Kendime ait (çürüyeceğim) bir oda

Bu yazıda hem bacaların hem de onlarla ilgili bâtıllıklar yığınının içinden birkaçını seçtim ve evlerle ilgili benden akıllı uslu şeyler duymayı bekleyen okurun karşısına çıkardım...

03 Ocak 2019 14:58

Giriş

“Ev bir makinedir” –bir yanıyla doğrudur belki, ama daha ziyade bir hurafeler, bâtıl inançlar ve hezeyanlar makinesi. Yıllar içinde baca örneklerini belgelerken bir o kadar da akıldışılık topladığımın ayırdında değildim. Bu yazıda hem bacaların hem de onlarla ilgili bâtıllıklar yığınının içinden birkaçını seçtim ve evlerle ilgili benden akıllı uslu şeyler duymayı bekleyen okurun karşısına çıkardım. Hemen her hikâyeyi görsel bir belgeyle desteklemeyi ihmal etmedim –okurlar gerçekleri saptırdığım kanısına kapılırsa, sunduğum fotoğraflı kanıt aracılığıyla hakikate sadık kaldığıma inanabilsinler diye.

01. Samanpazarı’na musallat olan böcekler

İlk örnekler Ankara’dan. Uğursuz olduğuna inanıldığı için, 20 yıldan fazladır kiralanmayan binanın cephesi boyunca bir böcek yuvasına ait. Ankara’da kuraklık olduğu bir yıl musallat olduğuna inanılan bir uçan karınca türü, Samanpazarı’nın ünlü fırınının bereketini kaçırır. Esnaf ne yapsa da karıncaların önünü alamaz. Yuvanın uğultusundan rahatsız olan diğer esnaflar dükkânlarını boşaltır. Kevgire dönen bacadan sızan böcek reçinesi, arka bahçedeki ağaçları birer birer kurutur. Karıncaları cinlerin musallat ettiğine bugün bile inanılır.

02. Solcular

1980 darbesinden sonra mahallelerdeki solcuları gizlice işaretlemek için Ankara Dostlar mahallesinde kullanıldığı söylenen bir yöntem vardır. Evin damındaki bacalardan birinin üzerine batıya bakacak şekilde bir ara-tuğla, duruma göre başka bir unsur eklenir. Böylece mahalleli veya hanedekiler hiç anlamadan kimin solcu olduğu gizlice kodlanır. Bu akıl almaz ve bir o kadar da gerçek dışı görünen, açıkçası paranoyakça iddiayı Dostlar Mahallesi sakinlerinden Z. E. (62) 2003 yılındaki ziyaretimde dile getirmiş ve mahallelerinde o tarihlerde kaçırılıp kaybedilen üç arkadaşının evlerini bana tek tek gezdirip göstermişti. Z. E. bu bağlantıları sonradan mı üretti, aslı faslı var mıdır, çözmek güç.

03. Kuşaktan kuşağa

Etimesgut’ta (Ankara) ikinci nesil gecekondu sakinleri arasında yıllardır süregelen bir iddialaşma var. Varto depremi sonrası bölgeye yerleşen ilk nesle dayandırılan yadigâr iddiayı çocukları da sürdürür. Kuşaklarla bacaya bağlı kiremitler, ensestle ilgili bu iddialaşmayı anlatıyor.

04. Haymana tütsüsü

Ankara’nın doğusuna bakalım şimdi de. Anadolu kültüründe tütsüleme haram sayıldığından balık, et, sucuk yahut sebze veya hamur işleri için bu işlem hemen hiç tercih edilmez. Oysa Haymana’da tezek tütsüsünde hazırlanan şasu (ya da şozu) evlerin değil damların ocaküstünde hazırlanır. Yaz aylarında, koyun bağırsağı içine konan unlu bir sakatat içiyle hem güneşten hem de ocağın tezek dumanından faydalanılarak basit tel ızgaralara serilir. Şozu’yu Ermeni yiyeceği sanıldığı için artık çok az hane üretmektedir.

05. Ev yapımı kısırlık tedavisi

Sıra dışı bir gasto-erojen örnek de Mardin’den. İlk cemre düştüğünde yakılan ocağın isinin, erkeğin yumurtalıklarına sürüldüğünde kısırlığını gidereceğine ve karısının hamile kalacağına inanılır.

06. Mıknatıs taşı

2000’lerin başlarında, Midyat’ın köylerinden Mavhut’ta hiç televizyon anteni görülmezdi. Yöreye özgü mıknatıslı mangan şisti sayesinde, taş baca şapkasının üzerine oturtulan mıknatıs taşı (veya televizyon taşı) anten kablosuna açık uçlarıyla tutturulur, bu sayede karasal yayın yapan Suriye ve Irak kanalları ile Diyarbakır ve Mardin’deki kimi TV’ler rahatlıkla izlenirmiş. Mavhut’taki mıknatıs taşı öyle ünlenmiştir ki National Geographic Ortadoğu gizemlerini konu alan bir belgeselde taşa geniş yer ayırmıştır.

07. Taş oyunu ve Doğu masalı

Karadeniz’deki birkaç örneğe bakalım. 2000’lerin başlarında Kastamonu’da yaşayan bir öğrenci bana bir magazin ev bacası göndermişti. Slaytlara eşlik eden mektubunda, bacaların nerede çekildiğine dair bir listenin yanında, bir harita, bir de şu not yer alıyordu:

“Taşla Oynanan Bir Çocuk Oyunu (Tosya, Ortalıca köyünden derlendi.)

Her çocuk on taş toplar.

Taşlar yere çember oluşturacak şekilde dizilmeye başlar.

Öncekiyle aynı renk taşı koyan çocuk yanar.

Çembere konan son taşla ilk taş aynı renk olursa, baştan başlanır.”

Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’ndaki Doğu masalında aktarılan mimarın yapı öyküsü arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Karasu, kitapta aynı renk taşları yan yana dizmeden bir saray inşa etmeye çalışan mimarın trajik öyküsünü anlatır. Öyküde, mimarın aynı renk taşı sadece bir kez yan yana getirme hakkı vardır.

08. Avanos’un gelinleri

Avanos’ta, duvar boyunca yerden saçağa kadar tırmanan “gelin bacası.” On beşinci tuğla konduktan sonra düğün yapılırmış. Baca bir tür takvim görevi görür ve çeyiz yavaş yavaş hazırlanırmış. Genellikle evin ilk kızının doğduğu yıl başlanan bacanın yapımı 15 yıl sürer. Bu âdet zamanla terk edilmiştir neyse ki; ancak mimarî izleri Avanos’ta hâlâ sürülebilir.

09. Ürgüp’ün baca harçları

Peribacalarının diyarı Kapadokya’da, Ürgüp’ün köylerinde baca harcı üretimi, hane kadınlarının ortak emekle yaptığı işlerdendir. Ürgüp’e bağlı 29 köyde, onlarca çeşit harç üretildiği tahmin edilmektedir. Doğum, ölüm, kına, düğün, asker uğurlaması, sünnet gibi önemli olaylar için olduğu kadar, bahar ve güz hazırlıklarının bir parçası olarak da ocakların ve bacaların harcı hazırlanır.

Sinasos’ta ana malzemesi kara kil olmak üzere kireç, kireçtaşı, kiremit kırığı ve tozu, kok cürufu, kına, sılaj, deniz kumu, hayvansal yağ, is, üstübeç gibi malzemelerin kullanımıyla beyaz, koyu gri, yeşil, pembe renk başta olmak üzere çeşit çeşit harç hazırlanır. Tarifler aile geleneğinin ve özellikle de kadın emeğinin parçasıdır.

Harç sürülüp baca, tandır veya ocak dualarla tamamlandıktan sonra, meşe dallarıyla ve ayrılmış son harçla yapılan tek kullanımlık bir fırının içinde odun ateşinde pilav pişirilir ve tüm köye dağıtılır. Köy halkı, güneş batmadan bu ocağı yerle bir eder ve geriye hiçbir şey bırakmaz çünkü geceleyin tandırın çocukları çalan cinleri çekeceğine inanılır.

10. Kaynana koçanı

Anadolu’da pek çok yerde kaynana bacası geleneği vardır. Kayınvalidelerinin zulmünü açıktan ifade edemeyen, geniş ailelerin kıdemli ve erkek çocuk doğurmuş anneleri, kaynanalarının yaşadığı odanın soba bacasının tepesine kondurdukları ters konmuş tenekelerle satir geleneğini sürdürür. Buradaki mısır koçanı Eskişehir’deki tipik taşlama sembollerinden biri. “Başaşağı gelsin”, “burnundan gelsin”, “koçan girsin” gibi yaygın ilenmelerin karşılığı olduğu bilinmektedir.

11. Dolunay bacası

Eskişehir’de Sakarya ve Sarıcakaya dolaylarındaki köylerden birinde, şu âdetlerden bahsedildiği bilinir: Dolunay olduğu gece yıkanılmaz, düğün yapılmaz, hatta dolunay gecesi hamile kalmaktan korkan kadınlar vardır. Ama dolunay bacası için durum bunun tam tersidir. Dolunay yükselince baca şapkası tamamlanır ki, yuvaya bereket gelsin. Ayışığının altında parlaması için baca gövdesine sürülmek üzere hazırlanan kumlu, kireçli, silisli, macunumsu boya karışımına “böcek” adı verilmiştir.

12. Baca evliyaları

Anadolu’da hemen her kasabada ünlü birkaç evliyanın adı geçer, vakti gelince şifa veya dertlere çare için onlara başvurulur. En ünlüleri arasında bulunan başsız evliya, kadınların en sevdiklerindendir. Öyle ki, başsız evliyaya ait olduğu düşünülen mezar taşı bir baca stereotipi olup çıkmıştır. Başsız evliyaya yakarıp derman ve çare sağlayanlar, evliyaya dua niyetine ve bir tür andaç olarak bu formu kullanır, böylece evliyanın şifacılığını ve derman vericiliğini kutsamış, taçlandırmış olurlar. Gölgebaş evliya, kısırbaz evliya, rüzgâr evliya, kül evliya, pembe evliya, ayakbaş evliya: Onlarca söylence ve karakter için her birine uygun birer baca morfolojisi türetilmiş. Örneğin, Demre çevresinde Kül baba veya kanatlı baba, bacalardan eve giren, yeni gelecek çocuğun bahtı açık olsun diye ocağa taşlar bırakan evliyanın bacasıdır. Bacacı baba olarak da bilinir.

Rüzgâr evliya: Rüzgâr ters yönden esip çocukları ve yaşlıları zehirleyen gaz geceleyin odalara dolduğunda rüzgâr evliya Azrail’e yalvarır ve kendini feda ederek insanları kurtarır. Bu nedenle her yıl aşure gününde gelerek bir adak horoz ister. Verilmezse haneye felâket yağdırır. (Demre)

Akşamcı evliya: Kocası içkici kadınlar, vazgeçirmek için bacanın kül çekmecesine şarap döküp ekmek ufalar, bunu yedi gün sürdürürler. (Ankara, Solfasol)

Yankıcı evliya: Yankı baba kasım ayının ilk ve son gününde haneleri ziyaret eder; evin en yaşlı kadınına görünürse kadının erdiğine inanılır. Yankı baba bütün soruları yanıtlar ama sesi sorunun yankılarına karıştığından dinlemeyi bilmek gerekir. (Milas)

Tilki evliya: Kadınlar ocakta tilkikuyruğuotu yakıp gündoğumunda çatıya küllerini bırakır. O gece rüyasında tilki gören olursa takip eden günlerde evden bir cenaze çıkacak demektir. (Muğla)

Çatal evliya: Bacanın yapımında hep tek sayıda tuğla kullanılır. Buna riayet edilmeyen evlerin bacası çatlar ve bir tuğlası düşer. Bu düşen tuğlayı öğütüp kuyuya atan, çatal evliyanın ihsanına kavuşur. (Sinasos)

Ayakbaş evliya: Baharın ilk günlerinde, bahçede veya avluda bırakılan ayakkabılar ters şekilde bulunuyorsa, bu ayakbaş evliyanın marifetidir. (Eskişehir)

13. Matem bacası

Matem bacalarının pek çok türü vardır. En bilinenlerinden biri, hanenin kadını, yani ocağı tüttüren, onu inşa eden öldüğünde komşular tarafından yapılanıdır. Evin bacası kefenlenir ve kapatılır. Kefenleme işlemi için kullanılan beze bacalık denir ve bu deyiş birçok Muğla köyünde yaygındır. Bacalığı, ölen kişinin yaşı kadar uzunlukta bacalık ipiyle sarmalamak âdettendir. Ortaçağda ruh bedenden kaçmasın diye sağlık tedbirleri almak yaygındı. Bacalık örtüsü ve sargısı ise ocağın sahibinin gittiğini, artık ocağın söndüğünü, bir daha eskisi gibi yanmayacağını anlatır. Ölenin kırkı çıkana kadar sargıya hiç el sürülmez, ancak kırk birinci gün sargının kenarından bir parça kumaş kesilir ve ipleri sökülüp kaynatılarak genç kızlara içirilir, böylece doğurganlıklarının artacağına inanılır. Kırkı çıkan lohusalar varsa onlara da içirilir ve albastı cinlerinin uğramaması sağlanır.

14. Chios’un azizlerine

Küçükasya’yı terk edip Ege adalarının en doğusunda bulunanlarından birine, Sakız’a ve oradan da Akdeniz’in Avrupa kıyılarına doğru bakmayı sürdürelim.

Dört yöne açılan pencereleriyle teneke başlıklı bu Chios evi bacası, Sakız adasının dört büyük Azizine adaktır –kuzeyde Volissos, güneyde Mavra Volia, batıda Avgonima ve doğuda Kardamilla’daki manastır ve kiliselerin azizlerine. Teneke üzerine isle yapılan aziz betimlemeleri kışın ilk odun yakımıyla silinir ama pencereler her kış kontrol edilir, bozulanlar onarılır.

15. Baharın adları

Çekya’da baharın kırk dört adı vardır ve her baharla birlikte, ağaç kabuklarına yakma kalemiyle yazılan bu adlar evlerin baca taçlarının diluçlarına asılır. Bahar geç gelecekse, kuzeye asılı adların silindiği görülür.

16. Evler için erken uyarı sistemi

Dubrovnik yerel yönetiminin Koruma Kurulu ile birlikte çalışan Bacalar ve Çatı Eklentileri Komisyonu, savaş sırasında zarar görmemiş ve koruma altındaki toplam 8.600 yapıdan bir bölümüne, şakül çubuğunu şart koşmuş. Basitçe çatı zeminindeki bir yerçekimsel sensöre metal bir yastıkla beraber monte edilen, silindir kesitli galvanize bir borudan oluşan düzenek, tellerle bacaya tutturulur. Bacalar, yapıdaki deformiteyle beraber zaman içinde iki buçuk dereceden fazla eğilme gösterme sınırını aştığında sensöre bağlı çip merkeze haber gönderir ve bacalar komisyonu, hane sahibine rücu ettirilmek koşuluyla onarım ekibini mahalleye yollar. Bu yapı belli ki bu uygulamanın hayli geciktiği bir örneğe sahip. Komisyon bacayı yıktırtmış ama inşaat tamamlanmadan kalmış.

17. Astral seyahat

Japonya Okinava’da yerel bir mimarlık müzesinde bir bacaya rastlamak şaşırtıcı değildir. Asya’dan gelen ve Japon kültürüne ruh göçü diye aktarılan olguyu ele alalım. Mançur köylerinde bunu çok daha ileri götüren rahiplerin bulunduğu anlatılırmış.

Sadece kendi ruhunu bedeninden ayırıp göğe yükselmekle yetinmeyenlerin öğretisi, deneyi tüm tabiata yayarak hayvanların, böceklerin, otların, ağaçların da kendi fani maddi varoluşlarından –kısa süreliğine de olsa– kopup gezintiye çıkmalarına, daha doğrusu çıkarılmalarına dayanır.

Bir gece, rahiplerden biri bedeniyle vedalaşıp içinde yer aldığı odanın tüm eşyasını da yanına alıp doğduğu köyün göğünde salınmış –elbette oda da eşya da yerli yerinde duruyormuş; nesnelerin ruhunu kendiyle beraber göç ettirmiş.

Bir süvari alayını, kuşamıyla ve atlarıyla beraber, geceleyin düşman saflarına süren, düşmanın kamp tertibatını görüp ertesi sabahki gerçek savaşta galip gelen rahip komutan Ceho’nun 11’inci yüzyılda geçen hikâyesi, astral seyahat külliyatının öykülerinden biridir.

Bir keresinde, herkes uyurken, mezarlarındaki toprakla beraber, sırf ölüler için düzenlenmiş bir geziye çıkaran bir başka askerden söz edilir. Bu samuray, savaşta kaybettiği ailesiyle beraber askerlerini de son kez olsun mutlu etmek ve gönençli köyün üzerinde canlarının boşu boşuna feda edilmediğini göstermek için gezdirmiştir.

Japonya’da bedenden bedene gezmeye dair efsaneler geniş yer kaplar. Bunların belki en bilineni, geceleri damdan havalanan ermişlerin öyküleridir. Bunlardan biri, annesinin kendi eliyle ördüğü ocak bacasının içine girer, bacayı her şeyiyle birlikte oracıktan havalandırır, sabaha dek birçok dama kona kona adanın tüm vadi köylerini gezdirir. Sabah uyandığında bacanın yıkıldığını görür. Vadideki köyler o gece depremde yerle bir olmuş, herkes uykusunda felaketle yüzleşmiştir.

18. Duman köprüsü, Boğaz köprüsü

Evlerin bacalarıyla ilgili kısa gezintimizi İstanbul’da tamamlayalım. Sarıyerli kuşçu, sigara dumanından halkalar yapma konusundaki maharetiyle Sarıyer’in dışına taşan bir ün kazanmış, sigarayı bırakınca âdeta başka bir aşamaya geçmiş. Alçak ve yüksek basınç ilkesini kullanarak duman köprüsü kurmayı icat etmiş. Bu hayret verici mühendislik buluşu Sarıyer’de kimseye ilginç gelmese de körüklü düzenekler geliştirme işi üzerinde 20 yıl çalışmış.

Onun dumanları, bacadan bir yılan gibi çıkıyor, havada spiraller çiziyor ve sonra hiç beklenmeyecek ani bir dönüşle dümdüz, incelerek çatıdaki diğer bacadan içeri dalıyor. Dumanın yüzde doksan 98'i, yönlendirme sırasında kayboluyor ve sadece yüzde ikisiyle birtakım rotalar çizilebiliyor.

En büyük amacı, Boğaz Köprüsü'ne öykünmek. O nedenle köprüyü gören bacasını deneylerinin merkezi hâline getirmiş. Ahşap ve muşambadan yapılma körük sistemi manuel. Hurda hâldeki üç bisikletin düzeneğini kullanmış. Kayışlar, tahta dişliler eklemiş, el ve ayak pedalları tüm odada asılı, tavandan sarkıyor veya yerde her büyüklükte, zemine yayılıyor. Her birine beyaz yağlı boyayla numara yazılmış vaktiyle, anlaşılan. Düzenek, üstüste konmuş üç varilin içinde harlanan ateşe bağlı. Varillerin en üstünden çıkan ana boru, imbik gibi bükülüp daha sonra bir org düzeneği gibi karmaşık çatallanmalara uğrayarak duvardaki baca deliğine erişiyor. Oda öylesine ısınıyor ki odanın pencerelerinin olmaması gayet normal bu nedenle. Düzeneğin kuşattığı evin diğer üç bacasında daha asal mekanik bağlantılar var; su tesisatına benzeyen boru ve vanalarla, hava emişini arttıran, elektrikli, pistonlu ve fanlı bir mekaniğe sahip.

Düzeneğin en faal ânında bile, dumanın çizdiği emsalsiz rota göze neredeyse hiç görünmüyor. Şimdiye dek, renklendirme ve geceleyin fosforlu hâle getirme yönündeki girişimleri boşa gitmiş. Düzenek sadece yabandomuzu yağıyla çalışabildiği için alabildiğine pahalı deneyler bunlar. Fotoğrafı evi yanmadan aylar önce 2005’te çektim.

Epilog: Son ev

–ya da Kendime Ait (Çürüyeceğim) Bir Oda

Toprağın demir renginde olduğu mezarlıklardan birinde birçok defin törenini izleme şansım oldu. Defin işlemi çabuk yapılır. Özellikle de bir grup erkeğin kürek sallayarak hızlı hızlı çukuru örtmesi dışarıdan hoyratça görünebilir. Yıllar içinde ailede ardı ardına kayıplar yaşadıkça bu işleme defalarca tanıklık etmeye, hatta iştirak etmeye mecbur oldum. Katıldığım son definde aydınlanma denemese de, ayma yaşadığımı söylemek zorundayım ki söz konusu aymamın ev bahsini sonlandırmak bakımından okuru ilgilendirebileceğini sanıyorum.

Yaygın defin işleminin en mahrem adımı, cesedin kesitte L şeklinde oyulmuş toprağın zeminindeki küçük odacığa yanlamasına yerleştirilmesidir; sonra da sıra eşit uzunlukta çam tahtaların bir duvarcık oluşturacak şekilde ama biraz açıyla yanyana dizilerek odacığın kapatılmasına gelir. Bu sayede dikine boşluk toprakla dolsa da, L’nin yatay parçasını oluşturan hacme (mevtaya) toprak akışı engellenmiş olur. Pratikte tahta dizisinin aralıklarından toprak girmemesi için özen gösterilir.

Definin (toprağa verilme) toprağa karışmayla ilgisi yoktur. Hatta defin, denebilir ki, definin ertelenmesi olarak sahnelenir çünkü toprağa karışmanın ertelenişidir. Toprağa verilme, toprağa karışmama işlemidir ve defin (ölü için) bir defnedilmeme protokolüdür. Ölümün kabullenilişinin en törensel hâlinde bile, ölümün sonuçlarının yoksayılışı vardır. Gerçekte burada (diye teselli edebiliriz kendimizi) ölümüzün üzerine acele acele toprak atılıp ortalığın böyle toza toprağa bulanışında kimsenin ölümüze ve ölümün kendisine -teknik bakımdan- saygısızlık etmesi mümkün değildir. Hatta bu ihtimal dışıdır çünkü zaten ortada defin diye bir şey yoktur.

Yeryüzündekiler, kadim çağlardan gelen alışkanlıkla, iki metreye yakın derinlikte, tahta duvarla pekitilmiş, içinde hava bulunan bir özel odacıkla, kişiye, içinde çürüyeceği “kendine ait bir oda” tahsis ediyor, nankörlüğün lüzumu yok.