Georges Perec’in 1968-1972 yılları arasında gördüğü ve kaleme aldığı 124 rüya metninden oluşan Karanlık Dükkân’ı kurmaca bir eser olarak okumamamız gerektiğini biliyoruz
29 Ekim 2015 14:25
Tekrar eden imgeler, kaygılar, nerede başladığı belli olmayan olaylar ile rüya olduğunu bildiğimiz ama bir noktadan sonra takıntılı bir yazarın iç dünyasına bir yolculuğa dönüşen 124 metin: Perec’in Karanlık Dükkân’ında bir gezinti.
Georges Perec’in 1968-1972 yılları arasında gördüğü ve kaleme aldığı 124 rüya metninden oluşan Karanlık Dükkân’ını kurmaca bir eser olarak okumamamız gerektiğini biliyoruz. Ama daha ilk metinlerden itibaren bu bilginin pratikte pek de bir işe yaramayacağını çünkü her rüyanın aynı zamanda birer kısa öykü sayılabilecek derinliğini fark ediyoruz. İçinizden, böylesini ancak Georges Perec yapabilirdi, diye geçirmeden edemeyeceğiniz metinler bunlar. Kelimelerle, harflerle tüm yazın hayatı boyunca bir tür savaşa tutuşmuş Oulipocu bir yazarın kaleminden çıkan rüyalar da doğal olarak dilin bütün imkânlarını zorlar nitelikte. Yazarın, “Herkes rüya görür. Ama sadece bazıları hatırlar rüyalarını, hatırlayanların çok azı onları anlatır, kâğıda dökenlerse daha da azdır. İhanet edeceğini bile bile (ve bunu yaparken mutlaka kendinize de ihanet edersiniz) insan niye rüyalarını yazmaya kalkar ki?” önsözüyle başlayan kitapla güç bir işe giriştiğinin farkında Perec. Bu zorluğu, bile isteye yarattığını, yazarın rüyalarını yazma işine sanki kendisiyle bir düelloya girermişçesine soyunduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Fransız Edebiyatı’nın en sıra dışı akımlarından Oulipo’nun Raymond Queneau ile birlikte kurucularından olan François Le Lionnais, akımın temsilcilerini, “İçinden kaçmaya niyetli oldukları labirenti kuran fareler…” diye tanımlar. Karşımızda labirentlerle dolu bir Perec metni daha var demek oluyor bu, üstelik bu kez uykuda görülen rüyayı uyanık olarak aktarmanın tüm zorlukları, kelime ve zihin oyunları ile aynı anda başa çıkmanın çarpıklığı ile birlikte. Oulipocuların en belirgin özelliklerinden ilki dili sadece anlamsal olarak değil biçimsel olarak da zorlamak ise ikincisi de okurdan ziyade kendilerini tatmin edecek bir metin oluşturma çabalarıdır. Rüya türünün kadim kitaplardan masallara, modern öykülere kadar edebiyat – hatta dünya- tarihinin pek çok aşamasında karşımıza çıktığı bir gerçek. Ama bu rüyayı aktaran, dil ve kelimeler ile derdi olan bir damardan beslenen Perec olunca rüya kavramı kendisine atfedilenden de daha büyük bir çıkmaza dönüşüyor. Karanlık Dükkân’da yer alan 124 rüya metninin her biri okurun Perec’in ilginç kafasının içinde bir bulmacada sıkışıp kalmış hissi verebilecek kadar çetrefil ve herhangi bir rüyanın olabileceği kadar ilginç olmasıyla, bildiğiniz bütün rüya metinlerinden ayrı bir yerde duruyor. Perec, tüm bu metinler boyunca rüya gibi belirsiz ve karmaşık bir yapıyı kâğıda aktarmak için birbirinden farklı formlar kullanıyor. Bunu yaparken de rüyanın sınırsız olanaklarından –geçişli mekânlar, zaman sıçramaları, rüyaya dâhil olan ölüler, daha önce hiç tanışılmamış insanlar ve bilinçaltının gizli dehlizleri- kaynaklanan sıra dışı bir anlatıya dönüştürüyor her metni.
Dört yıl boyunca kaleme alınan 124 rüyanın bir Nazi hikâyesi ile başlayıp bitiyor olması ise elbette tesadüfi değil. Zaten Perec’in metinlerinde tesadüf diye bir şey pek de söz konusu değildir. “Boy Ölçme Aleti” ile başlayıp “İhbar” ile biten rüyalar boyunca Perec aslında çizgisel olarak aynı acının farklı versiyonlarını tekrar etmektedir. Araya giren erotizm, çocukluk anıları ve hatta sürreal anlar içeren rüyalar bile bu acıdan izler, kaygılar, kaçışlar taşır. Perec’in ailesini II. Dünya Savaşı sırasında kaybetmiş olması onun yazınını istese de istemese de en çok besleyen kaynağa dönüşmekle kalmamış rüyalarının da merkezine oturan bir mevzuya dönüşmüştür.
Perec, en ilgi çekici metinlerinden biri sayılabilecek Doğdum kitabında otobiyografi denemelerini, yazın projelerini ve hayatın her alanında tutulmuş notlarını bir araya getirir. Bu kitap –kendi deyimiyle- biraz erken girişilmiş ve birçok yönüyle yarım kalmış bir otobiyografi denemesinin izlerini taşır. Hacim olarak oldukça küçük olsa da Perec’in dehasına ve hayatına dair birçok giz saklıdır bu metinlerde. Karanlık Dükkân, Perec’in rüya metinleri de tıpkı Doğdum’da yer alan metinler gibi –belki de daha fazla- yazarın iç dünyasına girişi çıkışı belli olmayan labirentlerle dolu bir yolculuk gibidir. Doğdum metinleri son derece kişisel olmasına rağmen, bırakın Perec’in dünyasına girmiş gibi hissetmenizi daha da kafanızın karışmasına sebep olur çoğu yönüyle ama bazı yönleriyle de elinize bazı kapıları açabilecek anahtarlar tutuşturur. Bu yüzden kimi eleştirmenler Karanlık Dükkân için, Perec’i daha yakından tanımanıza vesile olacak deseler de inanmayın. Yazar, yine sizi bazı yollara çıkaracak, bazı kapılardan geçiriyor gibi yapacak ama 124 rüyanın sonuna geldiğinizde yine kendinizi kafa karışıklığı içinde bulmanıza sebep olacaktır.
Karanlık Dükkân’ı okuyup bir de üzerine bir şeyler yazmaya karar verdikten sonra içinde Perec’ten çok şey gizlediğini hatırladığım Doğdum metnine geri dönmemi sağlayan da zihnimdeki bu iki kitabı ortak bir yerde birleştirme eğilimi oldu. Doğdum’u okumamın üzerinden neredeyse sekiz yıl geçmişti ama bu kadar zamana rağmen Karanlık Dükkân’daki rüya metinleri de bana benzer bir keşif ve kayboluş hissini aynı anda verebilmişti. İşte bu düşünce beni 1990 yılında ilk kez yayımlanan, 2003 yılında Türkçede okuma fırsatı bulduğumuz Doğdum’a geri götürdü. Kitaba geri döndüğümde ise Karanlık Dükkân’ın doğuş hikâyesini –o zaman farkında olmadan- yazarın kendi kaleminden okuduğum Rüya ve Metin yazısı ile karşılaştım. Bu metin Karanlık Dükkân’ın basımından yedi yıl sonra kaleme alınmıştı ve adeta kendi kendisiyle giriştiği rüyalarını metne dökme düellosuyla ilgili bir itiraf, bir yüzleşme niteliğindeydi.
Yıllar boyunca gördüğüm rüyaları not ettim. Bu yazma etkinliği önce gelişigüzeldi, sonra gitgide genişler oldu: 1968’de beş rüya kaydetmişim, 1966’da yedi, 1970’te yirmi beş, 1971’de altmış!
Bu hafiyelik sonucu fark ettim ki –daha sonraki baskılarda belki de düzeltilmiştir, belki de kitabın orijinal kopyasından kaynaklanan bir hatadır; benim elimdeki kitap YKY tarafından yayımlanan 2. basımdı- Karanlık Dükkân’da 1966’ya ait herhangi bir rüya yoktu. Bir an bu yedi rüyanın kayıp olduğu ve 124 metin arasında kendine yer bulamadığı fikri beni heyecanlandırsa da kitapta 1969 yılına ait yedi rüya olduğunu ve “Rüya ve Metin”de bahsi geçen yedi rüyanın kaydedildiği yılın aslında 1966 değil 1969 olduğunu keşfettim.
Yazar, Doğdum’da yer alan “Rüya ve Metin”de hiçbir eleştirmenin yapamayacağı açıklık ile rüyalarını yazma projesini bir kendini keşfetme serüveni olarak açıklıyordu. Gördüğü rüyaların kendine kendini anlatmasını, kendisiyle ilgili bilmediği bazı kapılar açmasını bekliyordu. Kaydedilen rüyaların 1972 yılında bir önceki yıla oranla sayıca azalması ve daha sonra sonlanması ise Perec’in 1971 yılında başladığı psikanalizdi. Analisti, rüya metinlerine pek de itibar etmemişti. Perec de rüyalarını –rüya metinlerinin- fazla net, tuhaflıkları içinde bile fazla açık seçik bulmuştu ve asıl psikanalizinin bu kendini tekrarlayan kabuk rüyaları zihninden kovduğu an başladığına kanaat getirmişti. Yazarının kendi rüya metinleri ile ilgili yorumu ise onları hem yazar hem okur için birer bulmaca, birer labirent olarak görme eğilimimi doğrular nitelikteydi. Bu yüzden Perec’in Karanlık Dükkân’ına dair yazılmış ve sonradan ortak noktaları keşfedilmiş bir incelemenin, yazarın kendi yorumları ile bitmesi fikri oldukça çekici geldi.
Bugün neredeyse altı yıl var ki kitaba dönüştüler. Bunların birer rüya olup olmadığını bile neredeyse anımsamıyorum; artık hangi başharfleri hangi yüze bağlayacağını; falanca gündüz anısının içten içe, sonsuza kadar donup kalarak hem donuk hem berrak bir izden başka şey uyandırmayacak basılı sözcükler içine hapsolmuş hangi kayıp imgeyi esinlendirdiğini bilmez hale gelen benim için bile, artık sonsuza kadar katı ve anlaşılmaz metinlerden ibaret birer bilmece olarak kalacak.