"Benim için Ermenice herhangi bir dilden çok daha fazlası oldu"

Mehmet Fatih Uslu: Ermenice öğrenmenin okuma yazma maceramda saf bir mutluluk kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Kendi memleketimi, kendi hâlimi, hepimizin ahvalini anlama çabasında ummadığım imkânlar, yollar açtı

18 Ekim 2018 14:10

Çeviri işiyle ilgilenenlerin, akademik dünyada üretim yapanların, yayıncılıkta olup kitaplarla ve ham metinlerle uğraşanların, İngilizce dışında bir başka yabancı dili öğrenme arzusuna kapıldığını ve bu yolda ilerlediğini görürüz. Ya bir dil öğrenilir, başka işlerle uğraşmaktan zaman ayrılamaz ve yarım bırakılır; ya da inat edilir, yabancı dil sayısı ikiye, üçe, hatta dörde, beşe yükseltilir. Kimileri de hâlihazırda heybede üç dört dil varken, çalışma alanını genişletmek ve henüz keşfedilmemiş edebiyat metinlerini gün yüzüne çıkarmak arzusu ve dürtüsüyle yeni bir dil öğrenme macerasına başlar. Mehmet Fatih Uslu da onlardan biri. Aras Yayıncılık’ın Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, Sibel Oral’la yaptığı söyleşisinde “ [...] Allahtan Mehmet Fatih Uslu Ermenice öğrendi de Ermeniceden yapılmış gerçekten nitelikli çeviriyle çalışabiliyoruz,” dediğinde Uslu’yla bu macerasını konuşmayı kafama koymuştum, sonuçta Koptaş’ın da söyleşinin devamında belirtiği üzere, ne yazık ki “kimsenin Ermenice, Rumca, Kürtçe öğrenmek gibi bir derdi yok”ken, Uslu’nun bu yola girmesinin gerekçelerini öğrenmek ve onun çalışmalarından feyzalmak niyetindeydim. Öyle de oldu; modern Ermeni edebiyatından Ermeni edebiyatın Türkçedeki yolculuğuna, Ermenicenin yapısından Türkçeyle olan benzerliklerine, akademi dünyasına, akademik üretimlere, tercüme faaliyetlerine kadar pek çok konu üzerine İstanbul Şehir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Mehmet Fatih Uslu’yla hasbihâl ettik.

Akademik üretimde tercüme faaliyetlerinin çok yoğun olmadığından da bahsettik söyleşinin bir yerinde; hatta Uslu’nun da dediği üzere, tercümenin, yani kitap yazmak yerine tercümeyle vakit kaybetmenin, kısmen de küçümsendiği bir akademik dünyanın içindeyiz. Ben kendi formasyonunu heybesine atıp yabancı dil bilen akademisyenlerin yayıncılıkta ve özellikle de tercüme faaliyetinde kendisine alan yaratmasını ve üretime geçmesini gerekli bulduğumu belirtmek istiyorum. Çeviribilim alanı başta olmak üzere edebiyat alanlarında ve sosyal bilimlerde, hatta fen bilimlerinde dahi öğretim üyelerinin bu üretime tercüme vasıtasıyla da katkı sağlaması gerekiyor. Bu sebeple Mehmet Fatih Uslu’ya tercüme alanında yaptığı üretimleri için teşekkürü bir borç bilip sizleri sohbetimize davet ediyorum.

Söyleşimizin odağının Ermeniceden Türkçeye yapılan çeviriler olduğunu düşünürsek, ilk olarak çalışmalarınızda Ermenice edebiyata, Ermeniceye ve Osmanlı’da Ermeni edebiyatına doğru yönelmenizin gerekçelerini öğrenmek isterim. Nasıl karar verdiniz bu alana odaklanmaya?

Ermenice ile aslında görece oldukça geç bir dönemde, doktora sırasında ilgilenmeye başladım. Tezim Osmanlı’da tiyatro edebiyatı üzerineydi. Çalışmanın bir noktasında Ermenice öğrenmenin araştırmama yeni imkânlar açacağını fark ettim. Uzun yıllar sürecek ve aslında hâlâ da devam eden Ermenice öğrenme macerası işte bu fark edişten sonra başladı.

Tabii, aslında benimki birçok başka hoca ve meslektaşımın hissettiği genel bir “farkına varma” hâlinin parçasıydı. Osmanlı kültür ve edebiyatının çok dinli, çok etnisiteli, çok dilli yapısını anlamak için yeni araçlara ihtiyacımız vardı ve bu karmaşık çoğulluğa daha yakından temas edebilmek için tek başına Osmanlı Türkçesi yetersiz kalıyordu. Ya da şöyle diyeyim, Osmanlı’nın diğer dilleriyle bağ kurmak, görüş alanımızı öncekine kıyasla çok genişletecekti. İşte, ben de bu umudun peşinden Ermeniceye yöneldim.

Nerede öğrendiniz ya da öğrenmeye başladınız peki?

Az önce söylediğim gibi, Ermeniceyi öğrenme kararım akademik sebeplere dayanıyordu ama maalesef ne akademi içinde ne de dışında Ermeniceyi öğrenmek herhangi bir Avrupa dilini ya da Arapça-Farsçayı öğrenmek kadar kolaydı. Ortada ne bir kurs ne de kolayca ulaşılabilir kaynaklar vardı. Tam bu nokta da, şerden doğan hayır diyelim, Hrant Dink 2007’de katledildiğinde Bilgi Üniversitesi’nde bir grup akademisyen tepki olarak Ermenice öğrenmeye karar vermişler ve haftalık iki saat ders almaya başlamışlar. Ben de bunu duyunca bu gruba eklendim ve maceram aslen orada başladı. Çok zorlu ve uzun bir macera olduğunu söylemeliyim. Bir süre yoğun bir şekilde kendim çalıştıktan sonra İtalya ve Amerika’da birer yıl Ermenice edebiyat okuma fırsatım oldu. Ama hiçbir zaman dilin formel eğitimini almadım. Daha çok edebiyatla çarpışırken öğrendiğim bir dil oldu Ermenice.

Nasıl bir tecrübeydi? Zorluklarından ve size keyif veren taraflarından bahsedebilir misiniz?

Ermenice öğrenmenin okuma yazma maceramda saf bir mutluluk kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Bu coğrafyada yetişmiş birisi olarak, herhangi bir dilden çok daha fazlası oldu Ermenice benim için. Belki biraz romantik gelecek kulağa ama zihnimi, ruhumu açan bir tecrübe oldu. Kendi memleketimi, kendi hâlimi, hepimizin ahvalini anlama çabasında hiç ummadığım imkânlar, yollar açtı. Ta lise yıllarından beri edebiyatın temel işlevinin bir tür kendini tanıma hâli olduğunu, bu yönüyle edebiyatın kuvvetli bir manevi fonksiyonu olduğunu düşünüp dururdum. Ermenice öğrenmek, çok başka bir yoldan da olsa, bu romantik inancımı yeniden sahiplenebildiğim bir alan açtı.

Yapı olarak Ermenice nasıl bir dil?

Ermenicenin 38 harften oluşan oldukça zorlu bir alfabesi var. Genelde dil öğrenmenin en kolay kısmı ilk başıdır, oysa bu zorlu alfabe Ermenice için durumu biraz farklı kılıyor. Bunun dışında, Ermenice Hint-Avrupa dil ailesine dâhil, ama bu aile içinde herhangi bir ana kola ait olmayan bir dil. Bu bağlamda dilbilgisi açısından çok zorlu olmadığını ve Avrupa dillerinden herhangi birinin ya da Farsçanın eğitimini almış birisini çok zorlamayacağını düşünüyorum. Benim için Ermenicenin en zorlu tarafı, ki hâlâ da öyle, sözcük dağarcığı oldu. Kelimeler ortalama olarak çok uzun ve sıklıkla birbirine çok yakın seslerden oluşuyor. Tabii, ben Batı Ermenice çalışıyorum, yani Osmanlı-Türkiye Ermenilerinin lehçesini. Bugün Ermenistan’da okunup yazılan lehçe Doğu Ermenice ve bu iki lehçe arasında yabana atılmayacak farklar var.

Mehmet Fatih Uslu

Türkçeye çevirilerde ne tür zorluklar doğuruyor bu durum?

Zorluklardan bahsedip kimseyi korkutmayayım. Hatta Türkçe için aslında şöyle bir avantaj olduğunu söyleyebilirim. Dilin deyimsel yapısı bakımından Batı Ermenice ile Türkçe arasında pek çok ortaklık var. Aynı coğrafyada yan yana gelişmenin etkisiyle deyimlerde, atasözlerinde ve dilin düşünce kurgusunda dikkat çekici yakınlıklar olduğu kolaylıkla söylenebilir. Şöyle diyeyim “chicken translation”ın büyük oranda çalıştığı bir dil ikilisi Batı Ermenice ve Türkçe. Ama dilin Türkiye’de kurumsallaşmış bir eğitiminin olmaması (özellikle de etnik köken bakımından Ermeni olmayanlar için) zorluklarla başa çıkmada bazen yalnız kalmanıza sebep oluyor. Sık sık hocalarıma, arkadaşlarıma ıkına sıkıla bir şeyler sorduğum e-postalar atarken buluyorum kendimi hâlâ.

Türkçede Ermenice edebiyat nasıl takip ediliyor sizce?

Bugün Batı Ermenicede yeni edebiyat metni maalesef çok nadir üretiliyor. Dolayısıyla güncelin takibi gibi bir mesele söz konusu değil. Bizde olan daha ziyade önemli bir kısmı Osmanlı coğrafyasında doğmuş Ermeni yazar ve şairlerin eserlerinin tercüme edilmesi. Burada mutlulukla söyleyebilirim ki, artık Türkçede yabana atılmayacak bir külliyat var ve bu külliyatın çok daha fazlası çevrilmeyi bekliyor. Bu noktada esas aktör hepimizin bildiği gibi Aras Yayıncılık. Aras’ın çok sayıda önemli Ermeni yazarın Türkçede varolmasını ve tanınmasını tek başına sağladığını söylemek sanırım abartılı olmayacaktır. Ama son yıllarda artan bir ilgi olduğu ve farklı yayınevlerinin de Ermeniceden çeviriler yaptığı görülüyor. Örneğin, Hagop Baronyan’ın iki kitabı Can Yayınları tarafından basıldı. Başka yayınevlerinin de Ermenice edebiyattan çeviriler yapma arzusunda olduğunu duyuyorum.

Siz bu külliyatın oluşumundaki rolünüzü nasıl değerlendirirsiniz?

Benim bu oluşumda çok önemli bir rolüm yok, daha çok takipçiyim diyebilirim. Ama son yıllarda akademik çalışmalarıma paralel olarak bazı yazılar ve küçük edebî parçalar ile Hagop Baronyan’ın bir oyununu ve Zabel Yesayan’ın üç novellasını (üçüncüsü bu aralar yayımlanacak) Ermeniceden Türkçeye tercüme etme fırsatı buldum.

Siz Aras’tan henüz bahsetmişken, oradan devam edelim isterim. Bu alanda yayıncılıkta neler yapılmalı sizce?

Ben her şeyden önce okur talebinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ermenice edebiyata son yıllarda artan bir ilgi var ve bu ilgiyle beraber tercüme faaliyetinde de bir yoğunlaşma söz konusu. Her geçen gün daha zengin bir koleksiyona sahip oluyoruz. Aras son yıllarda çok daha fazla kitap basmaya başladı ve hakikaten önemli metinler çevrildi. Amma velakin talep hâlâ arzu edilen düzeyde değil. Kitapların Türkiye genelinde, birkaç istisna dışında, yoğun okur ilgisine mazhar olduğunu söylemek kolay değil. Bu durum yayıncıların sadece piyasadan kazandıklarıyla yayıncılık yapmasını zorlaştırıyor. Daha çok kurumsal desteğe ihtiyaç duyuluyor.

Dil de büyük bir engel, değil mi?

Maalesef öyle. Ermenicede profesyonel çevirmen yok denecek kadar az desem, sanırım kimseye haksızlık etmiş olmam. Kitap çevirilerinin büyük kısmını Ermeni cemaatinden asıl işi çevirmenlik olmayan insanlar yaptı bugüne kadar. O kuşak da yaşlanıyor şimdi ve gençlerin Türkçesi daha iyi ama Ermeniceleri eskiler kadar iyi değil.

Yavaş yavaş sizin çevirilerinize geçelim. Zabel Yesayan’ın novellalarını ve Hagop Baronyan’ın oyununu çevirdiğinizden bahsettiniz. Novellalardan başlayalım. Üslup ve dil açısından sizi neler zorladı?

Zabel Yesayan tercümeleri ilk ânından sonuna kadar beni çok yoran bir tecrübe oldu. Yesayan üslupçu bir yazar. Romantik üslupçuluktan çok etkilenmiş ve aslında her ne kadar “gerçekçi” olmaya talip olsa da bu novellalarda oldukça girift, ince işlenmiş ve sanatlı bir dil karşınıza çıkıyor. Tercümelerde, biraz da sanırım riskli bir kararla, dönemin Türkçesine yakın bir dil ve üslup tutturmaya çalıştım. “Yesayan yüzyılın ilk çeyreğinde Türkçe yazsa nasıl bir dile sahip olurdu” sorusuna cevap aradım. Bu kaygı kimine abartılı gelebilir ama Zabel Hanım yüzyıl sonra evine dönüyordu ve bu dili kurmanın onun âlemine/hakikatine bizi daha yakınlaştıracak bir imkân olduğunu düşündüm. Ama tabii bir yandan da bugünün okurunu yorup metinden uzaklaştırmayacak bir dil olmalıydı ortaya çıkan. Bu durum kullanabileceğim sözcük dağarcığını ister istemez daralttı ve beni uzun ve yorucu bir işçilik sürecine yöneltti.

Sürgün Ruhum, Zabel Yesayan, Çev: Mehmet Fatih Uslu, Aras YayıncılıkYesayan’ın metinlerini çevirmeye nasıl karar verdiniz peki?

Benim bu çeviri macerasına başlamamda temel sebep aslında Yesayan hakkında bir kitap yazmayı arzu etmem oldu. Yaklaşık dört yıldır Yesayan’ın romancılığı üzerine bir türlü bitiremediğim bir kitap yazmak peşindeyim. Yesayan okurları onun metinlerinde “eve dönüş,” özellikle de “Üsküdar’a dönüş” motifinin ne kadar sık ortaya çıktığını fark etmişlerdir. Ben de bu kitabı ilk başından beri hep Yesayan’ın geç kalmış “eve dönüş”ünün bir parçası olarak hayal ettim. Dolayısıyla, kitabı İngilizce değil Türkçe yazmaya karar verdim. Ama ortada büyük bir sorun vardı, romancılığı üzerine bir kitap yazacağınız yazarın eserleri ortada yoktu. Böyle olunca, önce kitapları tercüme etmek zorunda hissettim kendimi. Bu süreçte her ne kadar çeviri işi kitabın önüne geçse de araştırma süreciyle iç içe yürüdü. Amerika, Fransa ve İtalya’daki kütüphanelerinden eserlerini topladım Yesayan’ın, Ermenistan’daki Çarents Müzesi’nde bulunan terekesini çalışma fırsatı buldum. Ve parça parça üzerine yazmaya devam ettim.

İstanbul Kadın Müzesi’nin internet sitesinde “ilk Ermeni sosyalist feminist kadın yazar” olarak anılan Zabel Yesayan’ın novellalarında da cinsiyet eşitsizliği temasına rastlıyor muyuz?

Yesayan’ın Türkiye’deki son 10-12 yıllık macerasına bakanlar, onun ortada henüz hiçbir çevirisi yokken, en azından belli çevrelerde, oldukça şöhret kazandığını görmüşlerdir. (Bu süreç hakkında Hazal Halavut’un yüksek lisans tezine ve yazılarına bakılabilir). Bu şöhrette onun ilk üniversite okuyan Osmanlı kadını olması, mücadeleciliği ve çığır açan bir “sosyalist feminist” olduğu fikri önemli rol oynadı. Edebiyatına bakıldığında, Yesayan’da “kadın varoluşu”nun çok önemli bir mesele olduğu apaçık görülüyor. Özellikle kadın kahramanların gözünden anlattığı metinlerde -ki Türkçede benim yaptığım üç çeviri de böyle metinler- bu varoluş sancısının kadın karakterlerde hep bir kendilerini tutsak eden zincirleri teşhis etme ve onlardan kopma/kopamama süreçlerinin anlatılmasına tekabül ettiğini görüyoruz. Bunun “cinsiyet eşitsizliği”ni ifade etmeye giden bir yönü olduğu pekâla düşünülebilir ama Yesayan’ın bu bağlamdaki çabasını anlatmak için sanırım daha geniş bir terim dağarcığına ihtiyacımız var.

Anlıyorum, burada aslında vurgu eşitsizlikten ziyade kadının kendisinde sanırım.

Evet, örneğin kötülük meselesi önemli Yesayan edebiyatında. Kadın kahramanlarının sınır aşımlarında, zincirleriyle yüzleşme tecrübelerinde yer yer sebepsiz kötülüğün/kötücüllüğün, kadın eyleminin sonunda trajik neticelere maruz kalan erkeklerin acıklı sonları hakkında cevaplanmayan etik soruların ortaya çıktığını görüyoruz. Saf bir yüceltmeden, kadının sınır aşan eylemini kutsallaştırmaktan itinayla uzak durduğunu düşünüyorum Yesayan’ın.

Çeviri sürecinde ve sonrasında editörlerle nasıl çalıştınız peki? Ermeniceden mi yapıldı çeviri kontrolleri?

Çeviri sürecinde sık sık danıştığım isimler var. Örneğin, hocam Levon Zekiyan, Sevan Değirmenciyan ve Boğos Çalgıcıoğlu’nun kapısını çaldım başım sıkıştığında. Baronyan’ın metninden önce de bazı yazılar ve kısa metinler çevirmiştim. O süreçte doğrudan Ermenice editörlük şansı olmadığından işte böyle “ehibba”nın yardımıyla işi yürüttüm. Ama Yesayan kitaplarında Rober Koptaş’la çalışıyoruz. Elbette Aras’ta editörlük süreci orijinal metinler üzerinden yürüyor. Ve çok şanslıyım aslında, zira titiz ve incelikli iş yapan bir editör Rober, metinlerin terbiye edilmesinde çok büyük emeği ve katkısı oluyor.

Baronyan Oyunları, Hagop Baronyan, Çev: Ayşan Sönmez, Mehmet Fatih Uslu, BGST YayınlarıŞanslısınız hakikaten. Oyun çevirisine gelelim mi? Yazılı bir metin çevirmekle oyun metni çevirmek arasında büyük bir fark var tabii. Sahnelenmek üzere mi çevrildi metin yoksa sadece kitap olarak mı basıldı?

Baronyan’dan tercüme ettiğim Bağdasar Ağpar bgst Yayınları’ndan çıkan Baronyan Oyunları içinde yayımlandı. Maalesef henüz sahnelenme şansı bulamadı. Bu sene Kadıköy’de amatör bir grubun oynayacağı söyleniyordu ama oyun çıktı mı bilmiyorum. Baronyan çok büyük bir satirist ve bugün bile capcanlı hissedeceğiniz bir mizahı var. Zaten bu gücünden olsa gerek Türkçeye çevrilen ilk oyunu Şark Dişçisi son dört beş senedir aralıksız sahnelenmeye devam ediyor ve Can Yayınları’ndan çıkan iki eseri de nispeten geniş bir okur kitlesine ulaşıyor.

Zorlandınız mı peki? Oyun çevirisi deyince akla hemen diyaloglar ve konuşma dili geliyor, bunlarda nasıl çözümler ürettiniz?

Elbette, özellikle kitap boyutundaki ilk çevirim olduğu için oldukça zorlandım. Baronyan’ın kıvrak ve oyunlu dilini aktarmak oldukça müşkül bir işti. Ama en çok yardımıma koşan, daha önce de değindiğim gibi, Batı Ermenice ile Türkçe arasındaki deyimsel ifadelerdeki yakınlık oldu. Bu perspektiften baktığınızda, aslında Batı Ermeniceden Türkçeye konuşma dilini aktarmanın daha kolay olduğunu söyleyebilirim.

Bu deyimlerden örnek vermeniz mümkün mü? Hani “chicken translation” dediniz ya, o benzerliği görmek istiyorum.

Elbette. İlk aklıma gelen mesela, “Nasılsınız” diye sorduğunda biri, Ermenicede de “İyi diyelim iyi olalım,” diyebilirsiniz. İyi bir haber alana “gözün aydın,” hasta birine “geçmiş olsun,” bir işle uğraşana “kolay gelsin” ifadelerini Ermeniceye kelime kelime tercüme edip gönül ferahlığıyla kullanabilirsiniz.

Çevirmek istediğiniz ya da planladığınız hangi yazarlar var sırada?

Aslında çevirmek istediğim hem başka Yesayan metinleri hem de Ermenicenin başka yazarları (örneğin Sarafyan, Vorpuni, Oşagan gibi) var ama artık bir süre çeviriye ara verip kitabı bitirmeye çalışacağım sanırım.

Haklısınız tabii, kitabı da merakla bekleyeceğiz. Peki, çeviri yaparken nasıl bir yol izliyorsunuz? Akademik kimliğinizden dolayı benzer bir üretim disiplininden geldiğinizi biliyorum ama bu yoğunlukta çevirilere nasıl zaman ayırabiliyorsunuz?

Yarama parmak bastınız şimdi. Maalesef tercüme yapmak akademisyenlikte çok zaman değer görmüyor, hatta sıklıkla küçümseniyor. Oysa bazı metinleri, örneğin önemli felsefe klasiklerini, çevirmek hem çok ciddi birikim hem de ekmek parasını kazanmak durumunda olan bir çevirmenin tahammül edemeyeceği kadar geniş zaman gerektiriyor. Aslında akademimizin korkunç vasatlığında bu gibi tercümelerin ortalığa saçılan sayısız okunmayan makale ve kitaptan çok daha değerli ve etkili olduğu kanaatindeyim. Lakin akademi bu kanaate pek gönül indirmiyor. Ve tabii “yayımla ya da öl!” dünyasında tercümeye zaman ayırmak akademisyen için çoğu zaman maalesef oldukça maliyetli oluyor.

Ben öğrenciliğimden beri İngilizce ve İtalyancadan makale ve kitap boyutunda çok sayıda akademik çeviri yaptım aslında. Çeviri hem çok sevdiğim hem de çok değer verdiğim bir iş oldu hep. Ama öğretim üyesi olduktan sonra aklımda ve gündemimde tercüme yapmak yoktu pek. Lakin işte bir noktada yukarıda da söylediğim gibi Yesayan çevirileri kendini dayattı. Ben de bunun etik bir sorumluluk olduğu fikriyle, derslerden ve tezlerden artakalan zamanımı büyük ölçüde tercümeye hasrettim. Bu karardan dolayı da pişman değilim doğrusu.

İyi ki de böyle bir karar vermişsiniz. Akademik üretimdeki sorunları çok güzel özetlediniz aslında; akademik dünyanın tercümeyle zaman geçirmek yerine makalelere, kitaplara daha çok zaman ayırmasını bu döngü içinde makul görsem de öfkelenmekten kendimi alamıyorum. Çünkü sizlerin, kıymetli hocaların dilinden ve ardalan bilgisinden süzülüp çıkmış tercüme metinlere ihtiyaç duyduğumuzu hissediyorum. Bu yüzden size bir kez daha teşekkür ediyorum. Bu bahsi kapatıp şimdi biraz da modern Ermenice edebiyatın yolculuğundan bahsedelim isterim.

Çok zor ve geniş bir soru bu, ama deneyeyim bakalım: Başta da dediğim gibi, Ermenicenin iki büyük lehçesi var. Birisi bugün Ermenistan’ın anadili olan ve genel olarak Kafkas-İran bölgesindeki Ermenilerce konuşulan Doğu Ermenice; diğeri ise Anadolu-İstanbul Ermenilerinin konuştuğu Batı Ermenice. Modern Batı Ermenice edebiyatın macerasının çok büyük bir bölümü özellikle 1915’e kadar Osmanlı coğrafyasında sahne alıyor. Bu dilin ve edebiyatın merkezinin İstanbul, Ermenilerin deyişiyle Bolis olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.

Batı Ermenice edebiyat da tıpkı Türkçe edebiyat gibi Avrupa edebiyatlarının etkisinde gelişiyor. Ama basit bir tarihselleştirme yaparsak, Türkçeden birkaç on yıl önde gittiğini söyleyebiliriz. Örneğin, ilk roman İstanbul’da 1851 yılında basılıyor. Burada Osmanlı Ermenilerinin Batı’nın kültür merkezleriyle daha erken ve yoğun bir ilişki kurmasının belirleyici olduğu söylenebilir.

İstanbul merkezli gelişen Batı Ermenice edebiyatta çok yoğun bir çeviri faaliyeti, modern türlerde ciddi bir üretim olduğunu görüyoruz. Özellikle telif eserlere baktığımızda, neredeyse bütün Osmanlı coğrafyasını, ama tabii çoğunlukla da İstanbul’u anlatan çok geniş ve kalitesi yabana atılmayacak bir toplamla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Maalesef Türkçede bunların hâlâ çok azı mevcut. Genel olarak Osmanlı Ermenilerinin kültür hayatını da derinlemesine bilmiyoruz. Öte yandan, Ermeniler okur-yazar bir millet ve Osmanlı’da matbaacılık ve yayıncılık konusunda öncü ve belirleyici olmuşlar. Osmanlı kültür hayatına bu bağlamda da katkıları çok büyük. Bunu da not edeyim.

Doktora çalışmanıza geçelim istiyorum, teziniz 2014 yılında Çatışma ve Müzakere: Osmanlı’da Türkçe ve Ermenice Dramatik Edebiyat İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Bu tez/kitap nasıl bir soruyla yazıldı ve hangi cevaplara ulaşıldı?

Bu çalışmada temel meselem Osmanlı’nın son döneminde Ermenice ve Türkçe yazılmış oyunları bir arada okuyarak, türsel seçimlerin siyasî-tarihsel konumlarını çözümlemek; öte yandan da Türk ve Ermeni yazarların imparatorluk çözülmeye giderken takındıkları siyasî tavırları tür seçimleri üzerinden analiz etmekti. Kültür alanındaki milliyetçi yükselişe tekabül eden kavganın ve bu kavgaya alternatif ve koşut diyalog alanlarının mücadelesini anlamaya ve tüm bu kriz döneminde acaba “başka bir Osmanlı mümkün müydü” sorusunu dramatik edebiyat perspektifinden cevaplamaya çalıştım.

Bir önceki soruda da bahsettiniz, araştırılacak bunca konu ve alan varken sormak Tanzimat ve Edebiyat – Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür, Fatih Altuğ, Mehmet Fatih Uslu, İş Kültür Yayınlarıisterim, akademik anlamda çalışmalar bu alanda nasıl ilerliyor? Kalabalık bir grup değilsiniz bildiğim kadarıyla. Genç akademisyenlere biraz alandan bahsetmeniz mümkün müdür?

Türkiye’de şu anda iki Ermeni Dili ve Edebiyatı bölümü var. Birisi Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde, diğeri ise Ankara Üniversitesi’nde. İkincisi sanırım ilk defa bu sene öğrenci aldı. Yine Ankara Üniversitesi’nde Ermeni Dili ve Kültürü yüksek lisans-doktora programı olduğunu biliyorum. Ermeni nüfusun yoğunluğundan dolayı en çok öğrenciyi çekebilecek İstanbul’da maalesef böyle bir bölüm yok. Keşke olsa tabii. Hâlihazırdaki bu iki bölümün söz konusu kültür alanını genişletecek çalışmalarının filizlenmesi içinse herhalde biraz daha beklememiz gerekecek.

Ben Ermeni dili ve edebiyatı uzmanı değilim aslında. Karşılaştırmalı Osmanlı/Türkiye Edebiyatları çalışıyorum ve Ermenice ile bu bağlamda ilgileniyorum. Bu damarın Türkiye’de oldukça yeni olduğu söylenebilir. Doktora tez hocam Laurent Mignon’un ürünlerinin ve Bilkent’te yaptırdığı tezlerin önemli tesiri oldu alanın inşasında. Tam da bu sürecin bir çıktısı olarak 2014 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi’nden meslektaşım Fatih Altuğ ile Tanzimat ve Edebiyat: Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür başlıklı bir derleme kitabımız yayımlandı. Osmanlı edebiyatlarının çoğul ve etkileşim içindeki dünyasını karşılaştırmalı bir perspektiften anlama çabası bu kitabın telif sebebiydi. Bugün bu alan hâlâ çok bakir ve araştırmacılarını bekliyor.

Evet, Fatih Altuğ’la birlikte derlediğiniz bu kitabınızdan da konuşmak istiyordum. Kitaptaki yazılarda modern Osmanlı edebiyatlarının çeşitliliğine ve zenginliğine dair önemli noktalara değiniliyor. Bu makaleler çerçevesinde aslında her yeni araştırmayla modern Osmanlı edebiyatlarının yeniden düşünülmesi ve haliyle başka bir bakışla okunması gerektiğini görüyoruz diyebiliriz sanırım. Bunu düşününce, aslında bu alanda yapılacak akademik çalışmaların ve çeviri faaliyetlerinin oldukça önemli ve faydalı olduğunu söyleyebiliriz, değil mi?

Bu kitap temel olarak aslında tek bir Osmanlı edebiyatı ile değil, Osmanlı edebiyatları ile karşı karşıya olduğumuzu ve dönemin kültür alemini anlayabilmek için bunu sorunsallaştırmamız gerektiğini gösteriyor. Edebiyatın modernleşmesini, estetiğin dönüşümünü söz konusu çoğulluk içinde anlamaya gayret etmezsek kaçınılmaz bir indirgemeye, giderilmez bir eksikliğe maruz kalacağımızı iddia ediyor. Ve tabii başka bir perspektiften bakarsak da elimizde muhteşem bir karşılaştırmalı edebiyat sahnesi olduğunu gösteriyor İstanbul’da. Türkçenin, Ermenicenin, Yunancanın, Arapçanın, Fransızcanın, Farsçanın, Ladinonun vs yan yana edebiyat dili olduğu ve bu dillerdeki pek çok ilkin ortaya çıktığı bir kent İstanbul. Dünya üzerinde çok az benzerini bulabileceğimiz derecede bir zenginliğe, karmaşaya ve geçişkenliğe sahip bu tecrübenin karşılaştırmalı edebiyat ya da dünya edebiyatı çalışan araştırmacıların daha çok dikkatini çekmesini ümit ediyorum.

Tekrar ellerinize sağlık, umarım çok daha fazla okura ulaşır ve araştırmaya kaynak olur, olacaktır da. Peki, Türkçe edebiyatın Ermenicedeki yolculuğu nasıl? Neler çevriliyor, çevrildi, çevrilecek?

Tabii, bu sorunun cevabı için ağırlıkla Doğu Ermeniceye, yani temel olarak Ermenistan’a bakmak gerek. Ermenistan’da Türkçe edebiyata azımsanmayacak bir ilgi olduğunu söyleyebilirim. Elif Şafak’ın, Orhan Pamuk’un, hatta Sabahattin Ali’nin çevrildiğini ve ilgi gördüğünü biliyorum. Buranın oraya ilgisinden çok daha kuvvetli bir ilgi bu.

 

Ana görsel: Artaşavan köyündeki Ermeni Alfabesi Anıtı'ndan bir kare.