Lütfen rahatsız ediniz

Hollandalı yazar ve şair Marieke Lucas Rijneveld bu yılın başında eril kişi zamiriyle anılmak istediğini ilan etti. 2020’de Uluslararası Booker Ödülü’nü alan, Türkçesi geçtiğimiz yılın sonunda çıkan kitabı Akşamlar Rahatsız Edicidir basıldığı yıl zehir zemberek eleştiriler almıştı. Ama en sert eleştirenlerin bile sesi zamanla kısıldı – çünkü sanat rahatsız edici olabilir ve değişim kaçınılmazdır.

10 Şubat 2022 21:00

 

“Yavaşça ‘Bir gün kendi benliğime gidebilmeyi istiyorum,’ diyorum ve raptiyeyi göbek deliğimin yumuşak etinden içeri doğru ittiriyorum. Ses çıkartmamak için dudağımı ısırıyorum, külotumun lastiğine doğru bir kan sızıyor ve kumaşına işliyor. Kanın dört bir yana fışkırmaya başlayacağından ve evdeki herkesin benim Tanrı’ya değil de kendi benliğime kavuşmayı istediğimi öğreneceğinden korkarak raptiyeyi çıkarmaya cesaret edemiyorum.” (s. 73)

Marieke Lucas Rijneveld kendi benliğine giden yolu buldu. Önce, 20’lerinin başında kendini hem kız hem erkek gibi hissettiği için ailesinin verdiği Marieke ismine Lucas’ı ekledi. Sonra, 2022 Ocak ayının ilk günü Instagram hesabından artık “he/him” (eril; o, onun) zamiriyle anılmak istediğini ilan etti. Türkiye’de en kötüsünden sanal bir linç girişimine sebep olabilecek bu anons, Hollanda ve diğer dillerdeki yayıncıların, yazarın biyografisini bu yeni veriye göre düzenlemek üzere harıl harıl işe koyulmasına sebep oldu. Türk yayıncıya iş düşmemiş olması ironik; kadınlara ve LGBT diye anılan topluluğa yapmadığını bırakmayan milletimizin eril-dişil ayrımı en azından dilbilimsel olarak yok.

Hollanda’nın Kuzey Brabant bölgesinde katı Protestan Reform Kilisesi’ne bağlı çiftçi bir aileye doğan yazar ve şair Rijneveld, Uluslararası Booker Ödülü’nü (The Discomfort of Evening, 2020) en genç kazanan yazar ve ilk Hollandalı. Haliyle çekemeyeni çok.

Sert, sindirmesi yer yer zor ve kesinlikle şiirsel bir roman, Akşamlar Rahatsız Edicidir. Özgün bir yetenek, söz söyleme cesaretiyle yetisi oldukça yüksek bir yazar olduğunu inkâr etmek ise bir parça fesatlık, kanımca.

Otobiyografik öğeler de taşıyan Akşamlar Rahatsız Edicidir, dört çocuktan en büyüğünün paten yapmaya gidip sağ dönemediği bir çiftçi ailenin hikâyesi. Disiplini ve Tanrıya adanmışlığı sevgi, güven, birlik gibi duyguların üstünde tutan bu ailenin başına gelenleri, abisini kaybettiği o günden sonra kırmızı ceketini çıkarmayı reddeden 10 yaşındaki Jas’ın gözünden okuyoruz (bu arada “jas” Hollandacada “ceket” demek, kitapta bu tip kelime oyunları bolca var). Çocuk yetiştirme anlayışı neredeyse onların bedensel ihtiyaçlarını yerine getirmekten ibaret olan ebeveyn gittikçe kendi dünyasına çekilirken geride kalan üç çocuk, Jas’ın deyişiyle “Üç Silahşörler”, çocukluğun fantastik, acımasız ve kırılgan dünyasında yollarını bulmaya çalışıyor. Bu kayıptan önce bile hayalet eve benzeyen çiftlikteki hayat kitap ilerledikçe yavaş yavaş “Michael Haneke, Lars von Trier ile buluşup canımıza okuyor” filmine dönüşüyor.

“'Kaba etlerini mümkün olduğu kadar birbirlerinden ayırmalısın.’

Kahverengi deri kanepede tersinden doğan bir buzağı gibi yan yatıyorum ve babama doğru geriye bakıyorum. Mavi balıkçı kazağını giymiş olması huzurunun yerinde olduğunun ve ineklerin de onun keyfini kaçırmadığı anlamına geliyor. Ben huzurlu olmanın dışında her şeyim, günlerdir kakamı yapamıyorum ve bu yüzden montumun altındaki karnım, annemin bazen kabarması için çizgili kurulama bezinin altında beklettiği kavuk keki kadar sert ve şiş…

'Ne yapacaksınız baba?' diye soruyorum." (s. 74)

Ne yapıyor baba? Kırsalın acımasız ve kendi kendine yetilmesi gereken yaşam koşullarında, vücut atıklarının bedeni terk ettiği noktaya yeşil sabunla müdahale etmek suretiyle çocuğuna yardımcı olmaya çalışıyor (teknik de ilginç). Romanın tekinsizliği, mahareti de burada: Sorular peşimizi asla bırakmıyor, kendi kendimizi yiyip duruyoruz. Kardeşler arasında oynanan oyunlar hangi noktada masumiyetten çıkıp enseste girer? Hayvanlara işkence eden genç insan bunu sadistliğinden mi yapmaktadır yoksa varoluşunu en azından fiziksel acı üstünden hissetmeye çalıştığından mı? Anlatıcının çocuk olması ve kara mizah da işleri kolaylaştırmıyor çünkü kahramanımız Jas, enteresan bir karakter. Annesinin kilerde sakladığını düşündüğü Yahudilere götürdüğü yemekleri ve kendisinden esirgediği ilgiyi onlara göstermesini kıskanırken bir yandan (okulda, Holokost hakkında ders anlatan öğretmeninden duyduğu kadarıyla) mide gazı problemi, büyürken kardeşlerini yitirmiş olması ve aynı gün doğmaları sebebiyle Hitler kadar kötü olup olmadığına kafa yoruyor ha bire. Hitler’le ilgili bir espri kitabın İngilizce baskısından çıkarılmıştı. 7 Mart 2020 tarihi The Guardianröportajında yazar sınırları neden bu kadar zorladığı sorulunca, çocukların saf olduğunu, bu tip laflar ettiklerini, daha iyisini bilmediklerini söylemişti cevap olarak.

“…Obbe eğer bu selamı verirsem öğretmenimin bana güleceğini söylemiş, ben de gerçekten kolumu havaya kaldırıp ‘Heil Hitler’ demiştim. Öğretmenim gülmediği gibi, okul zamanından sonra bana ceza vererek defterime: ‘Tanrı’yla alay edemeyeceğim gibi, tarihle de alay etmeyeceğim,’ satırlarını yazdırmıştı. Ben de: ‘Siz benim iyi tarafta olduğumu bilmiyorsunuz’ demiştim içimden. Annemin kilerde Yahudileri sakladığını ve tatlı yemelerine izin verdiğini, bu tatlıların arasında minik bisküvilerin de bulunduğunu ve istedikleri kadar çok gazlı içecek içebildiklerini bilmediğini düşünmüştüm. Ve tabii bu minik bisküvilerin biri çikolatalı, diğeri de zencefilli iki yüzünün olduğunu da. Aynı şekilde benim de biri Hitler, diğeri de Yahudi olan iki yüzüm var: hem kötü hem de iyi.” (s. 194)

Romanın bedenle ilişkisi bana yıllar önce izlediğim, Kanadalı yönetmen Jean-Claude Lauzon’un filmi Léolo’yu anımsattı. İşlevsiz, tuhaf ailesinin içinde delirmeden yaşayabilmek için kafasında fantastik bir dünya yaratan Léolo’nun babası da aile üyelerinin boşaltım faaliyetle son derece ilgiliydi. Léolo da Jas kadar yaratıcı; pazarda bir domates tezgâhının üstüne düşen annesinin kazara, İtalyan bir satıcının spermiyle döllenmesinden doğduğunu hayal edip adını Léo Lauzon’dan Léolo Lozone’ye değiştirmişti. Jas ile Léolo’nun (dolayısıyla filmle kitabın) sonu da bir bakıma benziyor – ama burada duralım.

1991 doğumlu Rijneveld edebiyat dünyasına 2015’te şiir kitabı Buzağı Postu ile endam eder etmez C. Buddingh Şiir Ödülü’nü almıştı. İlk romanı Akşamlar Rahatsız Edicidir 2018’de, ikinci şiir kitabı Fantoonmerrie bir yıl sonra, 2020’de ikinci romanı Mijn Lieve Gunsteling, 2022’de ise yeni şiir kitabı Komijnsplitsers yayımlandı. Ödül hanesi her kitapla kabarıyor.

Akşamlar Rahatsız Edicidir’i basıldığı zaman yerden yere vuran birkaç eleştirmen olmuştu yazarın vatanı Hollanda’da. Mesela bunlardan biri Gerbrand Bakker – orta yaş üstü heteroseksüel erkek olduğunu söylemeye gerek var mı bilmem. 17 Mart 2019’da Trouw gazetesindeki köşesinde net bir yargıyla “Evet kitap aşırı popüler ama iyi değil” demişti. Romandaki imge ve metafor yağmurunun her şeyi öldürdüğünü, bir noktadan sonra karakterlere ne olduğunun artık umurunda bile olmadığını ve tam “acaba daha da kötüleşebilir mi?” dediği an işlerin daha da kötüleştiğini yazmıştı. Birkaç ulusal yarışmanın uzun listesine giren kitabın bir yılın sonunda herhangi birinde henüz birinci seçilmemesini kanıt göstererek, bazılarının bu kadar pohpohladığı bir kitabın gerçekten iyiyse, önemli bir ödül almasını beklemenin çılgınca bir beklenti olmadığını belirtmişti. Kendisine sormak lazım; Uluslararası Booker Ödülü sayılır mı?

Davulun sesi uzaktan hoş geliyor; Hollanda da kadın/LGBT hakları konusunda sütten çıkmış ak kaşık değil elbette. Edebiyatta çeşitliliği savunan Fix dit yazar kolektifinden Fleur Speet, Jannah Loontjens ve Manon Uphoff’un, 10 Ocak 2021’de yine Trouw’da yayınladıkları ortak makalede “2021’de edebiyat listelerinin başını hâlâ beyaz adamların çekiyor olması gerçekten gülünç; daha çok kadın görmenin zamanı geldi de geçiyor” demesi Türkiyeli meslektaşlarımın yüreğine bencilce bir su serper mi? Bu beyaz adamı biz de çok iyi tanıyoruz: Yarışma jürilerinde, editör koltuklarında, gazete, dergi köşelerindeler, hep de aynı isimler. Bu keyfi daha uzun yıllar süremeyeceklerinin herhalde artık farkındadırlar; ulusal jüriler, eleştirmenler, editörler kendilerini de önüne katıp sürükleyen bu küresel dalganın karşısında duramayacak, dünyayı sarsan #metoo hareketinin edebiyata sıçraması kaçınılmaz. Ve son yıllarda özellikle kadınlara ve kendini kategorize edilmiş cinsel kimliklerin dışında gören yazarlara daha çok ödül verildiğini, daha doğrusu nihayet onların da uluslararası arenada “tanınmaya” başladığını görüyoruz mutlulukla. Dinozorların pozitif ayrımcılığa da diyeceği var tabii, Hollanda’da bile. Krallığın Avrupa topraklarının dışında doğmuş veya savaşla tarumar edilmiş başka ülkelerden Hollanda’ya göçmüş yazarların da çeşitli platformlarda yeteri kadar temsil edilmediğini söylüyorlar karşı sav olarak, yani sorun sadece kadın hakları değil, dar bakıyorsunuz, demek isteyerek. Bu hareketi genişleterek desteklemek yerine sadece haklı çıkmak için karşı sav geliştirmek de bir marifet olsa gerek.

Marieke Lucas Rijneveld

Rijneveld, 15 Ocak 2022’de Hollanda’nın önemli gazetelerinden de Volkskrant’a yazdığı Vrij van Beren isimli şiirde kısaca şöyle demişti:

“Hayatımda neredeyse her durum karşısında kahramanca davrandım; hep senden daha iyisini bilenlerle, kabadayılıkla, seni kusurlu tasarım görüp içinden o oğlanı çıkarmak ve seni kendi yaratımlarına uydurmak isteyenler dışında.”

Ama bunu da yaptı Rijneveld. Gencecik yaşında, hakkıyla bir edebiyat fenomeni.

Jas, ilk gösterimi 1992’de Cannes Film Festivali’nde yapılan o olağanüstü Léolo filminin kahramanıyla el ele yaşayacak, kalbimde. Marieke Lucas umarım kendi yargılarının mutlak olduğundan emin beyaz adamları duymadan yoluna devam eder. Sanırım eder çünkü pek tek duracak birine benzemiyor:

“O zaman nilüfer yaprağında beraberce süzülüp uzaklaşırız ve belki ama belki montumu çıkartmaya da cesaret edebilirim. Bu biraz rahatsızlık verebilir ama papazın dediğine göre rahatsızlık iyidir çünkü ancak rahatsızlıkta gerçek oluruz.” (s. 106)