Metnin hazzı, Nabokov’a bir nazire

"Yazarlık atölyelerinin ve yazarlara nasihatlerin başat bir kuralı var: 'Anlatma, göster!' Nabokov için bu kural işlemez ya da metinlerinin tadına varmak için bu kuralı askıya almak lazım gelir. İyi yazarların anonim edebi yasaları böyle boşa çıkardığı sıkça görülür."

19 Ağustos 2021 16:59

İyi yazarları okumanın birçok yolu var; bu yüzden iyi yazarlar okuma şekilleri birbirinden çok farklı olan okuyucuların gözdesi olma yeteneğine sahiptirler. Yazarın metniyle birleştirdiği, etkisiyle ayrıştırdığı bu okuyucuların birbirinin nesi olduğu sorusu mezkûr metinlerin dinmeyen enerjisine ve canlılığına ulanır. Bu, yazarın zamana karşı direnmesinin de bir yöntemidir. Nabokov benim için her şeyden önce metnin hazzını doruklarda yaşatan bir yazar olmuştur ve hep öyle kalmasını isterim.

Yazarlık atölyelerinin ve yazarlara nasihatlerin başat bir kuralı var: “Anlatma, göster!” Nabokov için bu kural işlemez ya da metinlerinin tadına varmak için bu kuralı askıya almak lazım gelir. İyi yazarların anonim edebi yasaları böyle boşa çıkardığı sıkça görülür. Nabokov’dan metnin hazzı için göstermesini değil, anlatmasını isterim; kısaltmayı değil uzatmayı; ekonomik olmayı değil, bonkör davranmasını hakeza… Dilin tüm eksiğinin bilincinde olan bir yazarın metni durmadan çoğaltmasının bedeli belki zihni hazla gıdıklayan anlatımıyla olur. Öyle bir üslup ki, bir dışkı anlatısını dahi yüksek bir edebi hazla yapabilir. (bkz. Cinnet, V. Nabokov, s. 26) Öyle ki, Nabokov’un içinde dışkının geçtiği birkaç cümlesinden sonra onu elimize rahatlıkla alabilecek olmaktan, artık tiksinmemekten hayrete düşeriz. Aşağıda Nabokov’a has bir yaşamöyküsü olan Konuş Hafıza adlı kitabından alınma, uzun bir pasaj ve bir okuyucu olarak bu pasajın parıltısından zihnime yansıyan edebi hazdan geriye kalan bazı notlar var.

“İri ve çok tombul bir kadın olan Matmazel, varoluşumuza 1905’in Aralık ayında; ben altı, erkek kardeşim beş yaşındayken dahil oldu. İşte orada duruyor. Gür, koyu renk, yukarıya doğru fırçalanmış ve gizliden gizliye kırlaşmakta olan saçını, açık seçik görebiliyorum: Ciddi ifadeli, alnındaki üç kırışığı; kabarık kaşlarını, siyah çerçeveli gözlüklerinin ardındaki sert bakışlarını; o belli belirsiz bıyığını; o leke leke cildini hatırlıyorum, ki hiddet anlarında üçüncü lekenin olduğu bölge iyice kızarırdı; en çok da, bluzunun dağ gibi fırfırları üzerine muhteşem şeklide yayılmış gıdısı geliyor hatırıma. Ve şimdi oturuyor, yahut oturma işini halletmeye çalışıyor; bu arada, gıdısı jöle gibi çalkalanıyor, yan tarafında üç düğme bulunan azametli poposu ihtiyatla alçalıyor; ardından son saniyede Matmazel, vücudunu hasır koltuğa bırakınca, dehşet içindeki koltuktan çatırtılar yükseliyor.”[1]

 

1.

Bir metni beğenip sevmemiz, onu beğenenlere ve beğenmeyenlere dair de bir şeyler söyler bize. Onları biraz da beğenimizin yumuşak ışığı altında izleriz. Etik, politik, güncel, vb. bakışın dışına çıkıp estetik alana terfi ederiz böylece. Beğeni ve sevmenin yolu açıktır. Ama beğendiğimizi beğenmeyenleri hakir görmek ve bunu beğenimize katık etmek pek hoş karşılanan bir tavır olmamıştır. Metinden tam kapsamlı haz almak için beğenimizin şahsi kalesinin burçlarına cesurca tırmanmalı, oradan tüm manzaranın keyfini sürmeyi kendimizden esirgememeliyiz. Beğenimizin hızla yeşeren bahçesinde beğenmeyenlerin, ayrık, yabani otların da vücut bulması hep ihtimal dahilinde. Bu otların beğenimize muhtaç olması, kaynağının beğenimiz olması negatif bir güzellik katar aldığımız hazza. Onları keyifle ezmek, hırpalamak, ayıklamak, tutup koparmak bu sürecin yoğun, keyifli ânında verilen bir mola gibidir. Her ne kadar beğenme ve sevmeye mündemiç sayılan tüm yumuşak naif eylemlere kesmek, koparmak, hırpalamak gibi kavramlar ters görünse de, hazzın hor görülmüş “marazi” doğasına, onu koyulaştırmak üzere sahip çıkılmalıdır. Metnin hazzı böylesi tersten güzellik devşirmelere de müsaittir zira. Beğendiğimiz şeyi beğenmeyenleri ve beğeni anlayışlarını beğenmemedenmütevellit duyguyu, düşünceyi; kartvizit gibi yüzümüzde, duruşumuzda; taşımadan doğan hazzı “olumsuz bir duygunun” yarattığı “kötücül hazzı” bize tattırdığı için bu tür metinlere ve yaratıcılarına minnet borçluyuz.Bunların başında ukala, çoğu zaman bencil ve büyük kesimlerin gözünde toplumsal olanı ıskaladığı, önemsemediği iddia edilen, “yeni” bir yazar olan Nabokov gelir.

2.

Anlatıcının, Matmazel’in 1905 yılında hayatlarına girişini bir “varoluş meselesi” olarak görmesi öncelikle bizi etkiliyor elbette. “Varoluşumuza dahil oldu” diyor, “Hayatımıza girdi” demiyor. Birinin hayatımıza girmiş olduğunu dile getirmenin “varoluşa dahil oldu” demekle aynı olmadığını biliyoruz. Elbette metindeki kelime seçimi kadar, duruma hâkim olması da fevkalade.[2]

3.

Bir görüntüyü derinlik ve perspektif ölçülerinde, geçmiş, şimdi ve geleceğin tüm katmanlarıyla, tabloya uygun renk, malzeme ve yöntemlere aktarmak büyük ressamların şanındandır. Klasik sanat tablolarının ikonik, imgesel gücünün yanı sıra, büyüklüklerinin biraz da bu aşılamaz zanaatkârlıklarından geldiği bilinir. Buna benzer, hafızanın tozlu arşivinden anıları çağırıp aynı maharette yazıya dökebilmek de büyük yazarların şanındandır. En başından şu noktanın altını çizelim: İyi gözler iyi fotoğraflar çeker, iyi fotoğraflar berrak anlatır meramını. Burada büyük yazar kadar büyük bir ressam da var; minnet duyalım.

4.

Bu kısa pasajda Matmazel kanlı canlı bir beden. Otururken, bakarken, yürürken ve buna dahil olmayan tüm o fiilleri hatırlatırken; şöyle ki:

Bluzunun dağ gibi fırfırları üzerine muhteşem şekilde yayılmış gıdısı geliyor hatırıma.”

Bluz ile yaşlı bir gıdının yapı gereği katmanlarının birbirini uluması ile yazıdaki resim canlanıyor, harfler ayaklanıyor, içindeki tabloyu çıkarıp zihnimizin duvarına asıyor. “Dağ gibi” derken kavruk, kızıl dağ fırfırlarını hatırlayın; hiç olmasa bir western filmi ya da bir doğa belgeselinden… Elbisesinin tarifi ve tasviri açısından çok isabetli bir seçimle, bu tek sıfatla Matmazel’in bedeninden –belki cüsse demek lazım– bahsetmese de, iriliği karşımızda canlanıyor.

“Ve şimdi oturuyor yahut oturma işini halletmeye çalışıyor; bu arada gıdısı jöle gibi çalkalanıyor.”

Yahut oturma işini hallediyor.

Zaman, kullanımda geçmişi şimdiki zamana çağırarak hayal etme ânına bizi ortak ederken görüntü netleştiriliyor. Sıradan bir kip kullanımı değil, incelikli bir seçim.

Peki, nedir şu oturma işini halletmek? İri bir cüssenin otururken, organların hareket ve eklem yerlerinin yağla sıvanıp kaybolmasından mütevellit, bedenin birçok organını ikna etmesi, organlardan bildiğiniz anlamda izin alması, uzuvlarını zorlayıp bedenin kaybolmuş kıvrımlarını tekrardan çizip kendine hatırlatması gerekir. Bu yüzden oturmak iri bir beden için her şeyden önce meşakkatli, bazen iğretidir. Yine “oturmanın” anonim yumuşaklığını işaret eden imgesine, kabul edilmiş hayalî çerçevesine sığmayan, (“oturma” kelimesinin kendisi gibi yumuşak ve doğal, latif çerçevesini kıran bir oturma şekli bu) hatta sandalyeleri, oturakları acıyla bağırtan bir eyleme dönüşmesine yol açan yeni bir imge eklemesi an meselesidir. Yazarın böylesi iri bir bedenin oturma gibi alelade anlık bir eyleme böylesine teferruatlı ve yavaş yaklaşması, anlatının okuyucunun sadece gözlerine değil, bedenine de sirayet etmesini sağlar. “Matmazel, siz zahmet buyurmayın, biz otururuz, yahut kalkarız” diyecek oluyoruz bir an.

“Gıdısı bir jöle gibi çalkalanıyor.” Elbette yukarıdaki kıvrımlara dahil, hatta onun devamı olan bir cümle. Bluz, gıdı, dağ kıvrımları… Form olarak birbiriyle kafiyeli “şey”ler. Dağ öznenin iriliğine, gıdı yaşlılık ve yumuşaklığına –merhamet olmasa da bir sempatiklik uyandırıyor bu gıdı vurgusu– bluz ise Matmazel’in sınıfının ve konumunun berraklaşmasına hizmet ediyor. Öyle iç içe geçiyor ki bu benzetmeler, sanki etek giymiş bir dağ vardır karşımızda. Elbette “dağ etekleri” deyişinin zihnimizde mevcut olan önceki bakiyesi sayesinde. Jöle ve gıdı, ikisi de yumuşak, ikisi de jelatinimsi. Yumuşak kelimesi kullanılmadan yumuşaklığın sezdirilmesi ve dokunma hissinin uyarılması fevkalade.

Şimdi hafızanızın kamerasını geriye sarma vakti: Bir cılız sandalyeye yavaşça düşen, iri bir cüsse, –“gümbürtüyü duyun!”– sonra dalgalanan bir insan gıdısı; toz kalkıyor resmen.

Ufak çaplı bir oturma depremi gerçekleşiyor.

5.

Dehşet içinde koltuktan ses yükseliyor.

Bahtiyar koltuklardan biri. Matmazel Noraliya’nın koltuğunu hatırlayabiliriz. Bahtiyar çünkü kafamızda; artık edebi bir imgelem, arşivimizde yerini aldı, anlattığı her şeyi değerli ve kalıcı kılan bir kalem tarafından.

Her şeyin bir bedeli var sevgili koltuk, bizimlesin artık, kaldırdığın yük kadar.

6.

“Azametli poposu…” İsterseniz insanın şu meşum organına karşılık gelen Türkçedeki üç kelimeyi art arda yazalım: “Popo”, “göt”, “kıç”. Burada popo kelimesinin seçilmesi çevirmenin tercihi olabilir. İyi bir yazarı iyi bir çevirmen çevirmeli. Bu eserdeki çevirmen kanımca çok iyi. Deminden beri dil kullanımındaki hassasiyetten bahsediyorsak, bir örnek gibi görünen kelimelerin arasındaki nüansların, ton farklarının yazı ve yazarlar için çok mühim olduğunu bir kez de biz ekleyelim. Ve bu metnin edebi hazzının yolunda şu üç kelime üzerine lafı uzatmadan birkaç şey söyleyelim.

“Göt” bir organken, popo belki o organdan taşan imgedir. Kıç daha biyolojik (boşaltım sistemi) bir kelime. Göt bambaşka etik bir anlam veçhesiyle de giyindirilmiştir Türkçede ama popo bu iki kelimenin galizetkisini örten, az daha edepli ve belki biraz estetik bir kelime. Genelde çocuklar için kullanılır. Peki Matmazel’in iri götüne neden popo gibi ebadı daha küçük bir kelime seçilmiş: “Azametli popo.” Şu kadarını söyleyebilirim: Azametli göt; Azametli kıç ve Azametli popo kadar etki yaratmıyor? Kontrast farkından (tezattaki vurgunun yol açtığı berraklık da diyebiliriz) tam da istediği etkiyi yaratıyor kanımca. Şöyle ki, “Azamet” kelimesinin içinden taşan soyut ve somut bir büyüklük var. Büyükten de büyük. Küçüğün yanındaki büyüğün vurgusu gibi, poponun yanında “Azamet” kelimesi tam da bu yüzden azametli duruyor.

 

NOTLAR: 


[1] Vladimir Nabokov, Konuş Hafıza, çev. Yiğit Yavuz, İletişim Yayınları, 2021.

[2] Bu yorum tanıdığım en iyi okuyuculardan olan Eyyüp Özdemir’e aittir. Nabokov üzerine bir yazışmamızdan ortaya çıkan bu paragrafı bana hediye ettiği için kendisine teşekkür ederim.

 

GİRİŞ RESMİ:

Vladimir Nabokov eşi Véra ile kelebek avında, 1958.