"Biz kör bir umutla, çok daha ileriye gitmeleri için fırlatılmış taşlardık"

Şiirleri Çün', Natama, Aşkar, Şerhh, Nepal ve Fin gibi dergilerde yayımlanan Ozan Can Türkmen'in ilk kitabı Az Önceki Oda okurla buluştu. Türkmen'le zamanın, mekânın, dünün ve bugünün etrafında bir söyleşi gerçekleştirdik...

Ozan Can Türkmen’in ilk kitabı Az Önceki Oda, Poetik Kitap'tan çıktı. 1991 doğumlu Türkmen ilk şiirini 2011 yılında yayımladı ve o günden bu yana Çün’, Natama, Aşkar, Şerhh, Nepal, Fin gibi dergi ve fanzinlerde ilk kitabını oluşturan şiirleri yayımlandı. Şiirlerinde bir Türkiye panoraması da çizen Ozan Can Türkmen, yakından bakıldığında bize çok uzak olmayan sözcüklerle ve temalarla şiirini kurup okuruna sesleniyor. Şiirlerinde farklı tekniklerle anlatımı gözleyen ve bu anlatım teknikleriyle ele aldığı temaları perçinleyen Türkmen ile ilk kitabı Az Önceki Oda odağında şehir, şiir, zaman konuları, hâlihazırda şiir yayıncılığı ve güncel şiir meseleleri hakkında konuştuk.

Enes Kurdaş: Öncelikle elimizde bir ilk kitaba göre baya hacimli bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitabı oluştururken bazı şiirleri de dışarıda bıraktığını düşünürsek, Az Önceki Oda biraz geç kalmış bir kitap diyebilir miyiz? Eğer öyleyse, bu geç kalışın sebebi-sebepleri neler?

Az Önceki Oda için uygun yayıncıyı bulamadığım için Poetik Kitap’a kadar beklediğim bir yılı saymazsak kitap gecikti diyemeyiz veya ortada bir gecikme varsa bu benim yazma alışkanlarımdan kaynaklanıyor demektir. Çok sık şiir tamamlayan biri değilim. Genellikle bir şiiri yazma süreci benim için uzun sürüyor. Bazen bir yere çıkmayan, vazgeçilen fikirler de oluyor, aynı anda iki şiirle uğraştığım zamanlar da. Ama yine de bir yılda yazdığım şiir sayısı düşük kalıyor. İşin aslı Az Önceki Oda, belki unuttuğum bir iki istisna dışında, 2013-2017 arasında yazdığım bütün şiirleri kapsıyor. O yüzden kitabın tamamlanışı uzun sürdü diyebiliriz fakat ben bunu bir gecikme olarak görmüyorum. Kitap kendi sürecinden mesuldür.

Az Önceki Oda, Ozan Can Türkmen, Poetik KitapE.K.: Az Önceki Oda’da kurguya özen gösterilmiş, çatılmış bir plana göre oluşturulmuş şiirler var. Kitabın bölümlerine ve toplama baktığımızda da bir bütünlük arz ediyor. Buradan hareketle senin için kurgu, toplam, bütünlük vs. kitabı oluştururken etkili oldu mu? Ya da şiirlerini bir dosyaya toplarken nelere dikkat ettin?

Dediğim gibi, kitap bir dönemin bütün verimini kapsadığından bütünlüğü, dosya oluşturulurken yapılan bir seçilimden ileri gelmiyor. Kitabın ilk üç bölümü Çün’, Natama, Şerhh, Nepal gibi dergi ve fanzinlerde yayımlanan şiirlerden oluşuyor, son bölüm ise kitap için yazıldı. Kurgu ve bütünlük benim her şiir özelinde önem verdiğim ve yazarken kılavuz olarak kullandığım şeyler. Bunun dışında kitapta, "Üç" bölümünde birlikte yazılan şiirler ve tek parça hâlinde yazılan "Tek" bölümündeki şiirler gibi kendi aralarında bir kurgu ve bütünlüğe sahip şiirler de var. Hem yazılış sürecinin sürekliliği hem de parçalarının bütünlüğü Az Önceki Oda’da bir bütünlük oluşturuyor. Bu benim kitapta istediğim bir şeydi, hatta bu sebepten "Tek" bölümündeki şiirleri kitabın bütünlüğünü de gözetecek şekilde düşündüm.

E.K.: ‘’Geç kalmış bir kitap diyebilir miyiz’’ diye sormamın sebebi aslında kitabının yayın sürecinin uzun olmasından kaynaklıydı. Biliyorsun ki artık şiir, roman ve öykü yayıncılığı ile kıyaslandığında alanı epey daralmış bir tür. Yayınevleri artık şiir dosyalarına ilgi göstermiyor veya çekinceyle yaklaşıyor, şiir yayıncılığının alanı git gide daralıyor. Bu konu hakkında ne söyleyebilirsin?

Şiir yayıncılığının büyük sıkıntıları olduğu aşikâr. Merkez diyebileceğimiz yayınevleri ölü şairler dışında, ki iyi bir iş çıkardıklarını söylemek gerekir o hususta, zaten dar olan şiir kontenjanlarını izler kitlesine dâhil olmadığım kitaplarla doldurdular. O tarafta iş şöhret kitaplarına kadar savruldu. Şiir yayıncılığında bir yere sahip değiller ve buna ihtiyaç da duymuyorlar. İş, imkânları daha kısıtlı yayınevleri ile yürüyor hâliyle; şiir yayıncılığında dağıtım imkânları kısıtlı, reklam bütçeleri yok, medya görünürlüğü yok, PR stratejileri yok… Liste, şiiri ne ile kıyasladığınıza bağlı olarak uzayabilir. Ben kötü bir şey olarak görmüyorum bunu. Bence bu durum şiirin çıkarına bir ayrışma yarattı. Bugün iyi şiir kitapları bizzat şairlerin eliyle yaşayan, belki ancak kendini çevirebilen belki zararına çalışan, jargona hâkim değilim ama butik denilebilecek yayınevlerinden çıkıyor. Kimisi o yayınevini beğenmeyecektir kimisi ötekini ama bunu herkes kabul edecektir sanıyorum.

Kısıtlar, izler çevrenin az oluşunun asıl nedeni değil fakat elbette nedenlerin biri. Diğer yanda, dergi çıkarmak bir külfet, dergi çıkaran bütün şairler mutlaka özveriyle çıkarıyor çünkü başka bir yolu yok. Bu sebeple ben şiirin merkezini internete taşıyacağını düşünüyorum. Matbu olanın mutlaka kendi heyecanı ve duygusu var ama eskisi gibi bir meşruiyet aracı değil matbu dergi veya kitap. Umuyorum ki önümüzdeki süreçte internette bir şiir alanının şekillenebildiğine tanıklık ederiz.

Fatih Çünkioğlu: Kitabın çıkmadan önce de dergilerde aktif olarak görünen ve hatta dergi çıkaran biri olarak, bugün yazılan şiir hakkında malumatın nedir? Nerede ve nasıl görüyorsun bugün yazılan şiiri?

Bugün şiir ortamı doğal olarak okur eksikliğinden etkileniyor. Kimsenin beyanını reddedemeyeceğimizi kabul edersek, ciddi bir şair sayısına karşılık çok dağınık ve sayıca az okur var. Bu yüzden izler çevre şiirin etkisinin gözlemlenebileceği derinlikte değil, çoğu zaman şair şiirinden bir daha haber alamıyor. Bunun bugün daha kişisel bir şiire ortam sağladığını düşünüyorum. Kuyuya bağırmak gibi biraz, her şey bağırılabilir kuyuya. Okur sayısındaki düşüklüğün ise şiirin niteliği ile hiçbir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Ben beğeniyorum bugün yazılan şiiri, dünyada ve Türkiye’de olağanüstü zamanlarda yaşıyoruz; bu dönemin şiiri bence hakkını veriyor bu unvanın. Tek tek sayamam fakat mesela Özgür Göreçki’nin Birlikte Takılan Harika İnsanlar çıktı geçen yıl, muhteşem bir kitap.

Biz hayal kırıklığına uğramış bir kuşağız. Birincisi '80 darbesini yaşamış, acı çekmiş, korkmuş ve umutlarını çocuklarının geleceğine yönlendirmiş bir kuşağın çocuklarıyız; ikincisi Avrupa Birliği üyeliği sürecinin pazarlanıp boşa çıktığı, zenginleşmenin iyimserliğinin gölgesinde gelir adaletsizliğinin tırmandığı dönemde büyümüş bir kuşağız.

F.Ç.: "İşte adımlarını uzatan az önce ve şimdi," "Nasıl biliriz dünya ortasından yazılmış bir kitap mıdır? Zaman büyümüş ve evlerimizi içine gibi hissetmemiz ne?" bu iki alıntı "II" şiirinden.

Özelde "II" şiirini ve genel olarak da şiirlerini incelediğimizde, zamansal ve mekânsal kırılmalar göze çarpıyor. Özellikle öznenin bulunduğu mekânın ve nesnenin az öncesini, az sonrasını çok fazla sorguluyorsun. Bu sorgulama "zaman" kavramının şiirinde önemli bir yeri olduğunu düşündürtüyor. Senin şiirinde zaman neyi ifade ediyor?

Zaman benim üstüne düşünmeyi sevdiğim bir kavram. Zamanın hem sürekliliği hem ihlalleri hem de zemin niteliği benim kafamı kurcalayan meseleler. Dolayısıyla zaman, bir meseleyi ele alışımda yani şiirimde kendine özel bir yer ediniyor elbette.  Einstein’dan beri zamanı uzamın boyutlarıyla birlikte düşünüyoruz. İnsan nasıl uzamı bölerek kendi faydasına yönelik düzenliyorsa aynısını zamana da yapıyor. Olayları, ilişkileri, düşünceleri ve hatta kendimizi bile bir zaman düzleminde gözlemliyor ve kavrıyoruz. Çünkü bilincin işlevlerini hafıza mümkün kılıyor ve hafıza sadece zaman düzleminde var olabiliyor. Böylece bilinç, zamanı bir akış hâlinde düzenleyerek kendi işlevlerine uygun şekilde bölümlüyor yoksa aslında ne uzamda ne zamanda bu bölümlemelerin nihai karşılıkları var, aslında her şey bir çırpıda ve aynı yerde oluyor.

E.K.: Fatih’in sorusunu biraz daha daraltacak ve açacak olursak "dün" diyebiliriz. "Dün Günlerinde Son Durum," "Son Kusursuz Cumartesinde Bir Yıl," "Mecîdyeköy Skyline," "Mutlu Olmaktan Görülen Zarar," "Eski Dilde Mutluluk" şiirleri buna örnek. Nedir seni geniş anlamda bu kadar eskiyi, geçmişi ve dar anlamda dünü yazmaya iten? Geçmişle ve dünle alıp veremediğin nedir?

Biz hayal kırıklığına uğramış bir kuşağız. Birincisi 80 darbesini yaşamış, acı çekmiş, korkmuş ve umutlarını çocuklarının geleceğine yönlendirmiş bir kuşağın çocuklarıyız; ikincisi Avrupa Birliği üyeliği sürecinin pazarlanıp boşa çıktığı, zenginleşmenin iyimserliğinin gölgesinde gelir adaletsizliğinin tırmandığı dönemde büyümüş bir kuşağız. Biz kör bir umutla, çok daha ileriye gitmeleri için fırlatılmış taşlardık. Özellikle 80'lerin sonunda ve 90 sonrasında doğanların ciddi bir kısmında ulaşamamışlığın rahatsızlığı var. Bulunduğumuz yerden memnun değiliz, gidişattan kaygılıyız. Bu da sanırım bir nostalji hastalığını tetikliyor, bugünün gerçeğinde ve geleceğin vaatlerinde aradıklarını bulamayanlar makyajlanmış, çarpıtılmış bir geçmişte takılı kalmayı tercih ediyorlar. Piyasa dergilerinde bu nostaljinin sömürüsünün en iyi örneklerini görebilirsiniz. Neyse ki yavaş yavaş hafiflediğini gözlemliyorum bu gereksizliğin.

Benim geçmişe, düne bakışımın bunlarla karıştırılmasını istemem. Benim için dün, bu ânı oluşmaya iten toplamdır. Bu an hem dünün gerektirdiği şekilde gerçekleşir hem de düne katılarak kendinden sonraki ânın oluşunu belirler. Bilincin hafıza ile ilişkisine de böyle bakıyorum. Bu anlamda biz sürekli dünün yüzeyinde yaşıyoruz, geçmiş benim şiirimdeki önemini böyle bir bakış açısından kazanıyor.

Kentsel dönüşüm projelerindeki hatalar ve şehircilik anlayışındaki sakatlıklar sebebiyle İstanbul’da yaşamak gitgide bir Mecidiyeköy deneyimine dönüşüyor. 

F.Ç.: "Bütün Hikâye," "Mecîdyeköy Skyline," "Pavyonda Kıyamet," "Dünyada Sabah" şiirlerinde; İstanbul, Pera, Büyükşehir, altı vapuru, Mecidiyeköy bahsi geçen sözcükler. "Mecîdyeköy Skyline" şiirinin özel bir soruyu hak ettiğini düşünüyorum. İstanbul'da yaşayan veya ilk kez görenler için bile Mecidiyeköy distopik bir yer. Üçüncü katta oturan birinin penceresinin önünden araba geçebiliyor. İçinde bulunduğumuz şehir her geçen gün daha fazla Mecidiyeköy'e dönüşüyor. Nitekim birçoğumuz Mecidiyeköy'e maruz kalarak yaşamaya mecburuz. Senin şiirinde şehir daha politik bir olgu olarak çıkıyor karşımıza. Şiir ve şehir ilişkisi şehrin içinden biri olan senin için ne anlam ifade ediyor?

Mecidiyeköy’ün hoşuma giden tarafı sahiplenilmemiş bir alan olması, Mecidiyeköy’ün belli bir yerlisi yok. Bunun ilk sebebi kiralık evlerin oranının yüksekliği ve kiracıların Mecidiyeköy’de kalma sürelerinin kısalığı; bu, giriş seviyesi pozisyondaki beyaz yakalılarla ve üniversite öğrencileriyle, Ortaklar Caddesi tarafındaki görece yüksek gelirlilerden Kuştepe’nin dar gelirlilerine kadar geniş bir yelpazede heterojen bir dağılıma imkân sağlıyor. İkinci sebep, Mecidiyeköy’ün işlevinin zaten sahiplenmeye gerek duymaması. Mecidiyeköy öncelikle bir aktarma merkezi, bir iş için gelinip gidilecek, mümkünse fazla oyalanılmayacak bir yer. Yerleşiği bile zaten başka yerlere ulaşmakta sağladığı avantaj sebebiyle onu tercih etmişken, Mecidiyeköy’ün simge kalabalığı aslında başka bir yerde yaşıyor ve her gün değişiyor. Kentsel dönüşüm projelerindeki hatalar ve şehircilik anlayışındaki sakatlıklar sebebiyle İstanbul’da yaşamak gitgide bir Mecidiyeköy deneyimine dönüşüyor. Biz İstanbul’da ulaşım ağı üzerinden geniş bir alanda, o alanla temas etmeden, birbirinden kopuk şehre temas noktalarıyla yaşıyoruz. Aktarma istasyonundaki büfeye olan aidiyetimiz mahallemizdeki bir esnafa olandan fazla, belli mekânlar edinemiyoruz, yolda gördüğümüz birini bir daha görmüyoruz, bir sahiplenme sorunu yaşıyoruz belki de. Şehirle, mekânla ilişkimiz zayıflıyor. Toplu taşımada elindeki telefon aracılığıyla dünya ile herhangi bir iletişimi sürdüren kişi, bulunmadığı bir yerdeki olaya dâhil olduğundan kendini bulunduğu âna bulunduğu mekândan daha yakın hissedebilir, eğer böyle bir şey mümkünse.

"Mecîdyeköy Skyline"daki şehir ilişkisi Mecidiyeköy’ü sahiplenerek mekândan kopuşun mümkün olmadığını söyleyen bir ilişki, çünkü mekân, bireysel ve toplumsal ilişkiler için vazgeçilmezliğini koruyor. Diğer yandan eninde sonunda Mecidiyeköy’de veya başka bir yerde bir şeyler yaşıyoruz ve bu yaşadığımız şeylerin, önemli, önemsiz, toplumsal gelişmelerle bağlantılı, siyasî sorunlara dair, klişe, trend veya nadir olup olmadığı sonradan tartışılacak, yaşanışı etkilemeyen şeyler. Yaşadığımız şey, artık her ne ise, mekân temelli olmasa da hatta toplumda istatistiksel olarak anlamlı bir paya işaret edemeyecek olsa da o mekânda, o toplumda yaşandı ve mutlaka kendi etkisini kaydediyor.

Zaman benim üstüne düşünmeyi sevdiğim bir kavram. Zamanın hem sürekliliği hem ihlalleri hem de zemin niteliği benim kafamı kurcalayan meseleler. Dolayısıyla zaman, bir meseleyi ele alışımda yani şiirimde kendine özel bir yer ediniyor.

E.K.: "Hata Oluştu" ve "Ölüm Karinesi" şiirlerinden hareketle; yer yer varoluşunu öteki üzerinden sorgulayan, kendi dışındaki şeylere uzaktan, hatta kimi zaman öfkeyle bakan bir özne ile karşılaşıyoruz. Dışarının bilincinde, oraya hâkim ama onlardan biri olmak da istemiyor. Dünyayla girdiğin bu mücadele ne kazandırıyor sana ya da neyi kaybetmek istiyorsun?

Bir şey kazanıyormuş veya kaybediyormuş gibi hissetmiyorum. Varoluşu birey ve öteki olarak konumlandırdığımızda varlığın bu iki parçası arasındaki ilişkinin karakteri doğası gereği hırçın olur. Ötekinin bireyi sürekli ve sayısız farklı kolda hizaya çekme girişimlerine karşı biricikliğinin mülkiyetini muhafaza etmeye çalışan kişi, bu simültane hamlelerle ilerleyen oyunda, bir yandan ötekiyle birlikte değişir ve kendini yeniden konumlandırır bir yandan da ötekini kendi arzuları doğrultusunda düzenleyebilmek için kendi tahayyülünde yeniden yorumlar. Böylece ilişki kendi gerilimi ile dalgalanarak değişik seviyelerde geçici dengesini her an yeniden kurar. Bunun bir yere varacağını sanmıyorum, bir gün biteceğini de düşünmüyorum.

F.Ç.: "Tek" adlı bölümde çocukluğunu ve yaşadığın yerin tarihini anlatı biçiminde okura aktarıyorsun. Mitolojide çoğunlukla yaratıcıdan, tanrılardan bahsedilirken eril söylem geniş bir yer tutar. Fakat senin alışılagelmiş ve erkek olduğunu düşündüğüm tanrılardan daha çok kadınlara ve tanrıça Artemis’e özel bir yer ayırman göze çarpıyor. Şiirlerinde ise yargı, öfke, sertlik ve hatta yer yer slogana kaçan söylemler hissedilirken, kadınlardan bahsedilen, kadınlara hitap edilen bölümlerde naiflik ve sakinlik göze çarpıyor. Bu ikircikli durum hakkında ne söyleyebilirsin? Senin için kadınlar Az Önceki Oda’nın neresindeler?

Aşk elbette özel bir ilişki formu, hâliyle bütün ötekiyle olan ilişkinin dilinden sadece tavır olarak değil başka yönlerden de ayrışması beklendik bir şey. Aşkın bilgi paylaşımı, dünyayla aramızdaki diğer ilişkilerin paylaşımından çok daha farklıdır. En az fayda kadar temeldedir fakat faydanın basit hedeflerinden ötesine kolayca uzanır. Üstelik diğer şeyleri kendi çanağında toplamaya da kadirdir. Bu sebeple diğer insanlar gibi benim için de ayrı bir yerde duruyor. Kitapta da kadınlar bu ilişkinin temsilcileri olarak beliriyorlar. Eğer bunların tanıdığım kadınların yansımaları olduklarını varsayarsak, bu kadınlar güçlü, kendi hayatlarının sorumluluğunu kavramış ve bununla boğuşan kadınlardır diye düşünüyorum. Artemis'i özellikle seçmedim, gerçekten bahsettiğim bölge yüzlerce yıl boyunca önce Kibele'ye, sonra Artemis'e tapmış ve kültürlerini bir tanrıça figürü etrafında şekillendirmiş bir toplumun yaşam alanıydı. Ama eğer tanrıça yerine bir tanrı olsaydı bu şiiri yazmazdım. Erkek tanrılarla, hatta buna yaratıcının cinsiyetsizliğini net bir biçimde belirtmiş olan semavî dinler de dâhil, tanrı-kul ilişkisi, bireye açılmış bir alana sahip olsa bile ötekiyle ilişkinin ağır gölgesi altında kalıyor. Diğer yandan 21'inci yüzyılda tanrıça imgesi ile daha doğrudan, hevesi ve kabulü daha dar anlamlarda tutarak aşkı daha iyi temsil edebilecek bir ilişkiyi, anlatımı kurmak mümkün. Tanrıçanın kurumsuzluğu bunu mümkün kılıyor.

F.Ç.: Şiirlerinde zamansal kırılmalar var demiştik. Daha kitaba uzaktan bakan birine bile bunu vadediyorsun. Okurlarının bir odaya girmesini ve bu kitap bittiğinde okurlarından o odanın farklı fakat çokça yakın bir zamandan bakıldığında oranın hâlâ aynı oda olup olmadığını sorgulamalarını istediğini düşünüyorum. Kısacası okurun da zamansal kırılmalar yaşamasını istiyorsun. Az Önceki Oda'dan çıkış var mı?

Bu sorgulamayı aktarmak istiyorum, doğru. Az Önceki Oda eşiğinde durduğumuz, sürekli genişleyen ama bir yandan da bakmadığımız yerlerinden eskiyen, eksilen bir toplam. Odanın sürekliliğine rağmen göreceliliği, asla içinde bulunulamaz oluşu, sürekli değiştiği hâlde aşinalığını koruyuşu gibi özellikleri benim üzerine düşündüğüm şeylerin bazıları. Az Önceki Oda'ya giriş de yok, ömrümüz bu odanın eşiğinde sürüyor.