Gecekondu semtine plaza mayası tuttu. NEF’te oturmak, bugün artık Beyaz Türkler için, tıpkı Audi kullanmak, Starbucks’ta kahve içmek gibi, bir yaşam tarzı göstergesi hâline geldi...
21 Eylül 2017 13:58
Peyami Safa’nın romanı Fatih Harbiye’de, muhafazakâr İstanbul'dan modern İstanbul’a yolculuk, tramvayla bir saat sürüyordu. Bugün ise sadece birkaç dakika. Kanyon alışveriş merkezinin arka kapısından çıkıp Gültepe’ye uzanan Talat Paşa Caddesi’ne adım attığınızda, bir medeniyetten diğerine geçmiş gibi oluyorsunuz. Özel güvenliklerin koruduğu alışveriş merkezlerinin steril dünyası, Starbucks’lar, Tchibo’lar, H&M’ler geride kalıyor, kendimizi çeyizcilerin, kuruyemişçilerin, Bakkal Cumali’nin, Köfteci İbo’nun dünyasında buluyoruz.
Sadece mağaza isimleri değil, birkaç dakikada değişiveren. Fiyatlar da bir şehirden diğerine geçmiş gibi değişiyor: Gültepe’de üç artı bir daireyi yüz elli bin dolara almak mümkünken, Kanyon’da aynı büyüklükte bir ev 1.5 milyon dolara satılıyor.
Kanyon’dan Gültepe’ye geçerken değişen başka bir şey, siyasî eğilimler. Gültepe, AKP’nin İstanbul’daki kalelerinden biri. (2015 Kasım seçimlerinde buradan yüzde 56 oy çıkardı.) Buna karşılık, Kanyon’un da bulunduğu Esentepe semtinde CHP, AKP’ye fark atıyor. (2015 Kasım seçimlerinde CHP %52, AKP %29.)
Kanyon’da kimin oturduğu az çok belli. Gültepe’de oturanları tanımak için ise başka bir romana, Kafamda Bir Tuhaflık’a bakmamız gerek.
Orhan Pamuk’un 2014 yılında yayımlanan romanı Kafamda Bir Tuhaflık, Konya’nın Beyşehir köyünden İstanbul’a göç eden Aktaş ile Karataş ailelerinin hikâyesini anlatır. Romanın merkezinde bozacı Mevlut Karataş vardır.
Aktaş ve Karataş aileleri, İstanbul’a göç ettikten sonra "Kültepe”yi yurt edinip buraya birer gecekondu kondururlar. Ne elektrik, ne su, ne de yol vardır, geldiklerinde Kültepe’de. Elektrik 1966 yılında, musluk suyu 1970’te, ilk asfalt yol 1973’te gelecek, zaman içinde Kültepe değerlenecektir. Beyşehirli Aktaş ve Karataş aileleri, romanın sonunda gecekondularının bulunduğu araziye apartman dikip zengin olurlar. Ama ne Mevlut ile karısı ne de Beyşehirli Aktaş ve Karataş ailelerinin diğer üyeleri, hayatlarını geçirdikleri Kültepe’den ayrılmak isterler. Gecekondular apartmanlara dönüşmüştür ama içinde yaşayanlar değişmemiştir. Evet, “buldozerin tek bir kepçe vuruşuyla çocukluğu, yediği yemekler, çalıştığı dersler, kokladığı kokular, horuldayarak uyuyan babasının sesi, yüz binlerce hatıra, her şey bir anda parçalanıp yok olmuştur” ama Mevlut hâlâ 30 yıl önce İstanbul’a gelen Mevlut’tur. Hâlâ geceleri sırtına küfesini asıp boza satmaya çıkmaktadır. Kültepe hâlâ bir gecekondu semtidir. On iki katlı apartmanlar dikilmiştir ama o apartmanların otoparklarında Kurban bayramlarında kurbanlıklar kesilmektedir.
Romanda anlatılanlardan, mesela Nişantaşı, Taksim gibi semtlere yakınlığından, “Kültepe”nin Levent’ten sonra yan yana sıralanan “tepe”lerden biri olduğunu çıkarmak zor değil: Gültepe, Çeliktepe veya Seyrantepe. İsim benzerliğinden yola çıkarak, tahminimizi Gültepe’den yana kullanalım.
Gültepe’nin kalbine uzanan Talat Paşa Caddesi’nde yürümeye devam edelim. 15- 20 dakika sonra karşımıza, çevredeki altı- yedi katlı apartmanlara benzemeyen dev bir plaza çıkıveriyor. Şimdi, yukarıdaki fotoğrafa tekrar bakalım: NEF 163, çevresindeki bütün binaları ezerek göğe yükseliyor.
Kültepe’nin kalbindeki NEF 163’te, Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık’ta anlattığı Kültepeliler değil, 15- 20 dakikalık yürüyüş mesafesindeki Kanyon, MetroCity gibi plazalarda çalışan, iyi eğitimli, yüksek gelirli Beyaz Türkler oturuyor. Gültepe’deki apartmanlarda evlerin ortalama büyüklüğü 130- 140 metrekare iken, burada 60- 70 metrekareyi geçmiyor. NEF 163’ün sakinleri genellikle bekâr; bu nedenle büyük bir eve ihtiyaç duymuyorlar. Kapıda özel güvenlik olsun, spor salonu, yeraltı garajı bulunsun, budur bütün istedikleri.
NEF’ten verilen bilgiye, göre şirketin bir keşfi olan “katlanabilir ev ve ofis sistemi Foldhome” sayesinde kişiye özel kullanım alanları sunularak, “beş bin metrekarelik bir evin sahip olabileceği özellikler 60 metrekarelik bir ev içine dâhil ediliyor.” Foldhome sistemine göre tasarlanmış bir ev alındığında aslında 24 odalı bir eve sahip olunuyor. “Yaşadığınız binada yer alan sinema salonundan, terasta jakuziye; mutfağınızı kirletmek istemediğinizde kullanabileceğiniz tam donanımlı ortak bir mutfaktan, piyano veya bateri çalmak istediğinizde kullanabileceğiniz küçük bir kayıt stüdyosuna kadar 24 farklı üniteden rezervasyon sistemiyle yararlanılabiliyor.”
Orhan Pamuk’un romanında Kültepe’nin 30 katlı “tower”ını Rizeli müteahhit Hacı Hamit Vural inşa eder. Oysa NEF 163’ün arkasında Karadenizli bir yap-satçı değil, Tarsus Amerikan Koleji ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra London School of Economics’te ekonomi eğitimi alan Erden Timur var. Orhan Pamuk'un laz müteahhidi Hacı Hamit Vural’ın ufku, NEF 163 gibi “katlanabilir” bir binayı, bir “Foldhome”u tahayyül etmeye yetmez. Bunun için, NEF 163’ün içinde oturan Beyaz Türkler’i iyi tanıyan, London School of Economics mezunu bir müteahhit lazımdır.
Erden Timur, bir söyleşide, NEF konseptini geliştirmek için farklı şehirlere gidip incelemelerde bulunduğunu anlatır: “Araştırmam şarttı. Aynı şeyleri yapamazdım. Londra, New York, Şanghay, Amsterdam, Milano ve Paris’i farklı bir gözle gezdim.”
Timur’un şu sözleri, Hacı Hamit’le arasındaki farkı ortaya koymaktadır: “Gecekonduyu yıkıp çokkatlı binalar yaparak bu işin olmayacağını bilmeliyiz. Eski gecekonduların yerine yeni gecekondular yapılmasın, diyoruz… Anayolları, meydanları, sokak lambalarını vs. her şeyi planlıyoruz. Biz yapabileceğimiz şeyi tüm kente uyarlamayı hayal ediyoruz.”
Ağaoğlu gibi inşaat şirketleri, binalarını Ataşehir gibi çoktan “soylulaşmış” bölgelerde inşa ederlerken NEF, Gültepe, Kâğıthane gibi eski gecekondu semtlerini tercih etmişti. NEF 163’ü geçip, Gültepe’nin ana caddesinde yürümeye devam ederseniz, NEF’in bir başka projesine, NEF 04’e rastlarsınız. Aşağıya devam edip Kâğıthane’ye indiğinizdeyse sizi bu kez NEF 03, NEF 06 ve NEF 98 karşılar.
Gecekondu semtine plaza mayası tuttu. NEF’te oturmak, bugün artık Beyaz Türkler için, tıpkı Audi kullanmak, Starbucks’ta kahve içmek gibi, bir yaşam tarzı göstergesi hâline geldi. En azından evlenip, çocuklu bir hayatın zorunlu kıldığı daha büyük evlerde oturmak için Ataşehir, Çekmeköy, Halkalı veya Bahçeşehir’deki sitelere kaçmadan önce, NEF’te veya NEF kolonu rezidanslarda oturmayı tercih ediyorlar.
Şerif Mardin’in Merkez- Çevre Teorisi’ni duymuşsunuzdur. Mardin’in ABD’li sosyal bilimci Edward Shils’ten aldığı bu teoriye göre, her toplumun yapısında bir merkezi bölge vardır. Toplumu şekillendiren semboller, değerler ve inançlar düzeni, bu merkezi oluşturur. Topluma üye olmak, bu merkezî bölge ile kurulan ilişki tarafından şekillendirilir.
Teoriyi bize uyarlayan Mardin, Türkiye’de siyasete ve toplumsal hayata yön veren ana dinamiğin, “çevre”nin, yani elit olmayanların, merkezi ele geçirmek için verdiği mücadele olduğunu söyler. Çevre, merkeze geldikçe kendi semboller, değerler ve inançlar düzenini de toplumun merkezine taşımaktadır.
Çevre kimdir sorusuna, Kafamda Bir Tuhaflık’ın kahramanları Aktaş ve Karataş aileleri, diye cevap verebiliriz. Öyle ki, onlar bunun, çevre olduklarının ama yakında merkeze geleceklerinin farkındadır. Kafamda Bir Tuhaflık’ın kahramanlarından Mustafa Efendi şöyle der: “Zengin dediklerin bizden önce İstanbul’a gelip bizden önce kazanmışlar. Aradaki fark bu kadardır.”
Kültepe sakinleri ile onların değerlerini merkeze taşıyan partiler arasındaki ilişkiyi romanda müteahhit Hacı Hamit Vural sağlamaktadır. Hacı Hamit ile çevreyi merkeze taşıyan sağ partiler arasındaki pazarlık romanda onun ağzından şöyle betimlenir:
“Seçimden önce hepsi gelip, benim kahvemi içip oy dilenmeye, ‘Hacı Hamit, adamlarına söyle de bize oy versinler’ demeye başladılar. ‘Evet, bunlar benim adamlarımdır, doğrudur. Bu yüzden size hiç güvenmezler, benim istediğim adama oy verirler,’ dedim ben de onlara...”
İlk bakışta Hacı Hamit, Kültepelileri kullanıyormuş, sadece kendi menfaatini gözetiyormuş gibi görünebilir. Oysa Kültepelilerin iktidar partisiyle kurduğu rant ilişkisinde çok önemli bir işlev üstlenmektedir. Bu işlevi şöyle anlatır:
“Bunların çoğu 1960- 70’lerde çevirdikleri arsaları bana satmışlardır. Sonra da hepsi pişman olup, keşke daha geç satıp daha çok para alsaydım derler. Hiçbiri, Hacı Hamit sağ olsun, Allahın dağında çevirdiğimiz milletin arazisine, tapusu da yoktu ama gene de çuvalla para verdi demezler.”
Eskiden Kültepe’nin de aralarında bulunduğu tepelerde en çok üç katlı binaya izin varken, Hacı Hamit’in çabalarıyla 12 kata izin verilmiştir. Bu, herkesin cebine konulmuş para gibidir. Ankara’nın onayıyla çıkan bu kararın arkasında, Orhan Pamuk’un cümleleriyle, iktidar partisi AKP’ye çok yakın olan ve Duttepe ve Kültepe’de pek çok arsası olan Hacı Hamit Vural ailesinin bulunduğunu herkes bilmektedir. Bu yüzden, bir ay önce yapılan belediye seçimlerinde, iktidar partisinin zaten yüksek olan oyları, Duttepe ve Kültepe civarında daha da yükselmiştir.
Hacı Hamit Vural romanda 90 yaşında ölecek, cenazesine Kültepelilerle birlikte Bayındırlık ve İskân Bakanı da katılacaktır. O öldüğünde, 40 yıl önce yolu, suyu, elektriği olmayan bu mahalleye yerleşen Aktaş ve Karataş aileleri, çoktan “merkez”i ele geçirmiştir. Türkiye’yi artık birkaç dakika mesafedeki Kanyon’da oturan eski elitlerin, Robert Kolej, Galatasaray Lisesi mezunu çocukları değil, onlar yönetmektedir.
Fakat gelin görün ki, Kültepe’nin en yüksek binasını 40 yıllık Duttepeli Hacı Hamit değil, Tarsus Amerikan Koleji ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra London School of Economics’te ekonomi eğitimi alan Erden Timur dikecektir. Sadece Kültepe’nin en yüksek binası mı? Levent- Maslak hattındaki onlarca plazanın ve o plazalarda milyarlarca doları çeviren binlerce şirketin birçoğunun başında, eski elitlerin Koç Lisesi’nden, Robert Kolej’den, Galatasaray’dan mezun çocukları bulunmaktadır. Aktaş ve Karataş ailelerinin ufku ne NEF’in “katlanabilir evlerini” tahayyül etmeye yetmektedir, ne de milyarlarca dolarlık türev finansal ürünleri geliştirmeye. İyi okulların kapıları, uzun bir dönem boyunca onlara kapalı kalmıştır ne de olsa.
Siyasetin merkezinden kovduğu ama entelektüel ve kültürel sermayelerine el koymayı beceremediği Beyaz Türkler, şirketlerine Aktaş ve Karataş ailelerinin üyelerini almadıkları gibi, şimdi bir de, oturmak için onların semti Kültepe’yi tercih etmektedir. Çevre çoktan merkeze gelmiştir, dünün merkezi şimdi çevreye gitmektedir.
Gültepe, Seyrantepe, Kâğıthane’de yükselen NEF binaları ve onun klonları, Mardin’in Merkez- Çevre Teorisi’nin tersine döndüğünün bir işareti. Aktaş ve Karataş ailelerinin artık yeni komşuları var. Ve Kültepe’nin yeni sakinlerinin, NEF 163’ün kiracılarının sembolleri, değerleri, Aktaş ve Karataş ailelerinin sembolleri ile değerlerine hiç benzemiyor.
Kültepe’nin yeni sakinlerinin şimdilik pek sesi çıkmıyor ama yakında “çevreye” kendi sembollerini ve değerlerini, Starbucks’ı, Tchibo’yu, Americano’yu, yogayı, tekila shot’ı taşıyacakları besbelli.
Buna, Beyaz Türklerin çevreden intikamı diyebiliriz.