Kendinle yaşamaya dair: Yalnızlığı göze almak

"Pandeminin yüzleşme aynasını yüzümüze tuttuğu bu günler –evde kalabilenler için– kendimizle, korkularımızla baş etmeye çalıştığımız, sınırlarımızı gördüğümüz zamanlar. Dışarıda olmak durumunda kalanlar içinse aynaya yansıyanlar, baş etmek durumunda kaldıkları şeyler çok daha katmanlı ve ürkütücü."

07 Mayıs 2020 05:00

Hannah Arendt, Sorumluluk ve Yargı’da insana dair çok önemli bir çıkarsamada bulunur: “İnsan tam da kendi güçsüzlüğünü kabul edebildiği için, geriye kalan son gücünü ve direncini en umutsuz koşullar altında bile koruyabilir” (s. 45). Neyin doğru neyin yanlış olduğunu duyarlılık yoluyla bilmenin bir biçimi olarak (s. 101) “vicdan”ı tartıştığı eserinde sorumlulukla ilgili de en önemli ayrımın insanın “bunu yapamam” demesi, “bunu yapmamam gerek” dememesi (s. 75) olduğunu dile getirir. Kitabın ilerleyen sayfalarında “irade” üzerinden bu durumu daha açık bir biçimde ifade eder: 

“Bazı şeyleri yapamam çünkü bu şeyleri yaptıktan sonra kendimle beraber yaşamam artık mümkün olmayacaktır” (s. 92). 

İnsanın kendisiyle yaşaması, yüzyıllardır filozofların üzerine düşünmekten vazgeçmediği bir mesele: Öncelikle kendisiyle karşılaşmayı, yüzleşmeyi göze alması kaçınılmaz. Ancak bu uğraşının ilk koşulu samimiyet olsa gerek. Kendine karşı samimiyet. Bu da sanırım bu dünyada tek ve en özel olmadığımızı, tesadüfen bu gezegen üzerinde diğer canlılar gibi yer aldığımızı kavramakla ilgilidir. Bu kavrayışı oluşturmak da aşama aşama kendi içine dönmek, acı çekmek, kendindeki başkalaşımı keşfetmek ve de gerçekten samimiysek içine kapanmak değil genişlemek anlamını taşır. 

Tıpkı Andrea Dworkin'in dediği gibi: 

“Paramparça edilmemiş, fırtınalara göğüs germemiş, tel tel dağılmamış, büyük dikişler ve çirkin yara izleriyle, pek nahoş bir halde kendini tekrar bir araya getirmemiş insanlara tahammülüm yok. Ancak böyle olurlarsa bir parıltı görürüm. Ama dışı pırıl pırıl olan şu tipler, şu kıç sallayanlar, doğrusu onlardan hiç hoşlanmam. Hem de hiç” (Aktaran, Berger, Portreler, s. 167). 

Jung’un “gölge arketipi’nin form olarak yer aldığı Kaf Dağı’nın Ardında sergisinin ışık ve gölge biçimlerini kullanma nedenini açıklayan Canan, Jung’un kendisi için önemini dile getirirken “bireysel mutluluk olmadan kolektif mutluluk olmaz” diyerek kendi gölgemizle uğraşmamız gerektiğini vurgular. 

Burayı biraz açmak için Ursula Le Guin’e kulak verelim. Le Guin gölgemizle neden barışmamız gerektiğini şöyle açıklamaktadır:

“Jung’un kendisi de söylemiştir: ‘Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa o kadar kara ve yoğun olur’. Başka bir deyişle, gölgenize ne kadar az bakarsanız, o kadar güçlenir, sonunda bir tehlikeye, kaldırılamaz bir ağırlığa, ruhunuzun içindeki bir tehdide dönüşür. Bilince kabul edilmeyen gölge dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok – sorun onlar. Ben canavar değilim, diğerleri canavar. Tüm yabancılar kötüdür, tüm komünistler kötüdür, tüm kapitalistler kötüdür. …” (s. 35). 

Kişinin başkasını görmesi, başkasının sorumluluğunu duyması da ancak kendisinin farkında olmasıyla, gölgesiyle uğraşmasıyla, yalnızlığını göze aldıktan sonra söz konusu olabilir.

“Kişisel olmayana geçiş, ancak yalnızlıkta mümkün olan, ender görülür nitelikte bir dikkatle gerçekleşir. Sadece fiziksel değil aynı zamanda ahlaki bir yalnızlık da gerekir” (Weil, s.25). 

Düşünme etkinliğini çok önemseyen Arendt, Platon’dan feyz alarak “kendimle aramdaki sessiz diyalog” (s.146) eylemini çok önemser.

Pandeminin yüzleşme aynasını yüzümüze tuttuğu bu günler –evde kalabilenler için– kendimizle, korkularımızla baş etmeye çalıştığımız, sınırlarımızı gördüğümüz zamanlar. Dışarıda olmak durumunda kalanlar içinse aynaya yansıyanlar, baş etmek durumunda kaldıkları şeyler çok daha katmanlı ve ürkütücü. Kendimizi kendimize açarak güçsüzlüğümüzü görebildiğimiz ancak bundan sonra kendimizle iç rahatlığıyla yaşayabileceğimiz, diğerini görmenin yollarını herkesin kendi meşrebince bulabileceğine dair umudu yitirmemek gerek. Solnit’in uyarısını da yabana atmadan:

“Kendini başkasının yerine koyarak hissetmenin tehlikeleri öyle korkutucudur ki, birçokları vazgeçer bundan ve yolundan dönmeyi haklı gösterecek ayrıntılı hikâyeler geliştirirler. Sonra da büzüşmüş olduklarını unutuverirler. Şöyle ve böyle çoğumuz yaparız bunu” (Solnit, s. 114). 

 

KAYNAKÇA

Hannah Arendt, Sorumluluk ve Yargı, çev. Müge Serin, Sel Yayıncılık, 2018.

John Berger, Portreler, çev. Beril Eyüboğlu, Metis Yayınları, 2018.

Ursula K. Le Guin, Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, Haz.: Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy, Sökmen, Metis Yayınları, 1999.

Rebecca Solnit, Yakındaki Uzak, çev. Müge Karahan, Mehmet Öznur, Encore Yayınları, 2015.

Simone Weil, Kişi ve Kutsal, çev. Murat Erşen, VakıfBank Kültür Yayınları, 2019.