Ölümü özellikle ekonomik etkinliklerin sona ermesi anlamında ele alıyor şair. Aslında buna ekonomik edilginliklerin sona ermesi de diyebiliriz çünkü piyasayı işaret ederken bir etkileşimden değil sömürüden bahsediyor daha çok
21 Kasım 2019 11:30
İnsan eliyle şekillendirilen, yapılandırılan bir doğa görüntüsü... Etrafımızı çepeçevre kuşatan duvarlarıyla, kafeslere tıkılan fareler gibi içinde sıkışıp kaldığımız yüksek, alçak binalar. Kurumlar, tek bir tuğlası belki de bu bina ormanlarının. İşyerlerimiz, meydanlarımız, meclislerimiz, konutlarımız, güvenli bölgelerimiz... Kente ait ve aynı zamanda birbirinden bağımsız bu “canlı – cansız varlık tuğlalar” acaba ne zaman dökülmeye başlar? Tuğlalar bir bir düştükçe yıkılacak mı binalar?
Dijital toplum, her görüntüyü belleğinde muhafaza ediyorsa politik bilince erişmiştir diyebilir miyiz, sorusunu cebimizde taşıyarak bakalım Ölüm ve Piyasa’ya. Binlerce saldırganlık, vahşet, kaos görüntüsü. Kare kare bayraklar, polisler, imamlar, kılınan namazlar, ölüler, saçılan uzuvlar, günlük hayatın rutininde oradan oraya koşuşturan insanlar, silahlar, biten-başlayan savaşlar, sanat objeleri, reklam panoları. Hareketli resimler. İç karartmaktan başka bir işe yaramayan televizyon haberlerinin bir tür atmosfer gibi toplum üzerindeki kuşatıcılığı, kapsayıcılığı. Gerçeklikle arasına hayli büyük bir mesafe koyan, gerçeklikten kopuk ve gerçeklik düşmanı yığınlar. Yeniden yaratılan düşmanlar, yepyeni müttefikler. Toplumsal hafızanın uyuşması, duyarsızlaşması, olan biteni kanıksaması ve bir sonraki felaket haberi için iştahla “tık”lamayı beklemesi. Ötekinin nasıl konuştuğunu, ne istediğini, niçin yalnızlık hissettiğini anlamaktan çok, ötekinin bir ekran görüntüsü olarak göz bebeklerine kaydedilmesi ve klasörün hızla kapatılması. Biriken klasörlere dönüp bir daha bakılmaması. Toplumsal gerginliğin tırmanışına paralel idealleştirmenin, putlaştırmanın, fetişleştirmenin, homofobinin yükselişi. Türkiye’de cehalet ve nefretin kol kola hüküm sürdüğü 2010’ların sonuna yaklaşırken, Ölüm ve Piyasa’daki şiirlere “ileride bu içinden geçtiğimiz günlere referans olabilecek şiirler” diyebiliriz. Bu şiirler muktedirlerin, tahakkümcülerin, suç ortaklarının, iki yüzlülerin ipliğini pazara çıkaran şiirler. Aynı zamanda özgünlüğünden taviz vermeyen ve canlılığıyla öne çıkan.
On yedi şiirden oluşan Ölüm ve Piyasa, Ekim 2019’da 160. Kilometre Yayınları’ndan çıktı. Emre Varışlı’nın ikinci şiir kitabı. Fazla eğlenceli ya da fazla tehditkâr bir kargaşayla karşılıyor kitabın ilk şiiri bizi. “cennetten kovulma”nın giriş dizeleri şunlar:
her yerde Altın kaos imgeleri
sokaklarda başıboş koşturan atlar
Fakat şairin fotoğrafladığı bu anti-düzenin arkasından gelen dizesi ise şu oluyor:
unutuluyor her aynanın karşısında kavga sonrası yaralar.
Demek hiçbir şey içkin, sürekli yıkıcı ya da marjinal değil. Sürekli olarak hegemonik, ana akım ya da merkezi de değil. Kaos birdenbire düzene, düzen tekrar kaosa, yapıcılık istikrarsızlığa dönüşüyor. Manik neşe – manik hüzün arası gidip geliyoruz değişen şeyler dünyasında. Kitaplara koşuyoruz, deneyimlemediğimiz tecrübeyi teorik olarak öğrenebileceğimiz, bize yol gösterecek bilgiye belki de. “Ne yapabilirim bu kargaşa ortasında, nasıl mücadele edebilirim?” sorusuna bir dizi birbirine zıt yanıt beliriyor aklımızda. O duygudan bu duyguya sürüklenirken “Hiçbir şey yapamayız galiba”da karar kılıyoruz çoğu zaman. Çünkü unutuyoruz aldığımız darbeleri, unutturuyorlar. Akıp giden hayatın ortasında bir yandan yaşamımızı idame ettirebilmek için yerine getirmek zorunda olduğumuz ödevler, bir yandan yılgınlığımız ve sonunda her şeyin sıradanlaşması. Nihayet, işe yaramaz olduğumuz hissi.
sonra dolmuş geliyor, elinle durdurup biniyor
sigortalı ve net maaşlı işine gidiyorsun.
Bu dizelerle bitiyor kitabın ilk şiiri.
“milli güvenliğimizi tehdit eden unsurlar” isimli ikinci şiirle Varışlı’nın Ölüm ve Piyasa’da yarattığı o belirgin kaotik havayı artık tamamen solumaya başlıyoruz. Kutsallaştırdığımız her gaye eninde sonunda bizi çifte standartlı, yalancı ya da çıkarcı olmaya mecbur bırakıyor. En temelde başkalarını dışlayıcı tutum ve davranış olan “bölücülük”, bugün otoriteyle farklı görüşleri paylaşan ve görüşlerini ifade eden hemen herkesin neredeyse “bölücü” ithamıyla suçlanarak rastlayacağı bir kavram haline gelmiş durumda. Totalitarizm rahatlıkla sizi “bölücü” veya “hain” olarak yaftalayabilir. Yeteri kadar ehlileşemediyseniz ve aidiyet probleminiz varsa totalitarizm için kullanışlı değilsinizdir. Çoğu zaman gaddarca, bazen kaşları çatık ve nadiren de olsa gülümseyerek tekrar tekrar vazifenizi hatırlatır size: ait olmak zorundasınız. Bu dünyada kendini zaten yabancı hisseden şair için bu durum daima yadırgatıcıdır. Eleştirmekten, sorgulamaktan ve totalitarizme “hayır öyle değil, böyle” demekten geri durmaz yine de şair. Tarih boyunca böyle olmuştur. Otorite, sanata ve özellikle şiire mesafelidir. Kurulu düzende, şiire karşı belirli bir düşmanlık sezilmiştir her zaman. Şair de bu tahakkümcü düzenle elbette problem yaşar:
ben sana şehit değilim
ben sana din olmadım
ben senin militanın değilim
ben senden tüylerimi okşamanı istemiştim
tüylerini okşamak istemiştim
Ölüm ve Piyasa’daki “ve”yi versus olarak da okuyabiliriz. Piyasaya karşı ölüm gibi. Ölümü özellikle ekonomik etkinliklerin sona ermesi anlamında ele alıyor şair. Aslında buna ekonomik edilginliklerin sona ermesi de diyebiliriz çünkü piyasayı işaret ederken bir etkileşimden değil sömürüden bahsediyor daha çok. Yani ölüm, piyasanın saldırılarına karşı bir kalkan görevinde. Alım gücünün biyokimyasal enerjiyle eşitlendiği tuhaf bir organizma-mekanizmanın piyasa ilişkilerinden çekilmesi: ölüm. Ve bir ümit: Ekonomik yaşantıdan ölümle çıktıktan sonra yeniden elde edilebilecek bir libido.
ölü çıplak etlerin sesi – pazar malı gibi – genç çıplak etlerin alım gücünü kaybettiğini biliyor musunuz – ölü çıplak etlerin ekonomiye artık can veremeyeceklerinin farkında mısınız – ölü çıplak etler reklamını yaptığınız o arabayı alamazlar artık – (...) ölü çıplak etler yeni ürettiğiniz ilaçları deneyemeyecekler – ölü çıplak etler cumaya gidip dua edemez artık – (...)
ölü dölü bulmaya geldim
Anadoluda ölü dölü bulmaya
anadolü ölü dölü anadolüölüdölü
geldim
bir şeyi sevmeye
bir düşman kazanmaya.
“Şiir yazmayın bırakın” şiirinde, şiir aracılığıyla şiirle ve şairlikle hesaplaşır şair. “Şiir yazmayı bırakın”, “şiir yazmaya son verin”, “şair olmaktan vazgeçin”, “şiir yazmak istemiyordum” gibi ifadelerle, şiirin imlemekte, açıklamakta ve taşımakta yetersiz kaldığı psikososyal gerçekliklerden bahseder. Şiir, sözcükler evrenindeki tanrısallığından gerçek dünyaya inerek burada yeni bir işlev ve kimlik kazanmalıdır. Konuşmanın ve düşünmenin karşısında konumlanan bir şair görürüz bu şiirde; profesyonelin ve plastiğin karşısında bir çöp gerçekliğiyle durur:
profesyonel insan gündelik bir taarruza hazırlanıyor elinde toplu taşıma biniş kartlarıyla.
o gökleri ve yeri var etti. ben metro istasyonunda pislik içinde dururken karanlıkta.
beni konuşma karşıtı biri yapmanızı istiyorum
benden bir tümör, bir pop divası bunlar olmuyorsa bir kahve gurmesi yaratmanızı istiyorum.
“Televizyon açık” cümlesiyle başlayan “Ayıcık şeklindeki şekerler” şiirinde televizyon, izlenen değil, bütün olup bitenleri izleyen bir göz olarak kurgulanmıştır. Sadece izlemekle de kalmaz, müdahale eder. Televizyon açıkken uyuduğumuzda televizyondan gelen seslerin rüyalarımızın içeriğini belirlediğine şahit olmuşuzdur. Tıpkı bunun gibi, uyanık vaziyetteyken de televizyon, yaşantılarımızı izler ve onlara müdahale eder. “Arka odada babanın kuran okuması” da benzer bir etkiyle bir süre sonra bir ayet söz dizimi olarak şiire yansıyacaktır. Televizyon, sürekli ve asla kırpılmadan izleyen bir göz olarak, duyarsızlaşmanın ve korkunç soğukkanlı bir insanlık cinayetinin simgesidir.
şüphesiz ki o yer ile gökleri bir ettiğinde ve dağları
yürüttüğünde televizyon açık olacak
ölülerin anma günü geldiğinde televizyon açıktır
Trans meditasyon ve katil arılar medeniyete saldırırken
televizyon açıktır, imam hutbede cennetten koçlardan
ismail’lerden bahsederken televizyon açılmıştır (...)
(...)
askerler uğurlanırken
ve evlerine sadece bir madalya döndüğünde
televizyon açıktır.
“Dekoratif Terörizm” şiirinde “Dünyanın merkezi insandır” diyor şair. Ancak şunu da ekliyor: “öyle ya da böyle”. Öyle ya da böyle diyerek insanın bu merkezi konumunu elde ediş sürecindeki eylemlerinin gayri meşruluğuna göndermede bulunuyor. “Gökyüzüne robot atlarla” işaret bırakırken çılgınlık ve sıradanlık aynı kapıya çıkıyor.
kışkırtıcı
bir
sıradanlık
bekliyor
bizi
Turgut Uyar’ın “şiir çıkmazdadır”ını anımsatan bir bildiri 9 kez tekrarlanıyor “benim şeylerim” şiirinde: “şiir felakettedir”. Biçim olarak da yine Turgut Uyar’ın “Ah, yağmur başlayacak”ı alt alta yedi kez yazmasındaki epifaniyi anımsatıyor aslında. “Benim şeylerim” adını verdiği şiirde şairin “benim” dedikleri: saçları, çerçevesi, camı, kolları, gölgesi. Şiiri felakete sürükleyen, şeylerin patlaması, savrulması ve yayılması. Ve bunlar karşısında öznelerin zayıf yanlarının değişkenliğinden ileri gelen “yorum farkı”, bir ihtimal.
ve bayrak dalgalandığında
bedenler elektromanyetik zamana geçtiğinde
beni dövecek olan birileri miraca yükselecek
rastalı bir peygamber dönüyor dönüyor
koskoca dünya gerçeğine sapıyor, sapıyor
erkek olarak geldiği dünyadan ayrılıyor
“Robot sesleri”, “radyasyon”, “çöplük beden”, “elektron çakımları”, “kayıtsız bakış”, “uzay araştırmaları”, “ağır makine”. Kitabın bütününü çevreleyen cyberpunk atmosferin en yoğun hissedildiği şiir kitaba adını veren “Ölüm ve Piyasa”. Öyle ki, şairin “kupkuru” damarları bir cyberpunk rengi diyebileceğimiz “mor”la anlatılmış. Doğal olarak da kitabın adı “ölüm ve piyasa” olmuş. Şairin dünyası, “şiirsel bir kıyımla” rendelenmiş şekilde şiire heterojen dağılmış. Şiir, çarpıcı bir itirazla sonlanmış: “götten yememiş erkekler cinsel devrim konuşurken.”
hastanelik olana kadar
yaşayacağız yaşarken
pandalar medeniyet testlerinden geçirilirken
eski bir insana ait çene kemiği kazıda çıkartılırken
ağır makine mars’a inmiş etrafı izlerken
bir güvenlik kamerasına güvenirken
götten yememiş erkekler cinsel devrim konuşurken.
Emre Varışlı, kitabın diğer şiirlerinde de “vahşi toplum”a, “baba makinesi”ne, “kapkara televizyon”a, patrona, polise ve devlete çok sert itirazlarda bulunmaya devam ediyor. Ölüm ve Piyasa, son dönem şiirinde apokaliptik temaları biçimsel olarak kendine özgü işleyişiyle özel bir konuma aday.