Nadir bir türün kadri bilinmemiş örneği: Âşinâ Yüzler

"Âşina Yüzler’in Babamın Arkadaşları’ndan farklı bir yanı da, daha haşin, bazen de hırçın bir havada olmasıdır. Sadece iki edebiyatçıya, Orhan Veli ve Sait Faik’e şefkatle yaklaşır. İtiraf etmek lazım ve Orhan Koçak sevinecektir; Âşina Yüzler’de kendini duyuran geçimsizlik, kem göz, izlenimci enerjiyi artırmış, edebi lezzetin lehine çalışmıştır."

21 Mayıs 2022 15:41

 

Samet Ağaoğlu’nun iki portreler kitabı var. Bunlardan Babamın Arkadaşları daha fazla bilinir. 1956’daki ilk basımının ardından 1958 ve 1969’da birer kez daha yayınlandıktan uzun bir süre sonra 1998’de İletişim Yayınları’nca yeni basımı yapıldı; 2020’de bu basımın 4. baskısı çıktı. Diğer kitap, Âşina Yüzler ise gölgede kalmış, çok daha az ilgi uyandırmıştır. Ağaoğlu Yayınevi’nce 1965’te basıldı, Yapı Kredi Yayınları 2011’de yeni basımını yaptı, bildiğim kadarıyla o kadar.

Babamın Arkadaşları, Ziya Gökalp’ten Recep Peker’e, Reşit Galip’ten Fuat Köprülü’ye, erken Cumhuriyet döneminin şahsiyetlerini anlatır. Âşina Yüzler’in kadrosunu ise çok partili hayata geçişin ve ‘50’lerin portreleri oluşturur. Belki Babamın Arkadaşları’na kıyasla daha az şöhretli isimleri konu etmesi bu kitaba ilgiyi düşürmüştür. Belki Ağaoğlu’nun Babamın Arkadaşları’nın yayımlandığı tarihte iktidardaki Demokrat Parti’nin milletvekili, Âşina Yüzler’in yayımlandığı tarihte ise siyaseten sabık ve sakıt durumda olması nedeniyle de, iki kitabın nasibi farklı olmuştur. Her halükârda, Âşina Yüzler, Babamın Arkadaşları’ndan zayıf değildir. Hiç değildir.

Babamın Arkadaşları’nın 2. baskısına önsözünde Samet Ağaoğlu, kitabının “edebî değerini söylemek suretiyle gösterdikleri lütufkâr takdir” için eleştirmenlere minnet ve bahtiyarlığını belirtir. Çünkü edebiyatı, edebiyatçı sayılmayı önemsiyordur. Edebiyatın gecekonducusudur kendisi – hikâyeci, yani… Âşina Yüzler’de “Hikâyeyi her zaman yazı sanatının gecekondusu saydığını” belirtir. Sanatın aslı şiir ve romandır ona göre. Ağaoğlu’nun 1944-1965 arası yayımlanmış altı hikâye kitabı var. 1954’te Edebiyatçılar Derneği’nin kurucuları arasında yer almış, 27 Mayıs darbesinden sonra “düşüklerden” olduğu için üyelikten çıkartılmak istenmiş, buna sadece Yaşar Kemal karşı çıkmış. Velhâsıl, Ağaoğlu hikâyeciliğe emek vermiştir ve Âşina Yüzler’den (Babamın Arkadaşları’ndan da), bahsettiği şahsiyetleri hiç tanımasanız bile edebi bir tat alırsınız.

Zaten Âşina Yüzler’i (nispeten kadri bilinen Babamın Arkadaşları’nı da temsil etmek üzere) ihmale uğramış bir eser niyetine teklif etmemin nedeni, bir edebi tür olarak portrenin nadir örneklerinden olmasıdır.

Portre edebiyatının başka dillerde de bolluğu yoktur. “Starı” herhalde Stefan Zweig’tır. Elias Canetti’nin Edebiyatçılar Üzerinesi, (çev. Gürsel Aytaç, Payel Yayınları, 2007). Javier Marías’ın Yazınsal Yaşamlar’ını (çev. Pınar Savaş, Can Yayınları, 2011) seçkin örnekler olarak anabilirim. Daha yakınlarda yazılmış, Türkçeye çevirdiğim Hayatta Kalma Sanatçıları (İletişim Yayınları, 2021) adlı eserinde Hans Magnus Enzensberger, çizdiği kısa portreler için “vinyet” terimini kullanır. Portreden daha iddiasız, küçük, süsleme mahiyetinde metinler…

Cemal Süreya’nın 99 Yüzüne (1991) de uyarlayabiliriz vinyet tanımını. Siyasetten, edebiyattan, popüler kültürden, magazinden şahsiyetler üzerine izlenimci, keskin fırça darbeleri. (Levent Cantek’in 2017’de İletişim’den çıkan Kuş Eppeği aynı soydandır; daha telgrafik, daha teşbih sarhoşu, çok zevkli bir küçük kitap.) Başka hangi portre denemeleri var Türkçede? Benim bildiğim, Hakkı Süha Gezgin’in gerçekten edebi zevkle yazılmış Edebî Portreler’i var (1939-1941). Tabii, Haldun Taner’in zarif Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değili (1979). Devletlû-edip Cihad Baban’ın edipten ziyade devletlû bakışlı Politika Galerisi – Büstler ve Portreler’i var (1970). Beşir Ayvazoğlu’nun yer yer biraz perestişkâr bir “değer bilme” şevkiyle yazılmış Defterimde Kırk Suret’i (Ötüken Neşriyat, 1996; birçok yeni basımı yapıldı), Her Kuyuda Bir Yusuf’u (Kapı Yayınları, 2021) var. Gazeteci Oğuz Özdeş’in Bizim Caddeden Portreler’i var (1950). Yakın tarihten, Ahmet Tulgar’ın portreler üzerinden zamanın ruhunu deşen Bakışın Ritmi (İletişim Yayınları, 2020), Yıldırım Türker’in “iyilere” saygı ve sevgi duruşu niteliğindeki Bahçe-Güzellemeler’i (Karakarga Yayınları, 2020) var. Ağaoğlu’nun işleri, tekrarlayayım, nadir bir türün kadri bilinmemiş örneği olması bakımından önemli.

Âşina Yüzler’in sunuşunda Samet Ağaoğlu kısaca portre edebiyatı üzerine düşüncelerini söyler. Portre, “fotoğraf sadakati” gözetmekle, “gözüne göründüğü şekil ve renklerde” resmetmek arasına salınan bir anlatı türüdür, ona göre. Kendisi ikinci kutba, izlenimci tavra yakındır. Anı türüne de akraba metinlerden söz ediyoruz tabii. Babamın Arkadaşları’nın sunuşunda, “ruh ve şahsiyet tahlili” yapmaya çalıştığını söylemişti; ama neticede “bazı insanların, kafamın içinde bıraktıkları izlerden ibaret resimleri” hududuna çekiliyordu. Âşina Yüzler’de, “çevresinde gözüne çarpmış bazı insanları anlatan yazılar” tarifini yapar. Âşina kelimesinin “artık hatıradan ibaret kalmış tanıdıklar” anlamındaki sözlük karşılığı yanında, halk dilinde bir insanın içini dışını, mayasını, karakterini tanımak anlamına kullanıldığını hatırlatarak, bir bakıma biyografi-izlenimcilik gerilimini tekrarlar. Aslında kitabına “âşina gölgeler” de diyebileceğine değinip tekrar izlenimcilik kutbuna dönerek…

***

Tıpkı Babamın Arkadaşları’ndaki gibi, Âşina Yüzler’de de portresi çizilen şahsiyetlerin adı verilmez. Sanki bir tip gibi anlatılırlar. Bazı başlıklar, mesela “Orta Anadolu’nun adamı” (Bölükbaşı), “Taşralı avukat” (Hasan Dinçer), “Naylon politikacı” (İsmail Rüştü Aksal), “Facia artisti” (Avni Doğan), o portrenin gerçekten de bir tiplemeye tekabül ettiğini düşündürtür.

Âşina Yüzler kadrosunda başta ve sonra birer edebiyatçı yer alır, gerisi siyasetçidir: Orhan Veli, Faik Ahmet Barutçu, Yusuf Azizoğlu, Hasan Dinçer, Kasım Gülek, Osman Bölükbaşı, İsmail Rüştü Aksal, Suat Hayri Ürgüplü, Nihat Erim, Hıfzı Oğuz Bekata, Avni Doğan, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Fuat Sirman, Fethi Çelikbaş, Şefik İnan, Ahmet Emin Yalman, Fuat Köprülü, Cihad Baban, Ahmet Tahtakılıç, Osman Zihni Betil, Fahrettin Kerim Gökay, Sait Faik. (Bu kadrodan bir tek Betil’i çıkaramamıştım, bu yazıyı yazarken araştırıp buldum.)

Ağaoğlu bu metinlerde 2. Meşrutiyet’ten 1960’lara, siyasetçi ve mebus profilinin değişimine bakarak memleketin siyasetçi profiline dair bir robot resim de çizer. Aralara sıkışmış bir Halk Partisi vinyeti de var… CHP’nin tarihsel gelişimini, mensupları arasında “bir beraberlik sihri” yaratmış, “yavaş yavaş bir tekke olmuş, başındaki postnişinden kapının dışında boynu bükük, elleri göğüste bekleyen abdal dervişine kadar bütün mensupları ayinleri gizli bir mezhebin kulları görünüşünü almış” bir “siyasi teşekkül” olarak tasvir eder. Elbette siyasi husumet de vardır bu resmin çizilişinde, elbette 27 Mayıs darbesinin getirdiği acılık, içerleme, elem de vardır. Sadece Halk Partisi tasvirinde değil, bütün metinlerde vardır.

Âşina Yüzler’den Samet Ağaoğlu’nun kalem ustalığını yansıtan iki pasaj aktaracağım. Şu, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nu küçümserken:

“Fikir diye ortaya sürdükleri… biraz edebiyat, biraz felsefe, birçok hatıranın ötesinde, kâh renkli, kâh karanlık hislerden ibaretti. Hissederken düşündüğünü sanıyordu. (…) Bilgili olmak ve görünmek gönlünü dolduran hasretlerdendi. Hayat macerası içinde buna imkân bulamayınca mistiğin koyu gölgeli yollarına sapmıştı.”

Şu, İsmail Rüştü Aksal’ı tasvir ederken:

“El sallaması, yürümesi, oturması, kalkması ancak kendinin duyduğu bir bestenin nağmelerine göre ayarlanmış…”

Şu, Fuat Köprülü’yü –Babamın Arkadaşları’nın 1969’daki 3. basımında teslim ettiği gibi “biraz insafsız”ca– küçümserken:

“Boyunu biraz büyütmek için ayakkabılarının ökçelerine gizli katlar yerleştirmek yerine başını ince çenesi yukarıya kalkacak şekilde dikip, göğsünü şişirerek yürüyen bu adamın yüzü bir türlü ihtiyarlamıyordu. (…) … konuşmağa başlar başlamaz şaşırtıcı, oldukça da yapma bir samimilik rüzgârı ortalığı sarıyor, konu ne olursa olsun, bilgi, politika veya şakalar hep bu rüzgârın, bu havanın içinde kalıyordu.”

Şu, Ahmet Tahtakılıç’ın şans eseri bulduğu siyasi ikbalden bahsederken:

“O güne kadar sadece ya devletin resmî, ya da aile arkadaş; beş on kişilik memur topluluklarının dikkat, göze çarpmak, etkili olmak gibi kaygulardan uzak, şartsız diliyle konuşmuştu. Şimdi kitlelerin karşısına çıkacak, onlara adı demokrasi, bir hürriyet rejiminin faydalarını anlatacak, artık bıktıkları, fakat bir türlü kurtulamadıkları insanların beceriksizliklerini, kabahatlerini, hoyratlıklarını ortaya dökecek, vatanın üstünü yıllardan beri örten baskı idaresinin, üzerlerinde ‘istemiyoruz’ yazılı kâğıt parçacıklarını kapalı sandıklara atmakla yok edilebileceğine onları inandıracak!”

Şu, Fuat Sirman’ın ikbalini biraz da dış görünüşüne borçlu olduğunu anlatırken:

“Yalnız bir zaaf var gülüşlerinde. Bir yandan güzelliğinden duyduğu gururu açıklayan, bir yandan acaba tek kuvveti bu mudur dedirten bir yayılma. Yüzünün gerginliğini birdenbire gevşetiyor. Gülüşünün hıyanetini bildiği için az gülmeğe çalışıyor. Değerli hazinesini tüketmemek için de az konuşmağa…”

Şu, Orhan Veli hakkında:

“Büyük şairliğine herkesi sanat dışında bir kaynaktan yardım görmeden inandırmıştı. Yine bunun için taklit edilemez olmuştu. Elindeki sihirli kaval yalnız onun nefesiyle ses veriyordu.”

Bir acılık hissinden söz ettim. Âşina Yüzler’in Babamın Arkadaşları’ndan farklı bir yanı da, daha haşin, bazen de hırçın bir havada olmasıdır. Sadece iki edebiyatçıya, Orhan Veli ve Sait Faik’e şefkatle yaklaşır. Babasının arkadaşlarını genellikle daha müspet, daha hürmetkâr, daha geçimli bir havada yazmıştı. Tabii, neticede babasının arkadaşları, büyükleri. (Hem babasının arkadaşı hem kendisinin siyaset yoldaşı olan Fuat Köprülü, her iki kitapta da yer alan tek kişidir ve iki kitapta da kibri ve vefasızlığıyla çizilir!) İtiraf etmek lazım ve Orhan Koçak sevinecektir; Âşina Yüzler’de kendini duyuran geçimsizlik, kem göz, izlenimci enerjiyi artırmış, edebi lezzetin lehine çalışmıştır. Belki aradaki yaklaşık on yıllık kalem idmanının da payını arayabiliriz bu lezzet artışında.

Hikâye yazı sanatının gecekondusu ise, Samet Ağaoğlu’nun dediği gibi, portreye de belki müştemilat demeli. Âşina Yüzler’e bu türü temsilen müştemilatta bir yer ayrılmalı.

•