“Lanetli Yıllar”ın unutulan laneti

“Kitap bugünün Türkiyesi’nde okuyucusuna sadece karamsarlık “armağan” edebilir. Fakat bu da yazarın suçu değil. Bu topraklara dair içinde umut besleyen bir kalemin Mezopotamya çöllerine sürülüşünü görmek yeterli değil mi?”

05 Ocak 2023 22:30

2022 zor bir yıldı. Bu yazının yazıldığı gün, İstanbul’un en yoğun hatlarından birinde, Beyoğlu’nda, 2016’daki şiddet sarmalını akıllara getiren bir bombalı saldırı oldu. Tüm yılın muhasebesi sadece bundan ibaret değil elbet. İddianamesi hazırlanmadan yıllarca tutuklu kalmış olanlar, yargı kararlarının anlaşılmazlığında hapiste kalmayı sürdürdü bu yıl. Demans hastası olduğu kesinleşenler haftalar, aylar boyu tahliye edilmedi. Yeni gözaltılar, tutuklamalar oldu; yurtdışından gelenler kaçma şüphesiyle yakalandı. Dünyanın dört bir yanında savaşlar patlak verdi. Ülkenin yanı başında hunharca katledilenlerin görüntüleri, bununla adeta gurur duyup kaydedenler tarafından sosyal medyaya düşürüldü ve ruhlarda derin yaralar açan bu görüntüler karşısında “hassas” bilinen gözler bile kör oldu, oluverdi. Bir başka videoda “Vurma vurma” sesleri yankılansa da, asker kıyafetli kişilerin sıktığı mermiler kadar, yaşananlar karşısındaki suskunluk, sessizlik de öldürücüydü. Evet, gerçekten de 2022 zor bir yıldı, kabul, ama “lanetli” değildi. “Lanetli Yıllar”ı hatırlamak isteyenlerin Yervant Odyan’ı okuması gerek.

Önce Yervant Odyan’ı tanıtmak, bazılarına da hatırlatmak gerek. Odyan 19 Eylül 1869’da, İstanbul Yeniköy’de doğdu. Ermeni toplumunun önde gelen ailelerinden birine mensuptu, Osmanlı’daki ilk anayasa örneği olan 1863’teki Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin hazırlayıcılarından olan Krikor Odyan’ın yeğeniydi. Ünüyse bir gazeteci ve mizah-hiciv yazarı olmasındandı. Kendilerini “devrimci”, “vatansever” olarak görenleri yerdiği, maskelerini indirdiği, 2000’ler Türkiyesi’nde sol cenahın elinden düşürmediği ünlü Yoldaş Pançuni’nin ya da 2014’te hatırlanıveren, içinde günümüz iktidarının dilinden düşürmediği simge padişahın da yer aldığı, basıldığı dönem basının büyük ilgisini çeken Abdülhamid ve Sherlock Holmes’un okurları bile bugün yazar Odyan’ı unutmuş olabilir. Ne de olsa 2007’deki Hrant Dink suikastı sonrasında “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganlarıyla geniş toplumda yükselen “Ermeni kültürü merakı”nın söndüğü, Ermeni Soykırımı’nın üstünden 100 yıl geçtiğini dünyaya hatırlatan 2015’in geride kalmasıyla “tam sayılı” yıldönümlerine meraklı kamuoyuna hizmet eden gazeteci ve akademisyenlerin bu “heveslerinin kaçıverdiği”, soykırımın merkezindeki isim Talat Paşa’nın sosyal medyada övüldüğü, eleştirilmesine dahi tahammülün kalmadığı yıllardayız.

Odyan, ünlü eserinde İttihat ve Terakki üyelerini kastederek II. Abdülhamid’e “Eminim ki az zaman geçmeden benim idare-i maslahat-ı (iyi kötü idare etmek) siyasetimi bile yana yana arattıracaklardır” dedirtiyordu ki, dediği doğru çıktı. Odyan’ın Lanetli Yıllar: İstanbul’dan Der Zor’a Sürgün ve Geri Dönüş Hikâyem: 1914-1919 kitabı işte tam da bu süreç üzerine. Yani yazarın “şans” eseri kurtulduğu Ermeni Soykırımı ile ilgili…


Yervant Odyan 1919’da sürgünden döndükten sonra İstanbul'da. (Aras Yayıncılık Arşivi)

Bir yanılgıyı düzeltmek gerek. Bu aslında Odyan’ın kitaplarından biri değil. Asla ayrı bir cilt olarak basılmamış kendisi tarafından. 1919’da Jamanak’ta tefrika edilmiş ve uzun zaman unutulmuş. Bu nedenle hatırlanışı, derlenip toparlanışı, soykırım anısını taşıyan yazılarının okuruyla buluşturulması ayrıca kıymetli.

Yazarın önceki eserleri gibi bir kurgu da değil, bu bir tanıklık. Krikor Beledian’ın sunuş yazısında da vurgulandığı üzere, Yervant Odyan kendisinin hicivle eleştirdiği, yazarların “sürgündeki olayları daha kârlı hale getirebilmek için onlara Fırat’tan epeyce kum ve su eklediğini” düşündüğü “sürgünden dönüş edebiyatı” içerisinde yer almak istemiyor. Bir gazetecinin tanıklığı bu, bir edebiyat yazarının tanıklığı ya da sadece soykırım içerisinde “şans” eseri kurtulan bir Ermeni’nin tanıklığı.

“İşte benim üç buçuk senelik sürgün hikâyem” diye başladığı anlatısının sonunda “(…) gerçek o kadar korkunçtu ki, bazıları yazdıklarımda abartılar olduğunu sandı” diye yazmış olması, soykırım sonrası travmayı, sağ kalanın ruh halini yansıtıyor. Primo Levi’nin yıllar sonra kaleme alacağı Boğulanlar Kurtulanlar kitabında Nazilerin Yahudilere yönelik sözlerini hatırlamamak mümkün mü:

“Geriye birkaç kanıt kalsa, içinizden birileri yaşamını sürdürse bile, insanlar anlattığınız olayların inanılmayacak kadar vahşice olduğunu söyleyecekler.”

Soykırım tanıklığı sadece kendisine ait de değil. Kitabın önemli yanlarından biri, dönemin içinden seslere de yer vermesi. O isimlerden biri avukat, yazar ve milletvekili Krikor Zohrab. Zohrab, Odyan’la konuşmasında şöyle diyor: “Korkunç günler yaşıyoruz. Bu Türkler büsbütün değiştiler, özellikle bize karşı. (…) Hepimizi kırımdan geçireceklerinden korkuyorum. (…) Bu umumi harp onlar için bir daha asla ele geçiremeyecekleri bir fırsat.” Sonrası malum. Zohrab 1915 yazında Urfa yakınlarında katledildi.

“(…) bu kitap çevrilene kadar Türkçede, Odyan’ın kaleminden 1915’in Kasım ayının sonunda Islahiye yolunun cesetlerle, terk edilmiş çocuklarla ve annelerinin cansız bedeninin yanında ağlayan bebeklerle kaplı olduğu Sebil kampında her sabah bir önceki gece ölenlerin cesetlerinin atıldığı çukurdan bahsedişi ya da hayatını kurtarmak için bir süreliğine mecburen İslam’ı kabul edip Aziz Nuri adını almak zorunda kaldığı okunamayacak.”

Bu satırları 19 Eylül 2019’da, yani Odyan’ın 150. doğum günü için Duvar’a yazmıştım. İşte o günlerde Türkçe okurla buluşmayı bekleyen bu kitap, 2022 yılında Sirvart Malhasyan ve Kevork Taşkıran’ın Ermeniceden çevirisiyle benzerine az rastlanır bir işbirliği içinde Aras Yayıncılık ve Kor Kitap tarafından ortaklaşa yayımlandı.

Kitap bugünün Türkiyesi’nde okuyucusuna sadece karamsarlık “armağan” edebilir. Fakat bu da yazarın suçu değil. Bu topraklara dair içinde umut besleyen bir kalemin Mezopotamya çöllerine sürülüşünü görmek yeterli değil mi? Öyle ya, Odyan, bu kitapta referans noktası olarak alınan Osmanlı’nın Cihan Harbi’ne girdiği 1914’ten birkaç sene öncesinde, Abdülhamid ve Sherlock Holmes eserinde ünlü dedektife “Ey hür Osmanlılar! Ey meşruti Türkiye! Seni tebrik ederim!” dedirtmişti. Sonrasında “acının ve sefaletin en uç noktasını gören kalabalık aileler” içerisinde olmadığını, onların “çocuklarının veya anne babalarının ölümünü, ıssız yollarda kızlarının kaçırıldığını veya gözlerinin önünde, çadırlar altında tecavüze uğradığını, haydutların talanını, polislerin soygununu, hastalığı, açlığı, susuzluğu, eziyetin bütün şekillerini gördüğünü” yazarak kendisini “şanslı sürgün” kategorisine yerleştirecekti.

Odyan, eserini “Üç senelik sürgünüm, otuz senelik edebi faaliyetimin karşılığıydı” diye tamamlıyor. İşte bu nedenle, bu kitap, kimsenin otuz senelik edebi faaliyetinin karşılığının üç senelik sürgün olmaması, “Lanetli Yıllar”ın ya da daha doğrusu o yılların lanetinin inkârla katmerlenmemesi umuduyla 2022’nin öne çıkanı. Eğer okuduktan sonra içinizde hâlâ umut kalmışsa tabii…

 

GİRİŞ RESMİ:

1915'te Osmanlı İmparatorluğu'nun Suriye bölgesinde sürgünde açıkta yaşayan yetim Ermeni çocukları… (Fotoğraf: Armin T. Wegner, Wegner Collection, Deutsches Literaturarchiv, Marbach & United States Holocaust Memorial Museum.)