Proust'un ve kayıp zamanın izine düşmek

"Saklı bir bahçe gibi bu roman dizisi, bir kez dalabilirseniz içine her duyuya hitap edebilecek güzelliklerle dolu: görsel ve işitsel olmakla kalmayıp damağa, buruna ve tabii tensel olana da hitap eden anlatılar bunlar. Aslında bir anlamda son derece eğlendirici olması da cabası."

17 Kasım 2022 22:30

 

60’lı yaşlarınızdaysanız, hayatınızı gözden geçirmeye başlamışsanız, hele hele değer verdiğiniz canlılar patır patır ölmekte ise ve fena halde noksanlaştığınızı hissetmekteyseniz, Kayıp Zamanın İzinde okuma zamanınız gelmiş demek; daha erken yaşlarda okumaya girişmiş olsanız dahi yeniden dalın o külliyata. Gençlik, Proust’un ve Kayıp Zamanın İzinde külliyatının değerini anlamaya çok elverişli değil gibi geliyor bana; Proust okuyabilecek Fransızcanız yoksa da hiç beis yok: Roza Hakmen’in muhteşem çevirisiyle Türkçedeki Proust külliyatı bir derya. Evet, kabul, ürkütücü bir derya Proust’un 3.000 küsur sayfalık ve yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde’si, ama vereceğiniz zamana ve emeğe değer… Saklı bir bahçe gibi bu roman dizisi, bir kez dalabilirseniz içine her duyuya hitap edebilecek güzelliklerle dolu: görsel ve işitsel olmakla kalmayıp damağa, buruna ve tabii tensel olana da hitap eden anlatılar bunlar. Aslında bir anlamda son derece eğlendirici olması da cabası.

Marcel Proust da kim diyen olursa: 1871’de doğmuş, hayatının çoğunu Paris’te geçirmiş ve 1922’de ölmüş olan Fransız bir edebiyatçı. Ünlü eseri A la recherce du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde) yedi cilt olarak 1913-1927 yılları arasında yayınlanmış; sondaki üç cilt ölümünden sonra basılıyor. Proust’un ölüm yılı 1922’de yayımlanmış olan James Joyce’un Ulysses’i ve T. S. Eliot’un The Waste Land’i gibi, Kayıp Zamanın İzinde de kısa sürede en önemli ve çığır açan edebi eserler arasında yerini buluyor. Graham Greene, Proust’un XX. yüzyılın en önde gelen edebiyatçısı, Somerset Maugham, Kayıp Zamanın İzinde’nin o güne kadar yazılmış en müthiş edebi eser olduğu kanaatinde. Neden?

Eee, Proust, Charles Darwin’den tutun da Sigmund Freud’a ve hatta Albert Einstein’a kadar çağının en çarpıcı ve yepyeni ufuklar açıcı fikirlerini eserine katabilen bir yazar. Sanat, felsefe, edebiyat, müzik, romanın sayfaları arasında inanılmaz bir zenginlikle sunuluyor okuyucuya: edebi atıfları Zenon’dan çağdaşı Emile Zola’ya uzanıyor; müzik bahisleri Klasik Batı Müziği olarak adlandırılan alanda Palestrina’dan Puccini’ye varıyor; görsel sanatlarda Botticelli’den Léon Bakst’a yüzden fazla ressama rastlanıyor. İnsana ilişkin her şey mevcut Kayıp Zamanın İzinde’de: aşk ve cinsellikten, din ve ölüme kadar, her türlü saçmalıklarıyla… Peki neler oluyor Kayıp Zamanın İzinde’de?

Kayıp Zamanın İzinde, aslında yaşamı Marcel Proust’unkini çok andıran bir adamın kurgusal otobiyografisi. Birinci tekil şahıs anlatıldığı için romanda anlatıcının adı pek geçmiyor; ancak bir noktada isminin Marcel olduğunu öğrenebiliyor okuyucu. Romanın ilk 40 sayfası boyunca anlatıcı, orta yaşına varmış bir adam olarak, çocukluğundaki bir gece uykuya dalmadan önce annesinin kendisine iyi geceler öpücüğü vermesini nasıl beklediğini betimliyor. Aslında bu 40 sayfa, yedi ciltlik anlatının pek çok temasının ve ana karakterlerinin de ilk sunulduğu kısım. Roman, sonrasında anlatıcının hayatının geri kalan 50 yılı boyunca yaşadıklarının, ailesinin, dostlarının, tanıdıklarının izini sürüyor ve Paris’te kendisinin ve pek çok diğer karakterin iştirak ettiği büyük bir davetle son buluyor.

Romanın iki ana teması anlatıcının yazar olma yolundaki sıkıntıları/hayal kırıklıkları ve zamanın insani duyguları ve deneyimleri yok edici etkileri; zaman her şeyin fatihi. Romanın sonundaki büyük davette anlatıcı nihayet, bu duygu ve deneyimlerin hiç de kaybolup gitmediği, insan var oldukça bilinçdışında varlıklarını sürdürdüğü kanaatine ulaşıyor. Bu anıların canlı/sonsuz kılınabilmesi için de tek yol edebiyat ve sanat; böylece Kayıp Zamanın İzinde yazılmaya başlanıyor:

Swann’ların Tarafı– Proust’un bir satırını okumamışların bile duymuş olabileceği “çaya batırılan bir madlen” ile anlatıcının yeniden yakaladığı ve kısmen Combray’de geçen çocukluğu; ailesiyle taşradaki evden çıkıştaki iki farklı “yön”de yaptıkları yürüyüşler; bir taraftaki komşu Charles Swann ile ilişkileri, anlatıcının öte taraftaki aristokrat Guermantes’lere karşı hissettiği büyülenme bu kitabın ana konuları. İkinci yarıda Charles Swann’ın Odette de Crécy ile yaşadığı mutsuz aşk hikâyesiyle karşılaşıyor okuyucu. Swann’ların Tarafı, Swann ile Odette’in evlenmesi neticesi doğan kızları Gilberte’in anlatıcıyla arkadaş olmasıyla sonlanır.

Çiçek Açmış Kızların Gölgesinde– Kitabın ilk yarısı anlatıcının çoğunluğu Paris’teki iki üst-orta sınıf mekânda yaşanan ergenliğinin hikâyesi. Bunlardan biri kendi evleri, diğeri Swann’ların evi. İkinci yarı anlatıcının anneannesiyle gittiği Normandiya sahilindeki Balbec kasabasında ve orada kaldıkları Balbec Grand-Hotel’de geçer. Gilberte’e duyduğu muhabbetten kurtulan anlatıcı burada rastladığı pek çok kıza tek tek âşık olduğu zehabına kapılır ve hayatında önemli rol oynayacak iki karakterle tanışıp dost olur: Robert de Saint-Loup ve amcası Baron de Charlus.

Guermantes Tarafı– Anlatıcının ailesi Guermantes dük ve düşesinin Paris’teki evlerine komşu olur ve kendisi de onlarla tanışmak saplantısına düşer. Haftalarca, onların da yeğeni olan Robert de Saint-Loup’un görev yaptığı askerî garnizonda ve çevresinde onunla vakit geçirir. Sonunda anlatıcı Guermantes’ların ve Faubourg Saint_Germain’in kendisine büyüleyici görünen çevresine dahil olmayı becerir.

Sodom ve Gomorra– Bu kitap anlatıcının Guermantes Baronu Charlus’un gizli eşcinsel dünyasını keşfettiği bölüm. Balbec’e ikinci ziyaretinde Verdurin çifti etrafındaki küçük klanın bir üyesi haline gelir, Albertine ile olan aşkı alevlenir ve lezbiyen dünyayı keşfeder.

Mahpus– Albertine ile Paris’teki aile evinde yaşamaya başlayan anlatıcı ona bir tür tutsak muamelesi yapar. Kıskançlığı bir saplantı haline gelmiş olan anlatıcı, Albertine’in lezbiyen tercihleri olduğu düşüncesiyle kavrulur. Bu arada Charlus’un cinsel tercihlerini açıkça yaşaması skandallara dönüşür, toplumsal olarak artık etkin bir pozisyona gelmiş olan Verdurin’ler tarafından dışlanır. Kitabın sonlarında Albertine, haber vermeksizin anlatıcıyı ve onun evini terk eder.

Albertine Kayıp– Anlatıcı, Albertine’in kaybolması ve sonrasında haberdar olduğu ölümü nedeniyle düştüğü hissiyattan zaman içinde çıkar. Gilberte ve annesi Odette ile yeniden yakınlaşır, bu arada Swann ölmüştür. Annesiyle Venedik’e giden anlatıcı orada aldığı bir mektupla Saint-Loup’un Gilberte ile evlendiğini öğrenir. Evlendikten sonra Saint-Loup, aktif ve önüne gelenle ilişkiye giren bir eşcinsel olacaktır.

Yakalanan Zaman– Gilberte’i Combray’deki evinde ziyaret eden anlatıcı, o zamana kadar ‘Swann’ların tarafı’ ile ‘Guermantes’ların tarafı’nın asla bağdaşamaz olduğunu düşündüğünü, ancak Swann’ın kızı Gilberte ile bir Guarmentes olan Robert de Saint-Loup’un evlenmesiyle iki tarafın birleşmiş olduğunu idrak eder. Savaş da herkesi başka başka etkilemiştir: Saint-Loup cephede bir kahraman olarak ölür; Charlus, Paris’in savaş zamanı eşcinsel genelevlerinin müdavimidir. Sağlığı hep zayıf olan anlatıcı, savaşın bitiminde Paris’e döner. Guermantes Prensesi’nin evindeki bir davette, hayatta kalmış bütün tanıdıklarıyla karşılaşır; ancak hepsi zaman içinde çok değişmiştir. Guermantes Prensesi, dul kalmış olan Madam Verdurin’den başkası değildir. Belleğin yalnızca duyumsamalarla oluştuğunu ve zamanın sadece sanatla yenilebileceğini idrak eden anlatıcı romanını yazmaya koşar. Hayatının anlamı, geçmişi edebiyatla canlandırmaktır.

Kayıp Zamanın İzinde, hakkında en çok yazılıp çizilen, internette sitelere konu olan, üzerine okuma ve tartışma grupları kurulan edebi eserlerden biri. Bu eser hakkındakilerin kapsayıcı bir dökümünü vermek kimsenin haddi olmasa gerek. Ancak, özellikle eserle karşılaşmanız travmatik olmuşsa, bunu aşıp bu eşsiz roman dizisinin büyülü dünyasına dalabilmenize yardımcı olabilecek kimi kaynaklar mevcut.

Patrick Alexander tarafından kaleme alınmış 2007 tarihli Marcel Proust’s Search for Lost Time: A Reader’s Guide to the Remembrance of Things Past (Vintage Books: New York), Proust hakkındaki başvuru kitapları arasında en kullanışlısı. Yalnızca eseri tanıtmakla kalmıyor, romandaki 400’ü aşkın karakterin dökümünü yaptığı gibi, okuyucuyu Proust’un dünyasıyla da tanıştırıyor. Akademik soğukluktan uzak bu çalışmanın içinde yazarın yaşamı, döneminin Paris’i, Belle Epoque çağı, romanda çok önemli yer tutan Dreyfus Vakası hakkında bilgiler de var.

Türkçede Proust dünyasına okuyucuyu davet eden müthiş bir kalem mevcut: Mehmet Rifat ve her biri birbirinden değerli çalışmaları. Öncelikle Rifat’ın hazırlamış olduğu ve kendi katkılarının yanı sıra Roland Barthes, Jean-Yves Tadié ve Céleste Albaret’in Proust’a bakışlarına da yer verdiği kitap-lık dergisindeki (Mart 2008, sayı 114, YKY) Marcel Proust dosyasına değinmek isterim. Proust ve dünyasıyla tanışmak için çok yardımcı bir dosya bu. Dosya demişken, bir diğer davetkâr kaynak da, aralarında Nedret Öztokat Kılıçeri, Zeynel Kıran, André Gide, Ayşe Eziler Kıran, Rainer Maria Rilke, Çağatay Yılmaz, Bülent Çağlakpınar, Selin Gürses Şanbay, Thierry Laget ve Sophie Basch’ın yazılarının yer aldığı Notos dergisindeki (no. 88, Eylül-Ekim 2021) “Doğumunun 150. Yılında Marcel Proust” dosyası. Görselleriyle de, yazıların içerikleriyle de zengin bir dosya bu da.

Mehmet Rifat’ın Proust hakkındaki çalışmalarına dönecek olursak, çok zengin bir çeşitlilikle karşı karşıya geliriz. İlk baskısı 2009’da İş Kültür Yayınları’ndan çıkan Marcel Proust ya da Bir Roman Yaratmak 2015’te genişletilmiş olarak Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı. Yazarın deyişiyle bu kitap, “51 yıllık yaşamını aslında bir tek yapıtı, Kayıp Zamanın İzinde’yi yaratabilmek için sürdüren ve yorumlayan benzersiz bir romancıyı, Marcel Proust’u daha yakından tanımayı amaçlıyor”. Rifat, bu çalışmasında okuyucuyu Proust evreninde dolaştırıyor, yazma serüvenini örneklerle sergiliyor, bir Proust eleştirmenleri kataloğu sunuyor ve görüntülerle Proust’un dünyasının izleğini sürüyor. Yapı Kredi Yayınları baskısında yer alan yazılardan biri, “Marcel Proust ile Jan Vermeer ve ‘Dünyanın En Güzel Tablosu’” daha önce Sanat Dünyamız dergisinde (no.137 Kasım-Aralık 2013) yayınlanmıştı; kitapta yer bularak daha fazla okuyucuya ulaşma ihtimali sevindirici.

Mehmet Rifat, doğrudan Proust üzerine olmasa da çalışmalarında ona ve Kayıp Zamanın İzinde’ye değinmeden geçemiyor: 2012 tarihli Entelektüel Anlatıyı mı Savunuyorum? (YKY) başlıklı çalışmasında da Proust bol bol yer buluyor kendisine. Hele bu çalışmadaki “‘Kayıp Zaman’ı Arayan Anlatıcı ile ‘Salyangoz Burunlu, Keçi Sakallı’ Yazar” çok leziz bir Proust ve dolayısıyla Bergotte anlatısı.

2014 tarihli Otantik Snoplar: Marcel Proust’un Roman Karakterleri (YKY) gerek Proust için önemli bir kavram olan snop olmakla gerek romanda yer alan 400’den fazla karakterle aşina olabilmek için çok yararlı bir kaynak. Ama itiraf edeyim, Mehmet Rifat’ın çalışmaları arasında, müziğe olan özel muhabbetimden ötürü benim için vazgeçilmez bir çözümleme ve başvuru kaynağı 2018 tarihli Ruhların İletişimi: Proust ve Müzik (YKY). Müziksever Proust tutkunları için, özellikle de Belle Epoque dönemi Fransız müziği odağıyla çok değerli bir kaynak bu çalışma.

Proust’un kısa biyografilerinin arasında en iyisi olarak nitelendirebileceğim Edmund White’ın Proust’u, Fırat Demir çevirisiyle Türkçede de yayınlandı (Edebi Şeyler). Özellikle de Proust’la ilk tanışanlar için mükemmel bir kaynak bu.

Proust hakkındaki çok sayıda çalışmadan biri de Samuel Beckett’in 1930 yılında, 24 yaşındayken yazdığı Proust (çev. Orhan Koçak, Metis). Proust, Beckett’in yayımlanmış ilk kitabı. Tahmin edilebileceği gibi fena halde yoğun bir monografi bu, ama çabaya tabii ki değer. Bu arada Samuel Beckett’e Proust bağlamında gönderme yapan bir anlatıdan da bahsetmeden olmaz: Anne Carson’ın Albertine Temrini (çev. Armağan Ekici, Yort Edebiyat). Özgün adı The Albertine Workout olan bu metinde Carson, Proust için kafada, ağızda ya da zihinde olanın Beckett’te vücudun daha aşağı kısımlarına indiğini iddia ediyor. Orhan Koçak’ın Beckett çevirisine dönecek olursak, akıcılığı kadar, kitaba yazmış olduğu sunuş da çalışmaya apayrı bir değer katıyor. Koçak bir başka müthiş kafanın, Walter Benjamin’in de Proust çözümlemesine değiniyor sunuşunda: Son Bakışta Aşk (Metis)’ta yer alan “Proust İmgesi” (çev. Orhan Koçak, s. 113-129). Walter Benjamin, Proust’un “çılgın, köreltici, sakatlayıcı bir mutluluk isteği” ile malul olduğunu düşünür.

Orhan Koçak, René Girard’ın ilk kez 1961’de yayımlanmış ve haklı olarak çok yankı uyandırmış olan edebi eleştiri yapıtı Romantik Yalan ve Romansal Hakikat: Edebi Yapıda Ben ve Öteki (çev. Arzu Etensel İldem, Metis) için de bir “sunuş” kaleme almış: Deyim yerindeyse, düşünsel olarak “Ne İsa’ya Ne Musa’ya Yaranan” [Koçak’ın kalemiyle, Girard, “… 1940’lardan beri peş peşe gelen düşünce akımlarının hiçbirinin içine rahatça yerleşemiyor(du). Kitap, romantik aldanışın (ve aldatmacanın) açmazlarını ve körlüklerini açığa çıkarmak için yazılmıştı, ama o yıllarda bütün etkinliğiyle gündemde olan varoluşçuluğun da özgürlük ideolojisi nedeniyle, aynı aldanışın (ve aldatmacanın) bir uzantısı olduğunu öne sürüyordu. Bir süre birlikte anıldığı yapısalcı akımla da aslında ciddi bir yakınlığı yoktu] Girard’ı ve bu parlak eseri okumaya girişenler için çok kafa açıcı, düşündürücü, merak uyandırıcı bir katkı Koçak’ın sunuşu. Eserdeki Proust çözümlemeleri “Proust’un Dünyaları” (161-186) ve “Proust’ta ve Dostoyevski’de Teknik Sorunlar” (187-206) bu sunuşun ışığında daha da parlak bir hale geliyor Proust meftunu okuyucu için.

Kayıp Zamanın İzinde’nin her duyuya hitap edebilecek güzelliklerle dolu olduğundan bahsetmiştim: Bunun resimdeki izini sürenlerden biri Eric Karpels’in Paintings in Proust: A Visual Companion to In Search of Lost Time adlı enfes çalışması (Thames and Hudson: New York 2017). Karpeles, derlemesinde Proust’un romanda atıfta bulunduğu resimlerin büyük çoğunluğunu tespit edip görsel olarak sunduğu gibi, yalnızca ressam adı geçtiği durumlarda da bağlamına uygun bir örneğe yer veriyor ilgili metinleri de katarak. Kitapta yer alan yapıtların halen nerede bulunduklarına dair sondaki döküme yer yer yaptığı yorumlar da cabası…

Kayıp Zamanın İzinde ile ilgili en ilginç anlatılardan biri Lost Time: Lectures on Proust in a Soviet Prison Camp. Yazarı, 1896-1993 yıllarında yaşamış ve XX. yüzyılın çalkantılı tarihinin yakinen şahidi olmuş olan Josef Czapski, Polonyalı bir aristokrat, ressam ve yazar...

Çarlık döneminde Prag’da büyüyor, hukuk eğitimini St. Petersburg Üniversitesi’nde tamamlıyor. 1917 Şubat Devrimi’nde Rusya’da. I. Dünya Savaşı’nda kısa bir dönem süvari birliğinde subay olup Polonya-Rus Savaşı’ndaki kahramanlıklarından dolayı madalyaya layık görülmesini müteakip, Krakow Güzel Sanatlar Fakültesi’ne devam etmeye başlıyor ve tamamladığında Paris’e taşınıp ressamlığa girişiyor. Paris’te yaşadığı yedi yıl boyunca aralarında Proust ve Bonnard’ın da olduğu dostlar edinerek entelektüel çevrelerde yaşıyor. Almanların 1939 Eylülü’nde Polonya’yı işgal etmesi üzerine orduya katılan Czapski Almanlara esir düşüyor, ardından da savaş esiri olarak Sovyetler’e teslim ediliyor ve esir kampına gönderiliyor. Savaş sonrası komünist Polonya’da yaşamayı reddedip Paris dışında bir stüdyo kuruyor ve 96 yaşında nerdeyse kör olarak ölüyor. Lost Time: Lectures on Proust in a Soviet Prison Camp (Fransızca aslından çev. Eric Karpeles, New York Review Books), esir kampında yaptığı bir dizi konuşmanın kaleme alınmış hali. Konuşmaları hazırlarken aldığı ve halen Krakow Ulusal Müzesi’ndeki Prenses Czartoryski Kütüphanesi’nde muhafaza edilen el yazısı notları da kitapta yer alıyor. Yalnız Proust okurlarını değil, çok daha farklı ilgileri olan okuyucuları da büyüleyebilecek bir kitap bu.

Proust, Kayıp Zamanın İzinde’den mi ibaret? Tabii ki hayır, dalabildiyseniz bu keyifli dünyaya, buyurun güzelim çevirileriyle 1905’te yazmış olduğu Okuma Üzerine (çev. Işık Ergüden, Notos Kitap) ve Sainte Beuve’e Karşı (çev. Roza Hakmen, DoğuBatı)’ya. İlkindeki bir cümle, Proust’un kitapla kurduğu ilişkiyi düşündüğü bu anlatısını ifadeye yeter sanırım:

“Kitap sevmenin zekâya koşut geliştiği anlaşılıyor, onun biraz altında ama aynı sap üzerindedir, tıpkı her tutkunun nesnesini çevreleyen bir tercihle birlikte gelmesi, onunla bir bağlantısı olması ve o olmadığında hâlâ ondan söz etmesi gibi.” (s. 44)

İkinciye gelince: 1908 yılının sonbaharında Kayıp Zamanın İzinde’den yorgun düşen ve aklındakilerin tümünü eserine katmak istemeyen Proust, Le Figaro için bir makale kaleme almaya koyulur. Sonunda üç yüz sayfalık bir anlatıya dönüşen bu çalışmasında annesiyle sohbet eder; romancı olduğu kadar başarılı bir edebiyat eleştirmeni olduğunu da ortaya koyar...

Hadi ne duruyorsunuz, buyurun dalın müthiş Marcel Proust deryasına…

• 

 

GİRİŞ RESMİ:

Proust’un ölümünün 100. Yılı anısına Fransa'da basılan puldan ayrıntı, 2022.