‘Kesin inançlılar' ya da Trump’ın fedaileri aslında kimler?

"Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar kitabını, güncelin yörüngesine girerek ABD’de yaşanan son kitlesel olaylar ve azmettiricisi Trump üzerinden yeniden okumak, bana bulmaca çözmenin eğlenceli hazzına benzer duygular yaşattı. Fakat kitap daha geniş bir perspektiften okunmayı hak ediyor."

13 Ocak 2021 20:43

Kitaplar bize, dünyaya / yaşama pek çok açıdan bakabilme yeteneği kazandırır. Okuduklarımız sayesinde olup biteni anlama ve yorumlama yetkinliğimiz gelişir. Kimi zaman da yaşadıklarımız, aniden gelişiveren olaylar bazı kitapları doğrular. Onların, adeta okuduklarımızı haklı çıkarmak ya da örneklemek için cereyan ettiğini düşünmekten alamayız kendimizi. O zaman kitaplara inancımız bir kez daha artar. Yaşamakla okumanın alışverişini, iç içeliğini hayranlıkla izleriz.

Geçen hafta Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yaşanan Kongre baskınını televizyonda izlerken geçen yaz okuduğum bir kitaba, Eric Hoffer’ın 1951’de yayımlanan Kesin İnançlılar adlı yapıtına yeniden bakma gereği duydum. Eric Hoffer (1902-1983), Alman asıllı, New York doğumlu bir düşünür. Yolu akademiden geçmemiş, kendi kendini yetiştirmiş. Bir yığın ayak işinde çalıştıktan sonra ilk yapıtı olan bu kitabı liman işçiliği sırasında kaleme almış. Onun film gibi yaşamı başlı başına bir yazıyı hak etse de şimdi konumuz kendisi değil, yapıtı. “Kitle hareketlerinin doğası üzerine düşünceler” alt başlığını taşıyan kitap, geçtiğimiz 70 yılda pek çok dile çevrilmiş. Türkçe’de 2019’da yenilenmiş çevirisiyle (Olvido Kitap) ikinci basımı yapılmış.

Hoffer, kitabın girişinde dinsel, milliyetçi ya da sosyal temelli tüm kitle hareketlerinin bazı temel niteliklerde ortaklaştığı savını ortaya atıyor. Yazarın derdi, kesin inançlı (fanatik) kişinin ortaya çıkışını ve geçirdiği aşamayı irdelemek. Anlıyoruz ki, o ‘kişi’nin hangi çağda yaşadığı, yeryüzünün neresinde, hangi dini ya da etnik toplumsal zeminde ortaya çıktığı pek önem taşımıyor. Onu her zaman, her yerde aşağı yukarı aynı biçimde davranırken ve aynı hedefe doğru koşarken görüyoruz. “Bütün kitle hareketleri” diyor Hoffer,

“taraftarlarında ölümü göze alma duygusu ve birlikte eyleme geçme yatkınlığı doğurur; ortaya koydukları program ve telkin ettikleri öğreti ne olursa olsun, bütün kitle hareketleri fanatizmi, coşkuyu, hararetli umudu, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körükler; tüm kitle hareketleri hayatın belli bölümlerinde güçlü bir faaliyet akışı yaratmaya muktedirdir ve körü körüne bir inanç ve sadakat ister.”

ABD Kongre Binası’na doğru harekete geçmiş vecd içindeki Trump taraftarlarını, Nazi Almanya’sındaki çılgın kalabalıkları; Afganistan, Mısır, Irak ya da başka bir ülkedeki din / ırk fanatizmiyle toplanmış yığınları gözümüzün önüne getirebiliriz. Ya da bir siyasi parti mitinginde sloganlarla kendinden geçmiş taraftarları… (“Öl de, ölelim!” sloganları) Birbirinden çok farklı yapılar ve amaçlar söz konusu olsa da kalabalıkları oluşturanların “hayatını kutsal saydığı bir amaç uğruna feda etmeye hazır olan fanatik inançlı kişi”ler olduğunu söylüyor yazar.

Donald Trump’ın ABD’de adım adım, yelkenine rüzgâr toplaya toplaya oluşturduğu kalabalıkların toplumsal sınıfları, dini ve ırksal kimlikleri çokça yazıldı: Genellikle Orta Amerikalı, milliyetçi, muhafazakâr, aşırı dinci, beyazların üstünlüğünü savunan, eğitim düzeyi düşük vs. kişiler... Eric Hoffer, bütün kitle hareketlerinin ilk taraftarları arasında hüsrana uğramış (şu ya da bu sebeple hayatlarının ziyan olduğunu, boşa gittiğini hisseden) kişilerin çoğunluğu oluşturduğu gerçeğini dile getirirken bir gün Trump diye bir ABD başkanının hınç ve coşkuyla doldurup Kongre Binası’na yönlendireceği kalabalıkların resmini de çiziyor gibidir. Hüsrana uğramışlar… Hoffer’a göre onların en içten arzuları yeni bir hayat, bir yeniden doğuştur; bunlar olmazsa da kutsal bir davayla özdeşleşmek suretiyle yeni bir gurur, güven, umut, amaç ve değer duygusuna sahip olmak isterler. Bir kitle hareketine mensup olduklarında hayat kendileri için daha katlanılabilir olacaktır. Kendileri bir hiçtirler, mükemmellik iddiaları yoktur; ancak ulusun, dinin, ırkın veya kutsal bir davanın mükemmelliği olduğunu iddia etmeye çoktan hazırdırlar. Böylece kendilerinde olmayan yetilerin, asla olamayacakları şeyin yerine kitlesel hareketin vaat ettiklerini ikame ederler. Çünkü:

“Bireysel çıkarlarımız ve umutlarımız, uğruna yaşamaya değer görünmediğinde, hayatı yaşamaya değer kılacak şeyi kendi dışımızda aramaya şiddetle ihtiyaç duyarız.”

İnsan, ziyan olan beyhude hayatına değer ve anlam verebilecek bir şeye can havliyle sarılır; bir ülküye kendini adamak, sadakat ve manevi teslimiyet, bu sarılmadan başkası değildir. “Kişinin bir ikameye sıkıca sarılması ister istemez hırslı ve abartılı olacaktır.” diyor Hoffer. Trump’ın seçim mitinglerindeki tarikat ayinlerini düşündüren ‘manevi’ havayı, (ateşli nutuklar, şarkılar, marşlar, İncil ve bayrak) coşkuyla kendinden geçmiş taraftarları anımsayalım. O sıradan alt-orta sınıftan insanlar bir büyük davanın (dindar, muhafazakâr, beyaz ve büyük Amerika!) neferleridir artık. “Hiç şüphe yok ki” diyor Hoffer, “Benmerkezci hayatımızı bencil olmayan hayatla değiştirdiğimizde özsaygımız muazzam derecede güçlenir.”  Bu yücelmiş özsaygı için Kongre Binası’nın surlarını aşmak nedir ki!

ABD’de yaşanan son gelişmeleri, Hoffer’ın kitabı eşliğinde takip etmek, son derece zihin açıcı bir serüven. Buradan bakınca hem Trump’ı hem de ortaya sürdüğü kitlenin ruh dünyasını anlamak kolaylaşıyor. Hoffer, Kesin İnançlılar’da kitleyi birleştiren etkenlere ısrarla dikkat çekiyor. Bu etkenlerin ilk sırasına ‘nefret’i koyuyor. “Kitle hareketleri” diyor yazar,

“bir Tanrı’ya inanmaksızın doğabilir ve genişleyebilir, fakat bir şeytan inancı olmaksızın asla gerçekleşemez. Bir kitle hareketinin gücü şeytanın canlılığı ve elle tutulurluğuyla genellikle doğru orantılıdır.”

Ortak bir nefret duygusu, bir araya gelmesi olanaksız nice unsuru birleştirebilir. Hoffer’e göre bir kitle hareketini başlatan veya sürdüren kişilerin ‘feraset ve kurnazlıkları’  hangi öğreti ve programların benimsenip kabul edileceğini bilmek kadar ‘yaraşır bir düşmanın nasıl seçileceğini’ bilmekte de kendini gösterir. Doğrusu, seçim sürecinde Demokratları dinsiz ve Komünist ilan eden, onlar kazanırsa dinin elden gideceğini, Çin’in ABD’yi işgal edeceğini söyleyen Donald Trump’ın hakkını teslim etmek gerek.

‘Şeytanlaştırma’ işinin büyük ustası kuşkusuz Hitler’dir. Hoffer, onun bu alandaki başarısına dikkat çekerek diyor ki:

“Büyük bir liderin dehası bütün nefretleri tek bir düşman üzerinde toplamaya ve ‘hatta birbirinden en uzak olan hasımların bile tek bir kategoriye mensup gibi görünmesini’ sağlamaya dayanır.”

Hoffer’a göre ideal ilah gibi ideal şeytan da kadirimutlaktır, her yerde hazır ve nazırdır. Tüm kötülüklerin anasıdır o.

“Hareket içinde karşılaşılan her güçlük ve başarısızlık şeytanın işidir, her başarı ise onun habis planlarına rağmen kazanılmış bir zaferdir.”

Trump ve o soydan gelen liderlerin Hitler’den ders almadığını söylemek saflık olur. Yahudilere gereğinden fazla önem verip vermediği sorulduğunda, Hitler şöyle haykırmıştı:

“Hayır, hayır, hayır!.. Yahudilerin düşman olarak taşıdıkları korkunç özellikleri ne kadar vurgulasak azdır.”

Hoffer, nefret duygusunun kökenleri üzerinde dururken aslında Trump’ın ruhsal portresini de çiziyor gibidir.

“Bunlar yetersizliğimizin, değersizliğimizin, suçluluk duygumuzun ve benliğimizdeki diğer kusurların farkında olmayı ümitsizce bastırmaya çalışmamızın bir ifadesidir… Bu durumda, kendini aşağı görme duygusu, başkalarından nefret etme kalıbına girer ve bu kaymayı maskelemek için çok kesin ve ısrarlı bir çaba sarf edilir.”

Giderayak aklı başında tüm ABD’lilerin gözünden düşen ve bir bayağılık örneğine dönüşen Trump’ın ruh dünyasında acaba neler olup bitiyordu? Hangi yetersizlikler, hangi suçluluk duygusu zıvanadan çıkarıyordu onu? Suçluluk duygusunun nefreti ve yüzsüzlüğü teşvik ettiğini söyleyen Hoffer’a hak vermemek mümkün değil. Hoffer, Amerikalıların psikolojisine dair bir tespit de yapıyor bu bölümde. Amerikalıların uluslararası ilişkilerde fazlaca kinci olmadığını çünkü kendilerini diğer uluslardan üstün gördüklerini söylüyor. “Bir Amerikalı’nın diğer bir Amerikalı’ya (Örneğin Hoover veya Roosevelt’e) nefreti, bir yabancıya duyabileceği her türlü antipatiden çok daha güçlüdür” dedikten sonra kehanet gibi bir saptamada bulunuyor:

“Amerika’nın nispeten geri kalmış güneyli halkı, ülkenin diğer kısmına oranla daha güçlü bir yabancı düşmanlığı göstermektedir. Eğer Amerikalılar yabancılardan tüm kalpleriyle nefret etmeye başlarlarsa, bu durum Amerikan halkının kendi yaşam tarzına duyduğu güveni yitirmiş olduğunun bir işareti olacaktır.”

Hitler’den pek çok ‘meziyet’ devşiren Donald Trump ve benzerlerinin, yarattıkları kitlesel ruh hali içerisinde kendilerini ve taraftarlarını üstün bir ırkın mensubu gibi görmelerinden daha doğal ne olabilir? Hoffer’in deyişiyle:

“…kesin inançlı kişi,  kendini ayrıcalıklı, dünyaya nur saçmaya gelmiş bir kişi, uysal görünüşlü bir prens ve bu dünyanın ve cennetin mirasçısı olarak görmeye meyilli olur. Onun inancında olmayan kişiler kötüdür ve söylediklerine kulak asmayanlar kahrolacaklardır.”

Yazar kitle hareketlerini incelerken ‘liderlik’ üzerinde de duruyor. Ona göre kitle hareketi liderliğinde fikir büyük bir rol oynamaz.

“Önemli olan kibirli hatta küstahça davranmak, başkalarının fikirlerini tamamen önemsiz saymak ve dünyaya toptan meydan okumaktır.”

Bu kadar da değil:

“Etkili liderlikte bir dereceye kadar şarlatanlık gereklidir. Gerçekleri kasten yanlış aksettirmeksizin bir kitle hareketi oluşturmak imkânsızdır.”

Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar kitabını, güncelin yörüngesine girerek ABD’de yaşanan son kitlesel olaylar ve azmettiricisi Trump üzerinden yeniden okumak, bana bulmaca çözmenin eğlenceli hazzına benzer duygular yaşattı. Fakat kitap daha geniş bir perspektiften okunmayı hak ediyor. Yazar, kitle hareketlerinin ve mensuplarının psiko-politik köklerini pek çok başlık altında, farklı kavramlar eşliğinde anlatıyor. Kitabın başında, varsayımının “bütün kitle hareketlerinin aynı derecede yararlı ya da zehirli olduğu anlamına gelmeyeceği” kaydını da düşerek… Yazdıklarının birer öneri ve sav niteliği taşıdığını özellikle vurguluyor. Montaigne’den bir alıntıyla anlatıyor meramını:

“Bu kadar serbest konuşabiliyorsam bu, başkalarını kendime inandırmak zorunda olmadığım içindir.”

Son bölümde ise Hoffer, “Yararlı Kitle Hareketleri” başlığı altında toplumların uyanış ve yenilenme sürecinde kitle hareketinin gerekli olabildiğini dile getiriyor. Düşüncesini somutlarken Arap dünyasında İslam’ın ortaya çıkışını, Rusya’daki Bolşevik Devrimi’ni, Japonya’daki Meiji dönemini ve Türkiye’de Atatürk devrimini anıyor. Kitle hareketlerinin temelindeki ateşleyici etkinin, “toplumları ve ulusları mezardan çıkaran mucizevi bir araç” da olabildiğini vurgulayarak noktalıyor savını. Kısacası, Kesin İnançlılar, bugün dünyada ve çevremizde olup biteni anlamak için benzersiz bir kılavuz.