütkardeşi ve esvabçıbaşısı İsmet Bey’e uyumadan önce polisiye roman okutmasını bu kaçış ihtiyacından başka neyle izah edebiliriz?
M.V.: Popüler romanların büyük çoğunluğu gazete-dergilerde tefrika edilen eserler. Tefrika romanların okurdaki karşılığı nedir? Gazete-dergiler kimden ve neye göre eser seçerler? Tefrikanın ne kadar süreceği nelere bağlıdır? Yazarın hayatını sürdürebilmesi için gerçek bir geçim kaynağı olarak düşünülebilir miydi tefrika roman yazarlığı?
E.Ü.: Tefrika roman ile popüler roman arasında yakın bir ilişki olduğu muhakkak. Kitabımda anlattığım gibi, çağdaş basının oluşmasında tefrika roman belirleyici bir rol oynamıştır. Abone sistemiyle ve az sayıda okura hitap eden gazete ve dergilerde tefrika roman yayımının başlaması okuyucu sayısını hızla artırmış ve reklam alınmasının başlamasıyla basın yepyeni bir hüviyet kazanmıştır.
Tefrika roman günlük, haftalık veya aylık çıkan gazete ve dergilerde bu periyoda göre her gün, her hafta veya her ay bir bölümü yayımlanan ve bu şekilde tamamlanan eserlere verilen addır. Tefrika romanın okuyucuyu sürekli müşterisi yapması için meraklı, ilgi çekici konulara değinmesi ve bunu büyük kitlelerin zevkine uygun olarak yapması gerekir. Bu popüler romanın da niteliğidir.
Bu durum bir bakıma bugünkü televizyon dizilerinin işlevine benzer. Okuyucu merakla okuyacağı bir romanın tiryakisi olma durumuna gelmişse, tefrika roman yazarı başarılı olmuş demektir. Bu bütün dünyada ve ülkemizde de uygulanan bir yöntem olmuştur.
Benim gibi yaşı sekseni geçenler gazetelerde tefrika romanın basının olmazsa olmazı olduğu günleri hatırlar. Her gazete ve dergide en az iki tefrika roman yayımlanırdı. Refik Halit, Kerime Nadir, Esat Mahmut gibi sevilen tefrika roman yazarlarını gazeteler paylaşamazdı, çünkü gazete tirajını etkileyen bir konuydu. Tanınan bir yazarın romanı bir gazetede tefrika edilmeye başlanırsa, o gazete İstanbul’un bütün duvarlarını bu haberi veren reklam afişleriyle donatırdı.
İki yıldan fazla süren tefrika romanlar olurdu. Örneğin Refik Halit’in Nilgün adlı yapıtı Hürriyet gazetesinde üç yıla yakın tefrika edilmişti. O günlerde doğan kız çocuklarına en çok verilen ismin “Nilgün” olduğu söylenirdi. Evimize sabah Hürriyet gazetesi geldiği zaman kimse elini süremez, rahmetli anacığım gazeteyi kapar, üçüncü sayfadaki Nilgün tefrikasını okur, ondan sonra gazeteyi bize devrederdi.
Çok özel bir tür olan “pehlivan tefrikaları” ise ayrıca ilgilenmeye değer bir fenomendir.
Yazdıkları popüler romanlarla yaşamını kazanan yazarların olduğu muhakkak. Ancak bunlar bir elin parmakları kadar azdır. Büyük çoğunluk tefrika roman yazarak gelirlerine katkı sağlamış ama başka işler de yapmak zorunda kalmışlardır.
M.V.: Eserlerin “neredeyse” hepsini okumuşsunuz. Nasıl bir okurluk deneyimiydi sizin için? Popüler metinler edebi beğeninizi nasıl etkiliyor?
E.Ü.: Kitabımda söz konusu ettiğim yazarların eserlerinin büyük bölümünü okumak olanağını buldum. Pek doğal olarak beğendiğim, ilginç bulduklarım da oldu, sıradan melodramlar olarak tanımladıklarım da… Bunu kitabımda örnekleriyle belirttim.
Söz konusu ettiğim bütün yazarlara olabildiğince tarafsız yaklaşmaya gayret ettim. Herkesin olduğu gibi, doğal olarak benim de seksene yaklaşan yaşımda oluşmuş değer yargılarım var. Bu değer yargılarımın doğru olduğuna inanıyorum. Benim değer yargılarımla çatışan değer yargılarına sahip –örneğin aşırı ulusalcı, aşırı muhafazakâr, aşırı solcu– yazarları incelerken objektif olmaya gayret ettim. Onları inançlarına göre değil, popüler romancı olarak değerlendirmeye çalıştım. Doğal olarak yapıtlarına eleştirilerim oldu; ancak bunlar düşüncelerine değil, eserlerinin teknik yapısına yapılan eleştirilerdi. Yazarların düşünce yapılarını anlattım, bunların eserlerine etkisini irdeledim ama ideolojilerini eleştirmedim. Amacım Türkiye’deki popüler romanın gelişimini anlatmaktı; ideolojileri tartışmak bir başka alandı ve ilgilenmedim.
M.V.: Popüler romanların okur kitlesi olarak daha çok kadınlar görülür. Bu doğru bir önyargı mıdır? Kadın okurların edebiyatımıza etkilerini nasıl görüyorsunuz?
E.Ü.: Popüler romanları daha çok kadınlar okur şeklindeki yerleşmiş fikri pek kabul etmiyorum. Bu popüler romanları aşk romanlarıyla sınırlamak anlamına gelir.
Halbuki popüler romanlar yalnızca aşk romanları değildir. Polisiye romandan tarihî romanlara, siyasi ve dinî içerikli romanlara kadar geniş bir yelpazede popüler romanlar yazılmıştır ve bunları her kesimden, her cinsten insanlar okur.
M.V.: Şimdiye kadarki kaynaklarda yer almayan ama sizin tespit ettiğiniz yeni eserlerden bahsedelim mi biraz da? Diğer yandan, Suat Derviş’in Perşembe dergisinde 1935’te yayımlanan “Kadın Aşksız Yaşamaz” romanını listenizde göremedim. Ben mi gözden kaçırdım acaba? Tefrika eserler konusu daha uzun yıllar gündemimizde yeniliklerle yer alacak sanırım. Henüz taranmayan, elden geçmeyen dergi koleksiyonları da var, ne dersiniz?
E.Ü.: Suat Derviş’in Perşembe dergisinde tefrika edilmiş romanının zikredilmemesi tabii ki benim gözümden kaçan bir husustur. Bunun gibi söz konusu ettiğim yazarların özellikle kitaplaşmamış, tefrika olarak kalmış romanlarından gözümden kaçanlar olabileceğini kitabımda hep vurguladım. Gazetelerde tefrika edilen romanları saptamak inanınız çok zor bir olaydır. Son yıllarda Koç Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi bu konuda takdir edilen çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalarda çok sayıda akademisyen görev yapıyor. Benim tek başıma saptayabildiklerimin dışında yepyeni tefrikaları ve tefrika yazarlarını çıkarıyorlar. Benden sonra bu konuda çalışma yapacakların bu çabalardan yararlanacaklarını umuyorum.
Ben kısıtlı imkânlarımla saptayabildiklerimi kâğıda döktüm. Suat Derviş konusunda rahmetli yazarın Behçet Necatigil’e kendi eliyle yazıp verdiği, kaleme aldığı eserlerinin listesinden yararlandım. Demek ki bu romanını rahmetli yazar da unutup listesine koymamış.
M.V.: Geleneksel edebiyat listeleriyle karşılaştırdığımızda popüler roman yazarları arasında kadın yazarların sayısı oransal olarak daha fazla. Kadın yazarlar bu hakir görülen alana sıkıştırılmış durumdalardı, denebilir mi?
E.Ü.: Popüler roman yazarları arasında kadın yazarların çokluğu kitabımı hazırlarken benim de dikkatimi çekti. Aslında incelediğim yazarların arasında en ilginçleri de kadın yazarlardı. Bazılarının yaşamları hakikaten bir romana konu olacak kadar ilginçti.
Kadın yazarlarımızın eserlerini incelersek özellikle kadın sorunlarıyla, kadınların ezilmişliğiyle nasıl cebelleştiklerini görürüz ve bence bu övgüye layık bir çabadır.
M.V.: “Önsöz”ün sonunda Aralık 2017 tarihi yazılı. Kitabın yayımlanması neden bu kadar uzun sürdü?
E.Ü.: Bu biraz da benden kaynaklanan bir gecikme oldu. Kitabı yayıncıma teslim ettikten sonra söz konusu ettiğim yazarlarla ilgili bazı yeni bilgiler edindim ve bunları da kaydedebilmek için metinde değişiklikler yaptım.
Örneğin Ebüssüreyya Sami’nin yaşamının son yıllarını saptamamıza yardım eden bir gazete kupürü, arkadan da bir akademik araştırma ortaya çıkınca, bu yazarla ilgili metinde değişiklik yapmak kaçınılmaz oldu.
M.V.: Bu çalışmanın 1975’ten bu yana kalan 50 yıllık kısmını da yazmayı düşünüyor musunuz? Popüler romanların bugününü takip edebiliyor musunuz? Neler değişti sizce?
E.Ü.: 1975’ten sonraki dönemi yazmayı düşünmüyorum. Çünkü yaşayan yazarları konu edinmem gerekecek. Bunun benim için sakıncası şu: Bir yazarı popüler yazar diye tanımlamak bugün bile onu aşağılamak anlamına çekilebiliyor. Bunun örneğini polisiye romanla ilgili kitabımda gördüm.
Çok başarılı bulduğum polisiye kurgulu bazı romanları kitabımda hem de överek yazmıştım ama kitabın yazarları kendilerini “polisiye roman yazarı” olarak tanımlamamdan rahatsız oldular ve bunu bana ifade ettiler. Benim polisiye romanın edebiyatın en etkili bir alt kolu olduğunu anlatmam onları tatmin etmedi, gerçekten üzüldüklerini gördüm. Ben yufka yürekli biriyim. Kimseyi üzmek istemem.
•