Komet’e veda: Bitmeyen şiir

“Komet’i tanımlayan şeylerden biri de bir şaşırma haliydi: Bir panik hali, bir dünyayı ilk defa görüyormuş hali, bir büyümüş de küçülmüş çocuk bakışı, bir sürekli tetikte olma hali... Bu daimi ve biraz da bilinçli ‘şaşkınlık’ halini Komet’in resimlerinde bir panik hissi ve tuhaflık olarak, enstalasyon ve performanslarında bir ‘hınzırlık’ olarak ve şiirlerinde anlamlar çarpışması yaratan bir kaotik ses karmaşası olarak tecrübe edebilirsiniz."

27 Eylül 2022 21:21

 

Komet dünyaya veda etti, artık aramızda değil, uçtu gitti. Bu da onun için derme çatma, bazı anekdotlar ve anılar içeren bir veda yazısı.

Komet aslında vedasını geçen sene açtığı son sergisiyle ‘ilan etmişti.’ 80’inci yaşında açtığı o mest edici ve afallatıcı sergi esnasında ve sonrasında hep “herhalde bu benim son sergim” demişti. Sergi 80 yaşında birinden beklenmeyecek bir ‘tour de force’du, inanılmaz ve afallatıcı bir resimler geçidiydi. Son ve derin bir nefes alıp dünyaya son ve derin bir seri resim bırakmış gibiydi. Sergiden bir süre sonra bir söyleşi yapmak için Cihangir’deki evinde bir araya gelmiştik. Yine beklenmedik bir enerji ve heyecan içinde onlarca şey anlatmış, eski kitap ve katalogları göstermiş ve üstüne iki üç tane de enfes şiir okumuştu. Ama bu yaşam enerjisini aniden kesen bir rahatsızlığı olduğu da belliydi, çabuk yorulmasından belliydi. Biyoloji denen şey izin verse bütün gece, sabaha kadar konuşup anlatacak gibiydi. Yorgun beden ama son derece açık bir zihin.

Bu buluşmadan sonra Komet’le kısa bir belgesel çekmeyi düşünmüştük. Komet’e yaraşır, ‘deneysel’ ve acayip bir Komet belgeseli. Gelecek kuşaklar için bir şahsi arşiv, bir Komet hikâyesi. Ama böyle bir şey için bir daha pek enerjisi olmadı. Hastaneye yatma sıklığı arttı ve her konuşmamızda enerjisinin biraz daha azaldığını söyledi. Velhasıl, bu ‘garip bir belgesel çekme’ fikri askıda kaldı. En son yolda karşılaştığımızda yine çok yorgunum gibi bir şeyler söylemişti, konuşurken de bir ağaca tutunarak. Biyoloji izin vermiyordu artık. Son yazışmamızda ise hastanede olduğunu, çok zayıfladığını ve aslında bir süredir ‘diğer taraftan’ konuştuğunu söylemişti. Ama şunu da not edeyim, son âna kadar da her şeye çatmaya, cevap yetiştirmeye devam etmişti. Bir örnek: Ben bir Sait Faik fotoğrafı paylaşmıştım, Burgazada’daki müzeden Sait Faik’in çalışma masasının fotoğrafı. Komet şöyle cevap vermişti: “Orijinali değil, böyle oturup masada yazmazdı, sonradan ayarlama bu.” Yani Sait Faik’te o berduşluğu ve serseriliği savunma isteğini, hastanedeki yatağından bile sürdürmüştü.

Komet’i herkes o ele avuca sığmaz hali ve sağı solu belli olmaz mizacıyla hatırlıyordur herhalde. Her şeye yetişen, her şeyle ‘dalaşan’ bir hali vardı Komet’in. Bir yazıda, Komet’in dünyayla uğraşma hali için şöyle bir şey demiştim:

“Kendi köşesine çekilip sadece resimlerini yapmakla yetinmeyen, sosyolojiyle, tarihle, felsefeyle, edebiyatla ve diğer şeylerle konuşan, tartışan, hayatla dalaşan bir mücadeleci (ve provokatör) sanatçıdır Komet.”

Bu anlamda ‘topeykûn’ yaşayan biriydi Komet. Lale Müldür bir yolculuk esnasında “Biz şairiz, her şey bizim ilgi alanımıza girer” gibi bir şey söylemişti. Aynı şey yakın arkadaşı Komet için de geçerlidir: her şeyle ilgilenmek. Durdurulamaz bir hayat merakı.

Komet’in birçok kişide iz bırakmasını, sokaklarda ve masalarda hep bulunmasını sağlayan şeylerden biri de onun son bohemlerden biri olmasıydı herhalde. Bir röportajında bu hali şöyle ifade ediyor:

“Ben daha ergenlik yaşlarımda izlediğim gözlediğim filmlerde, dergilerde ve romanlardaki gibi, o romantik bohem serseri, 19. ve 20. yüzyıl ressamı olmayı düşlüyordum. Nitekim öyle oldu ve bundan mutluluk duyuyorum.”

Komet’in bir diğer özelliği de, hemen hemen her şeyi bir acayip kafada ve ruh halinde bir araya getirebilmesiydi: Bir hayat ve fikir toplayıcısı gibi. Doğu ve Batı, Anadolu ve Avrupa, geleneksel ve modern, klasik ve avangart, yüksek teori ve kitsch, gündelik haller ve yüksek felsefe yan yana, iç içe. Express, Komet öldükten sonra eski bir röportajını şu ifadelerle yayınladı: “Resimden şiire, Çorum’dan Paris’e, Nâzım’dan Godard’a, Edip Cansever’den Turgut Uyar’a, Marx’tan Nietzsche’ye, tarihten güncelliğe...” Bu çeşitlilik sanırım Komet’in o her şeyle her şeyin bağlantısını kurabilen haline dair bir fikir veriyordur. Üstüne “ve daha birçok şey” diye de eklemek gerek.

Komet’i tanımlayan şeylerden biri de bir şaşırma haliydi: Bir panik hali, bir dünyayı ilk defa görüyormuş hali, bir büyümüş de küçülmüş çocuk bakışı, bir sürekli tetikte olma hali, vs... Geçen sene yaptığımız röportajda, resimlerinde görülen, yanlışlıkla o manzaraya düşmüş gibi duran figürlerin verdiği temel hissin ‘panik’ olduğunu söylemiş, sonra da lafı Kundera’ya getirmiştim. Şöyle:

“Kundera’nın çok sevdiğim bir ‘dünya’ tanımı var: acemilik gezegeni… Kast ettiği şey şu: İnsan denen varlık her yaşın acemisidir.. Bu nedenle ‘insanlığın dünyası acemiliğin gezegenidir’. Kundera’ya göre insanı sevilesi kılan şey de budur. Bakışınızda ve halinizde böyle bir şey seziyorum.”

Komet de ‘panik’ grubuyla ve Sitüasyonistlerle olan yakınlığından söz ettikten sonra şöyle demişti:

Hayatın acemisi olduğumu kabul ediyorum. Çünkü her gün her şeyi ilk kez görüyormuş gibiyim. Ve her şeye şaşırıyorum. Orhan Veli ‘Alıştığımız bir şeydi yaşamak’ diyordu. Ben ona gönderme yaparak ‘Alışamadığımız bir şeydi yaşamak’ demiştim 1967’de.”

Bu daimi ve biraz da bilinçli ‘şaşkınlık’ halini Komet’in resimlerinde bir panik hissi ve tuhaflık olarak, enstalasyon ve performanslarında bir ‘hınzırlık’ olarak ve şiirlerinde anlamlar çarpışması yaratan bir kaotik ses karmaşası olarak tecrübe edebilirsiniz. Komet’in bu süper yaratıcı ‘şaşırma’ halini hayatının sonuna kadar sürdürdüğüne sanırım birçok kişi de şahit olmuştur: Bu sürekli ‘alert’ haliyle herkesin hayatına bir şekilde bir garip iz, bir acayip an bırakmıştır. Dünyada bir ‘sanatçı’ olmanın anlamı da en çok budur herhalde: Bir acayip iz bırakmak geride.

Komet için şunu da eklemek lazım: Sık sık bir anarşist-Marksist olduğunu dile getiriyor, bir kuşak olarak Paris’teki ‘68 hareketi ve Türkiye’de ‘70’lerdeki devrimci hareketin rüzgârına kapıldıklarını söylüyordu. Marx’la Nietzche’yi, Gorki’yle Sartre’ı ve Godard’ı birleştiren, Sitüasyonistler ve varoluşçulardan da bolca etkilenen bir entelektüel-devrimci kuşağın üyesiydi kendisi. Bunu en son geçen kış Nazlı Pektaş’la yaptıkları konuşmada tekrar dile getirdiğinde, 80 yaşında o bohem-devrimci günleri nasıl heyecanla anlattığını görmüştüm. Bu açıdan Komet’e bir de ‘kızıl-selam’ göndermek gerek.

Komet’in üzücü bir şiiri var: Hayata veda eden sevdiği isimleri listelediği “Bitmeyen Şiir” adlı bir şiir. Uzun bir ‘ölenler’ geçidi: “Ece Ayhan, Tezer Özlü, Francis Bacon, D. Bowie, L. Cohen, Umberto Eco, Ömer Uluç…”

Evet, Komet de öldü. Ama şiir bitmez, karanfil elden ele.

Güle güle Komet. Arkanda bıraktığın acayip izler için teşekkürler.