“O zamanlar Mesut Bey, ben 20. yüzyılda yaşıyordum. Şimdi 21. yüzyıldayım. Türkiye’de 19. yüzyıl başlarında yaşayan ana muhalefet ‘ulusal’ edebiyat çevresi ile 14. yüzyıl ortalarında yaşayan iktidardaki ‘dini’ edebiyat çevresinin gündemlerinden kurtulamayan Türk şiiri mi, Türkçe şiir mi, ümmet şiiri mi millet şiiri mi… gibi dünyada miadı çoktan dolmuş tartışmalara taraf olmam için yüzlerce yıllık bir zaman tünelinden geriye doğru bir uzay yolculuğuna çıkmam gerekecek ki bu saatten sonra bunu yapabileceğimi hiç sanmıyorum.”
02 Kasım 2020 23:36
Geçtiğimiz hafta K24’te yayımlanan “‘Tartışılmayacak’ bir tartışma: Türkçe edebiyat” başlıklı yazımın yayınlanmasının ardından, özellikle sosyal medya yoluyla hayli yoğun tepkiler aldım. Bilindik/beklenir tepkilerde dahi konumuzun “tartışılabilir” hale gelmeye başlaması gerçekten umut verici. Birbirimizi muhatap alarak konuşmaya başlamamızın kapısı aralanmış oldu... Kapıyı kırmaya veya karşısındakinin parmağını o kapıya sıkıştırmaya çalışanlar kadar açılan kapıdan gelen taze havadan hoşnut olanlar da vardı.
Yeni okumalar yaptıkça, yeni örnekler de ortaya çıkıyor elbette. Örneğin, 1991’de Enis Batur’un modern şiir üzerine bir dizi yazısında “Türkçe şiir” ifadesini kullandığını da not düşmeliyim.
Bahsi geçen yazıda verdiğim örnekler ve bütün bu olanlar gösteriyor ki edebiyatımız, ciddi bir süredir bu konuda kendi üzerine tefekkür halinde. Bunu görmeye başlamamız dahi yeterince önemli. Türk/çe edebiyat incelemelerindeki kabuk değişimi, optik bir müdahaleyi de gerektiriyor anlaşılan ki yazarlarımız/eleştirmenlerimiz yeni bir adlandırmayla bu anlamsal farklılığı karşılama ihtiyacı duymuşlar, duyuyorlar...
Konunun fikri takibi açısından, “‘Tartışılmayacak’ bir tartışma” yayınlandıktan sonra Mehmet Yaşın’a bir söyleşi davetinde bulundum. 25 yıl önce bu tartışmayı başlatan isim olarak, bugün yeniden, yıllar içerisinde alınan mesafeyi ve konunun kavramsal çerçevesini konuşmak üzere gönderdiğim davetime aşağıda okuyacağınız mektupla yanıt verdi.
Yaşın’ın –bana hitaben yazmış olsa da– tartışmanın okurlarına mektubunu ilginize sunuyoruz...
Merhaba Mesut Bey,
Nazik e-mailiniz ve söyleşi öneriniz için çok teşekkür ederim. Ancak ben genellikle yeni bir kitabım çıktığı zaman yalnızca o kitap çerçevesinde söyleşi yapmayı tercih ediyorum ve doğrusu Türkiye edebiyat ortamında pek fazla ortada görünmekten de kaçınıyorum.
Kaldı ki, “Türk Şiiri”, “Türkiye Şiiri”, “Türkçe Şiir” gibi tanımlamaların aynı anda farklı bağlamlarda kullanılabileceğini daha önceki söyleşilerimde ifade etmiştim. Şahsen kendimi “Türkçe Şiir ve Edebiyat” tarifi içinde konumlamayı seçsem de, beni “Türk/Türkiye”, “Kıbrıslıtürk/Kıbrıs”, “Britanya/Postkolonyal”, “Akdenizli/Levant”, “Avrupalı/Güneydoğu Avrupa”, hatta birkaç yıldır “Yunanistan/Yunan” şiir ve edebiyat tanımlamaları çerçevesinde antolojilere alan ya da inceleme yazılarına konu edenler çıkıyor. Bu durum, İngilizce yazan kimi şair arkadaşlarımın aynı anda “İskoç”, “Galler’den”, “Britanya”, “İngilizce”, “İngiliz”, “Avrupa”, “Commonwealth”, “Anglo-Amerikan”, vb. şiiri çerçevesinde sunulmasına benziyor.
Böyle çoğul yazınsal aidiyet tarifleriyle sunulmaktan ben rahatsızlık duymuyorum. Çünkü hepsinde farklı bakış açılarıyla belli bir doğruluk payı bulunuyor. Size bir örnek vermek için söyleyeyim: Mesela İsrail’e yıllar önce Türk şairi olarak davet almış ve Türkiye şiiri üstüne konuşmuştum, ardından Kıbrıs adına bir toplantıya katıldım, İsraillilerin “Akdenizli Edebiyatlar” konseptiyle judeo-centric kimlik algısını aşkın organizasyonuna “Akdeniz’in Avrupa yakası şairleri” adına katkıda bulundum, daha sonra Dünya Yahudi Yazarlar Kongresi’ne çağırıldım, bu yıl ise Yunanistan şairi olarak davet geldi ve başka Yunan şairi de çağrılmadı.
Birden fazla ülkeye ve kimliğe ait bir şair ve yazar olarak görünmekten ben rahatsızlık duymasam da, hiçbir yazarı ve yapıtını zorla kendisini ait hissetmediği bir etnik-dini-milli kimliğe göre tanımlayamazsınız. Diyelim, Türk Vatandaşı Kürt bir yazar Türkçe yazdığı halde “Türk” gibi hissetmiyor ve daha farklı kültürel, yazınsal geleneklere yaslanıyorsa ya da tersine Türk kökenli olup Türkçe yazan bir Makedonyalı yazar kendisini Türkiye’deki anlamıyla “Türk” gibi göremiyor ve “Türkçe yazan Makedon şairi” diye tanımlıyorsa, “Hayır, madem sen Türkçe yazıyorsun illa ki benim tarif ettiğim Türk ulusal kimliğine sahipsin” denemez. Bunun tartışma konusu olması bile gayrı insani. Yani artık olay bana edebiyat-içi, hatta siyasi bir tartışma olarak görünmüyor, bir evrensel temel insan hakları meselesi. O nedenle de bu noktadan sonra bir şair ve yazar olarak söyleyecek bir sözüm bulunmuyor.
Yitik Ülke Yayınları tam da şu sırada 1984’ten 2020’ye uzanan ve Türkiye basını dışında Yunan, Fransız, İngiliz, vd. dillerdeki süreli yayınlar ve medyada hepsi de kitaplarım etrafında yapılmış röportajları derleyen Yanan Eve Yolculuklar: Kitapların Esin Perisi ve Yaklaşımı Üstüne Söyleşiler adlı kitabımı yayımladı (Kasım 2020). İlgilenirseniz kitabı size ulaştırmasını yayınevinden rica edeyim. Çok güzel bir baskı yapmışlar. 400 sayfalık kitapta bütün bu dil ve aidiyet konularını, yazınsal kimlik tariflerini zaten konuşmuşum. Şimdi kendimi tekrarlamak istemiyorum.
Yitik Ülke, bir şiir-edebiyat inceleme, eleştiri üçlemesi olarak Poeturka: Ulus-Ötesi Bir Türkçe Şiir İçin ’80 Sonrasına Eleştirel Bir Bakış; Kozmopoetika: Edebi Mekân ve Edebiyat Kuramları, Üveyanadil, Çeviri Kültür, Türkçe-Elence Şiir İklimi, Kıbrıs’ın Yazınsal Kimliği ve Akdenizli Edebiyat Üstüne; Cyprianka: Kıbrıs Şiiri’nin 3000 Yılı – Diller ve Kültürler Arası Bir Edebiyat İncelemesi adlı kitaplarımın genişletilmiş ve gözden geçirilmiş nihai baskılarını da 2018-2019 yıllarında yaptı. Bazı ülkelerde ders kitabı olan ve bir kısmının Türkçesi Kozmopoetika’da yer alan Step-Mothertongue – From Nationalism to Multiculturalism: Literatures of Cyprus, Greece, Turkey adlı kitabımda da bu ilgilendiğiniz ulusal ve dilsel aidiyet sorunlarına etraflı biçimde değinmiştim. Anılan İngilizce kitabın dayandığı Londra Middlesex Üniversitesi’nde düzenlendiğim konferansın 1997’de, onu önceleyen Poeturka adlı kitabımın ilk basımınınsa 1995’te yapıldığını düşünürseniz, çeyrek yüzyıl sonra dönüp aynı konuları tartışmamın pek uygun kaçmayacağını siz de takdir edersiniz. Söyleyeceklerimi kitaplar dolusu yazılar, söyleşiler içinde söyledim, bitirdim.
O zamanlar Mesut Bey, ben 20. yüzyılda yaşıyordum. Şimdi 21. yüzyıldayım. Türkiye’de 19. yüzyıl başlarında yaşayan ana muhalefet “ulusal” edebiyat çevresi ile 14. yüzyıl ortalarında yaşayan iktidardaki “dini” edebiyat çevresinin gündemlerinden kurtulamayan Türk şiiri mi, Türkçe şiir mi, Ümmet şiiri Millet şiiri mi, Neo-liberalinin Neo-osmanlısı ile Neo-kemalistinin Bilmemne şiiri mi gibi dünyada miadı çoktan dolmuş tartışmalara taraf olmam için yüzlerce yıllık bir zaman tünelinden geriye doğru bir uzay yolculuğuna çıkmam gerekecek ki bu saatten sonra bunu yapabileceğimi hiç sanmıyorum. Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım. Ama kuşkusuz konu etrafında referans vermek isterseniz yukarıda belirttiğim 5 kitabımı kullanmanız beni ancak mutlu eder, boşuna yazılmamışlar diye avunarak...
•