Kardeş kanı

Picasso'nun Guernica'sı, Dali'nin Bir İç Savaş Öngörüsü'ne bugünden bir bakışla korkaklığa, ihanete ve cehalete “tamam artık” demenin vakti, hepimiz için gelmedi mi...

“Unamuno ... yumruklarını sıkarak bağırdı:

— Umutsuzum! Burada olup bitenler, savaşmaları, birbirini öldürmeleri, kiliseleri yakmaları, kiliselerde dua etmeleri, kızıl bayrakları, İsa’nın bayraklarını kaldırmaları... Bütün bunlar İspanyollar inandığı için mi oluyor sanıyorsunuz? Yarısı İsa dininde, yarısı Lenin’inkinde mi? Hayır! Hayır! Size söyleyeceğim şeye iyice dikkat edin: Bütün bunlar İspanyollar hiçbir şeye inanmadıkları için oluyor! Hiçbir şeye! Hiçbir şeye! Onlar desperados’dur. Bu söz dünyanın hiçbir dilinde yoktur. Çünkü İspanyoldan başka hiçbir millet onun anlamına sahip değildir. Desperados demek, hiçbir tutunacak tarafı olmadığını pekâlâ bilen, hiçbir şeye inanmayan ve inanmadığı için kuduran kimse demektir.”

Nikos Kazancakis, İspanya / Yaşasın Ölüm

*

“Çarpışmalarda yaklaşık altı yüz bin İspanyol öldü, iki milyondan fazlası yaralandı ya da sakat kaldı. Yarım milyon ev yıkıldı veya hasar gördü. Yüz seksen üç kasaba yerle bir oldu, iki bin kilise yakıldı, ülkedeki besi hayvanlarının üçte biri katledildi, demiryollarının neredeyse yarısı tahrip edildi. Ama en kötüsü, üç yıl süren bu savaş yüzünden İspanya’nın ödediği ahlakî ve manevi bedeldi. Çarpışmalar yüzünden İspanyolların ruhuna işleyen nefretin iyileşmesi, uluslararası çatışmaların çoğunu gölgede bırakan vahşilikte, kardeşin kardeşi öldürdüğü bir savaşın psikolojik mirasının silinmesi için on yıllara ihtiyaç olacaktı. Zafer kazananlar da yenilgiye uğrayanlara merhamet edip, iyileşme süresinin hızlanmasına yardım etmeyecekti. Gelecek haftalarda yüz bin İspanyol vurulacak, iki milyondan fazlası hapishanelere ve toplama kamplarına atılacaktı.”

Larry Collins–Dominique Lapierre, Yasımı Tutacaksın

*

2013 sonbaharının yağmurla karışık güneşli ve hüzünlü günleri. Dört beş gündür Cervantes haccım için Alcalá de Henares’deyim. Don Quijote üzerine sunumumu bir gün önce gerçekleştirdiğim için, sabah erkenden kalkıp Madrid yollarına düşebilirim. Hedefim çok belli. Evvelâ Prado Müzesi’ne gidilecek ve Velázquez’in Las Meninas’ı görülecek; ardından da Picasso’nun Guernica’sı için Reina Sofia yollarına düşülecek. Planda hiçbir sapma olmadan öğleden sonra koşturarak Guernica önündeki kalabalığa dâhil oluyorum.

Yaptıkları yüzünden değil de destekledikleri veya desteklemedikleri şey yüzünden öldürülen bütün o masumların acısı içimde, bakıyorum tabloya. Hemingway, Malraux, Orwell, Kazancakis, Koestler... Sanki hepsi benimle beraber. Picasso’nun bir resmin asla bir odayı süsleyecek bir aksesuar olmadığına, aksine faşizme ve zulme karşı bir savunma aracı olduğuna dair söyledikleri sanki duvarlarda yankılanıyor.

26 Nisan 1936’da İtalyan ve Alman hava kuvvetlerinin Kondor Lejyonu 22 ton bombayı birkaç saat içinde sakin bir Bask kasabasına attı ve yüzlerce insan öldü ve yaralandı: 1654 ölü ve 889 yaralı. Guernica’da yaşanan vahşetin bu kadar tiksinti uyandırmasının asıl sebebi, yaklaşan yeni büyük savaşın çağdaş stratejilerinin bir provası olmasıydı.

Picasso mayısın başında başladığı ve çok kısa bir sürede tamamladığı bu tablosunda, modern savaşı ve yol açtığı yıkımı anlatan başka pek çok resmin aksine, doğrudan savaşı çağrıştıracak tüfek, bomba, tank vb. hiçbir unsura yer vermez. Aslında Guernica’da tasvir edilen hiçbir şey yoktur ama resimdeki her varlık, nesne, fikir yahut duygu bir sembole dönüşür. Picasso ülkesinden gelen haberler karşısında, memleketinin değil de kendisinin çektiği acıları resmeder. Bu resimle, acı çekmeyi veya çekilen acıyı, şiddet olarak imaja dönüştürür.

Guernica, Pablo Picasso, 1937Tarihî açıdan bakıldığında Picasso, yaşanan ânı veya gerçek olayı resmetmeye çalışmamıştır. Bu nedenle resimde yanan kent, uçak, bombardıman olmadığı gibi mekâna ve zamana dair de bir referans yoktur. Sadece nedensiz bir şiddet karşısında çekilen yoğun bir acı ve savaşa yönelik bir nefret bedenlere yerleştirilmiştir: ellere, ayak tabanlarına, atın diline, annenin uçları aşağıya bakan memelerine, gökyüzüne çevrilmiş başlardaki gözlere. Picasso’nun resmettiği şey; bu bedenlere olanlar, bedende yaşanan acı, maruz kalınan şiddet, tecrübe edilen çaresizlik ve bütün bunların hissediliş tarzının muhayyiledeki eşdeğer imajlarıdır.

Karşısında duruyor ve Guernica’ya bakıyorum. Birden bu resmin büyük başarısını anlıyorum: Picasso kendi acısını sizin acınız yapabiliyor. Büyük bir acı çeken atın gözlerinde şok ve korku var. Aslında burada acının kendisi veya ifadesi yok; burada olan şey tam da Eflâtuncu mânâda bir acı idesi. Ama atın acısını içimde hissediyorum. Bunda atın ağzından çıkan mızrak ucunun tesadüfen seçilmiş bir obje olmamasının da etkisi var. Batı resmi masumiyet ve acıyı hep İsa’nın bedenindeki yedi yarayla özdeşleştirdiği için, akla gelen ilk şey de İsa’nın çilesi oluyor. İşte, tam da bu sebeple mavili, siyahlı ve beyazlı bu resimde hiç kırmızı kullanılmasa da acı, kan, çığlık ve gözyaşı var.

Çok etkileniyorum. Müzenin geri kalanını gezerken kafamda hâlâ modern zamanlarda savaş veya İspanya İç Savaşı denildiğinde akla gelen ilk ve tek resim olan Guernica var. Her resme sanki onunla ve onun içinden bakıyorum. Ta ki alt kat koridorlarından birinde rastgele serpiştirilmişçesine duran Magritte ve Chagall gibi sürrealistlerin resimleri arasında çok iyi bildiğimi düşündüğüm bir ressamın hiç bilmediğim bir resmiyle karşılaşana kadar. 1935 tarihli bu resmin adı İç Savaş Öngörüsü, ressamı da Salvador Dali.

Premonición de la Guerra civil, Salvador Dali, 1935Doğruya doğru, o andan beri fikrim hiç değişmedi. Bence Dali, Picasso’dan çok daha iyi bir iş çıkarmış ve iç savaşın felaketlerine çok daha derinden nüfuz etmişti. Resme baktıkça bir bedenin orantısız uzuvlarının birbirlerini itip çekiştirmesi sizi tedirgin ediyordu. Resmin bütün yüzeyini kaplayan bu sürrealist figür bir ayağıyla gövdesini çiğnerken, altta kalmış ellerinden biriyle de bacağın ve boynun uzantısı olan bir memesini sıkıyordu. Bu imaj da bir savaş tasviri değildi, aksine kendi yakasına yapışmış İspanya’nın metaforuydu. İspanya kendiyle kavga ediyor, kendi evlatlarını sakat bırakıp öldürüyor ve kendini mahvediyordu. Daha doğrusu mahvedecekti, Dali neredeyse bir sene evvelinden bunun kaygısını tablolarına taşımaya başlamıştı. Fakat kendi dehasını bile gölgede bırakacak denli şov düşkünlüğü ve sanatı kadar hayatı yaşama biçimiyle de insanları provoke etme arzusuna bir de savaştan sonra Franco’yu desteklediğine dair açıklaması eklenince, böyle muazzam bir eserin Guernica’nın gölgesinde kalması da kaçınılmazdı. Oysa hâlâ iki tabloya da baktığımda hem her ikisindeki acı ve şiddetten etkileniyorum, hem de iç savaşın nasıl bir kardeş kavgası olduğunu içim yanarak anlıyorum. Çünkü Dali, dehasının verdiği sezgiyle olacak, her şeyi öngörmekle kalmamış, aynı zamanda Goya’nın gravür serisi Savaşın Felaketleri’ni de çok iyi etüd etmiş, hatta kendine mal etmiş.

Bugün birileri başka birilerini üç kuruşluk politikaları için vatan haini, terörle iltisaklı ve münafık ilan edebilirler. Ne kesif bir cehalet! Oysa bir toplumun kendi yakasına yapışmasından daha büyük bir felaket yoktur. Çünkü bir toplum kendi yakasına yapıştığında ortaya çıkacak manzara 1935’te Dali’nin resmettiğinden çok da farklı değildir. Savaşın ne olduğunu yaşamayanlar tarih kıraat ederek, edebiyat okuyarak veya hiç olmazsa Goya, Picasso, Dali gibi ressamların resimlerine bakarak bir savaşın, hele ki kendisiyle kavga eden bir toplumun savaşının, hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün bir toplumu yok edeceğini ve böyle bir savaşın kazananının olmayacağını öğrenebilirler.  Ancak cahiller bu vahşeti körüklerler; cehalet böyle fena bir şeydir işte.

Savaştan daha kötü bir şey yoktur sananlar yanılıyorlar. Savaştan daha kötü şeyler vardır ve Hemingway onları şöyle sayar: “Korkaklık daha kötüdür, ihanet daha kötüdür, sığ bir bencillik daha kötüdür.”

Şimdi Dali’nin resmine bir daha bakın ve düşünün. Korkaklığa, ihanete, bencilliğe ve cehalete “tamam artık” demenin vakti hepimiz için gelmedi mi!