Ne çok kitap…

Herkesin bildiği üzere, kitaplar, filmler, oyunlar… birbirlerinden beslenirler, aralarında ilk bakışta görünmese de sağlam bağlar vardır. Kitap, kültür, eleştiri gibi netameli alanlar üzerinde yoğunlaşan bir yayının esas gayesi, bu bağları göstermek, hepimize sunulmuş bir eseri tek başına havada asılı olmaktan kurtarmak olmalıdır. Öteki eserlerle birlikte yeniden düşünmek.

Ne çok kitap yayınlanıyor, okunacak ne çok roman ne çok hikâye var! Sinemalarda, televizyonlarda, yeni mecralarda seyredemeyeceğimiz kadar çok film, elimizin altında, cep telefonlarımızda dinleyemeyeceğimiz kadar çok müzik…Siz de sık sık hayret etmiyor musunuz bu bolluğa, hatta için için paniğe kapılasınız gelmiyor mu?

Şimdilik internette gözümüzü elimizi oyalayan irili ufaklı binlerce şeyi, oyunları, sosyal medya bağımlılığını geçelim bir kalem – onlar ayrı konu. Bile isteye, sürüklenmeden seyretmek, dinlemek, okumak… için de önümüzde muazzam bir seçenek bolluğu var. Çok fazla!

Gerçek hayattaki kitaplar, Morris Lessmore’un uçan fantastik kitapları kadar harikulade olabilirler, ama onlar gibi kendiliğinden yanımıza gelmezler, kendilerini bize açmazlar ne yazık ki: Kitap seçmek dünyanın en güç işlerinden biridir.

(Bu arada, daha önce seyretmediyseniz aşağıdaki şu Oscar ödüllü animasyonu bir izleyin derim, ben nasıl olsa bekliyorum burada. )

Çok güzel, dokunaklı –epeyce de romantik, değil mi? Belki kitapların özgürleştirici yanına bir methiye, belki hikâyelerin iyileştirici güçlerinin bir alegorisi… Belki de kapanmakta olan bir çağın –basılı kitap çağının– selamlanışı… Muhtemelen hepsi.

Uçan ve konuşan kitaplarının arasında boğulmayan, mutlu mesut Morris Lessmore gibi bizler de okunacak kitaplar, izlenecek filmler, öğrenilecek hikâyeler arasında yaşarız – en azından kimilerimiz. Ama bu kadar okunacak şeyin arasında sık sık kaybolmuş hissederiz kendimizi.

Yepyeni bir şey değil bu. Bolluğun ifrat sınırlarını aşmadığı eski zamanlarda da bütün kitapları okuyamaz, bütün filmleri seyredemezdiniz, ama fısıltı gazetesi diye bir şey vardı – hâlâ var. Eskiden de zordu kitap seçmek. Şimdi daha zor çünkü gürül gürül dev bir okyanus var etrafımızda artık, fısıltıları işitmeyi engelleyen. İlgilendiğiniz, sevebileceğiniz kitapları bu dev kitap okyanusunun içinden seçip bulmak kolay iş değil.

Tam da bunun için müzik ve sinema platformları daha önce dinleyip seyrettiklerimize dayanarak yapay zekâ algoritmalarıyla bize özel listeler hazırlıyor, çok başarısız oldukları da söylenemez. İşte K24, yine dijital ortamda, ama “doğal zekâ” ile aynı işi başarmaya çalışıyor.

Kitap seçmenin en güç işlerden biri olduğunu, bir kitabı okumanın ancak başka bir kitaptan çalınmış zamanla mümkün olduğunu bilerek.

Yakında bu seçme işinde okura destek olmak üzere bir iki adım daha atacağız. Eleştirilerin, kitap tanıtımlarının, denemelerin ve polemiklerin yanı sıra, “kaçırmamanız gereken kitapları” basılır basılmaz ön sayfadan listelemek gibi… Yayınevlerinden bize gönderilmiş kitapları, eleştiri ve tanıtımdan önce, basılır basılmaz bir iki alıntıyla vitrine çıkarmak gibi…

Bolluğun yarattığı sorunlardan biri, çok fazla sayıda kitabın –hep kitap deyip duruyorum, ama aslında bütün kültür ürünlerini kastediyorum– yeterince konuşulamadan, gereğince sindirilmeden kayboluvermesi.

Herkesin bildiği üzere, kitaplar, filmler, oyunlar… birbirlerinden beslenirler, aralarında ilk bakışta görünmese de sağlam bağlar vardır. İşte kitap, kültür, eleştiri gibi netameli alanlar üzerinde yoğunlaşan bir yayının esas gayesi, bu bağları göstermek, hepimize sunulmuş bir eseri tek başına havada asılı olmaktan kurtarmak olmalıdır. Öteki eserlerle birlikte yeniden düşünmek. Bir bağlama oturtmak, o eserin bağlamını bir kez daha sorgulamak da denebilir. Belki yepyeni bir bağlamda, bambaşka bir ışık altında değerlendirmek.

Bu nedenle, artık birçok kitaba değen/değinen serbest denemelere, birden çok kitabı belirli bir tema ya da problem çerçevesinde ele alan kapsamlı yazılara daha sık yvermeye niyetliyiz.

Mutfaktan da örnekler olacak ara sıra: Henüz basılmamış kitaplardan tadımlık parçalar.

Hiçbir zaman basılmayan yazılardan oluşan online bir mecrayı sadece basılı kitaplara hasretmek biraz tuhaf olur doğrusu. O nedenle sık sık, basılı dünyanın dışına çıkacağız bundan böyle. Kastettiğim sadece müzik, film gibi kitap dışı alanlar değil. Kültür dünyası teknolojik açıdan dönüşüyorsa, dönüşümün ilk tartışıldığı yer burası, bu sayfalar, bu ekranlar olmalı.

Her an çevrimiçi olmanın avantajını kullanmalı: Selahattin Demirtaş’ın ilk romanı Leylan hakkında, daha çıktığı gün Behçet Çelik imzalı doyurucu bir değerlendirme yayınladık örneğin. (Okuma kopyasını önceden sağlayan Dipnot Yayınlarına teşekkür ederiz.)

Yazılarda linklere, yazı dışı öğelere de daha fazla yer veriyoruz. Dikkat ettiyseniz, K24’e artık her gün yeni bir yazı yükleniyor. Tatlı Perşembe alışkanlığını bozmamak için, Perşembe günleri de birkaç yazı ile güncelleniyoruz. Perşembeden perşembeye bakarsanız, dolu dolu bir dergi göreceksiniz karşınızda. Ama bence sık sık bir göz atmanızda yarar var!

Halihazırdaki işimiz, içeriği daha iyi yansıtabilmek üzere, birtakım teknik değişikliklere girişmek ve arayüzü yenilemek.

Daha sık çıkacağız edebiyatın dışına. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da kitap, kültür, yayın ve düşünce dünyasının bir aynası olacak K24. Bunu da birlikte yapacağız: Yayıncılarla ve yazarlarla birlikte. K24’e düzenli olarak katkıda bulunan bir yazar çevresi var tabii ki, ama bu çevrenin dışından da beslenmek istiyoruz. Yazılarınızı doğrudan K24’e yollarsanız seviniriz.

Buraya herkes yazabilir: Önemli olan kimin yazdığından çok, yazının bize ne söylediği. Tartışmasını ne derece açık seçik yürüttüğü. Ve söylediğini nasıl söylediği: Lezzet her zaman baş tacımız.