Karanlık Zamanlarda İnsanlar: “Dünya dediğimiz ara-boşluk...”

“Arendt iletişime inanır. Teknolojik ya da ekonomik/politik dinamikler mecraları manipüle etmeye çalışabilir, kuvve halindeki fikirler, hakikatler fiile döküldüklerinde, açığa çıktıklarında eksilebilirler/dönüşebilirler, ancak Arendt için konuşmanın, söz alışverişinin olmadığı bir seçenek, diğer eksiklerden daha şiddetli bir kayıp doğurur.”

05 Ocak 2023 23:00

Hannah Arendt’in külliyatını yayımlayan İletişim Yayınları, Arendt’in “Men in Dark Times” başlığıyla İngilizce yazdığı kitabı, Karanlık Zamanlarda İnsanlar’ı, bu yıl İsmail Ilgar, Duygu Öktem, Funda Sarıcı, Gülce Sorguç, Özgür Soysal ve Selbin Yılmaz’ın çevirileriyle, Nilgün Toker’in önsözüyle bastı. Kitap, Arendt’in Lessing, Rosa Luxemburg, Angelo Giuseppe Roncalli, Karl Jaspers, Isak Dinesen, Hermann Broch, Walter Benjamin, Bertolt Brecht, Waldemar Gurian ve Randall Jarrell üzerine yazdığı makalelerin bir araya getirilmesinden oluşuyor.

Arendt, ele aldığı her bir figüre odaklanırken biyografi, eser, tarihsel-toplumsal bağlam ve fikirlerin oluşumu arasında sıkı diyaloglar kuruyor. Bu nedenle kitap, ele alınan figürü kuşatıcı bir şekilde konumlandırırken, o figüre has değerlendirme için de başlangıç noktaları ya da (yeniden) bakış açıları sunuyor. Özellikle kurmaca eserlere ve tiyatro oyunlarına dair kısımlarda Arendt’in edebiyat eleştirmeni olarak da marifetleri fiile dökülüyor.

Benim için kitabın asıl kıymeti, kişiler, metinler, fikirler etrafında söylediklerinden ziyade zor zamanlarda konuşmanın, karanlık zamanlarda yaşamanın yollarına dair Arendt’in açtığı ufuklarda belirdi. Odaklanılan kişilere münhasır olarak söyledikleri önemli olmakla birlikte, her bir kişiye mahsusmuş gibi görünen halleri birbirine bağlayan atmosfer; dünyadaki ya da dünyaya dair konumumun düşünsel ve duygusal gelgitleri, umut devşirmeyle endişelenme arasındaki salınımlarım, kabuğuna çekilmeyle meydandan vazgeçmeme uçlarında titreşen tereddütlerim arasında nefes alma imkânlarımı genişletti.


Hannah Arendt, 1944 

Karanlık Zamanlarda İnsanlar’da Yahudi soykırımı ele alınan figürlerin büyük kısmının hayatını kateden bir felaket olarak yer almakla birlikte, karanlık zamanlar ifadesi nüanslanarak ve çeşitlenerek tüm kişilerin hayatında cisimleşiyor. Her bir kişinin maruz kaldığı kısıtlanmışlığın içerisinden kendisine özgü yolu nasıl devşirdiği incelikle anlatılırken –kahraman yaratma girişiminin tam aksine– erdemleri ve kusurlarıyla insaniliğin nasıl tesis edildiğine bakılıyor.

Arendt, karanlık zamanlarda insanların kendi kabuğuna neden çekildiklerine dair düşünürken bu çekilişin nasıl bir güç kazandırdığı kadar neyin pahasına olduğuna da dikkat çekiyor. Her şeye rağmen dünyada olmanın, insanlar arasında bulunmanın, dünya denen aralıktaki sohbete dahil olmanın hayatiyeti, kitap boyunca değişik vesilelerle hatırlatılıyor. Herkesin birbiriyle uyumlandığı, farklılıkların törpülendiği, ortak noktalarda buluşulan bir dünya pratiği için değil; farklılığını silmeden dahil olmanın, uzlaşmak zorunda olmadan diğerleriyle birlikte var olmanın, kendi tekilliğini icra ederek dünyanın –olumlu ya da olumsuz yönlerde– pürüzsüzleştirilmesini aksatmanın asliliğini vurgulamak için bu aralığa dikkat çekiliyor.

Her bir figürde, öne çıkarılan hususların ne şekilde ve nispette gerçekleştiği gösterilirken, özellikle kitabın ilk yazısı olan “Karanlık Zamanlarda İnsanlık Üzerine: Lessing Hakkında Düşünceler”de kitabın temel mantığına tanıklık ediyoruz. Arendt’in Lessing Ödülü’nü aldıktan sonra yaptığı bir konuşma olduğu için Lessing hakkındaki değerlendirmeleri, ödül verilerek kamusal varlığı desteklenmiş biri olarak kendi konumu ve dünyadan çıkış/dünyaya giriş yolları iç içe geçirilerek gözler önüne seriliyor.


Üstte: Gotthold Ephraim Lessing, Rosa Luxemburg, Angelo Giuseppe Roncalli, Isak Dinesen, Karl Jaspers.
Altta: Hermann Broch, Bertolt Brecht, Walter Benjamin, Waldemar Gurian, Jarrell Randall.

Dünyanın gidişatından memnun olmayan kişilerin, baskı altında olan, zulüm gören toplulukların dünyadan çekilip kendi başlarına ya da kendi aralarında ayrı bir dünya kurmalarının, içlerine ya da birbirlerine sığınmalarının kaçınılmaz olduğu anları teslim eden Arendt, tüm haklılığına rağmen bu kaçışın meydana getirdiği eksiltmeleri, dolaylı yoldan zulmü artırıcı etkilerini tartışıyor. Evet, mazlumların birbirine yakınlaşması dayanışma doğurur, benzersiz bir insani sıcaklık üretir, zor kullanımı karşısında güç devşirilecek bir direniş dayanağı oluşur. Bunların hayatiyetinin farkında olan Arendt, yine de bu yakınlaşmanın dünya denen “ara-boşluk”un kaybına yol açtığına işaret ediyor.

Horlananlar ve incinenlerin ete kemiğe büründürdüğü hayatiyet, karanlık zamanlardaki dünyaya asli olanı hatırlatır, ancak aynı zamanda salt mazlumlar arası bir canlılık, bu dünyadan sorumlu olma yükümlülüğünü de hafifletir ya da siler. Burada söz konusu olan, karanlık zamanlardaki bu dayanışmanın kıymetini sorgulamak değil, bu zamanlar nispeten aşıldığında da mazlumların hakkını ve enerjisini devam ettirebileceği, hor görülmüşlerin ya da kabuğuna çekilmişlerin dertlerinin ve arzularının dünyanın derdi ve arzusu olabileceği koşulları mümkün kılmanın yollarını aramak. Karanlık Zamanlarda İnsanlar, toplulukların değil, kişilerin etrafında örüldüğü için Arendt bu yolların ele alınan kişilerde nasıl belirdiğini gösteriyor, ancak zulüm gören toplulukların dayanışmalarını kalıcı kılmasının şartları, alt-akıntı olarak metinde sürüp gidiyor.

Kişilerdeki dünyadan kaçış arzu ve pratiklerine değinilirken, bu kaçışın kaçılan dünyadan devralındığı, karanlık dünyanın bir ürünü/mirası olduğu da vurgulanıyor. Dünyanın gerçekliğinden kaçış “asıl kuvvetini zulümden alır ve zulüm ile tehlike arttıkça kaçakların kişisel güçleri de artar.” (s. 36) Bu noktada, güçle iktidar kavramları arasındaki ayrımın önemine dikkat çeker Arendt: İnsanlar bireysel olarak güçlenebilirler, dünyadan kaçmak, kendi kabuğuna sığınmak güç kazandırabilir, ancak dünyanın karanlık gerçekliğini değiştirmek ancak iktidar üretimiyle olur ve iktidar da insanların birlikte hareket ettikleri yerlerde ortaya çıkar. Kişiler bazen dünyanın olumsuzluğunun ürettiği zulümden dolayı, bazen de kendilerini böyle bir dünyayla karşı karşıya olmak için “fazlasıyla iyi ve asil” gördükleri için dünyadan çıkış yolları ararlar, ancak Arendt’e göre, bir noktada, bu türden bir kaçış içerisinde, bırakın dönüştürücü bir iktidar, “katıksız kaçma ve direnme gücü bile hayat bulamaz”. (s. 36)

Dünyadan kaçmayıp dünyada olarak direnmenin, kendi farkını silmeden diğerleriyle olmanın yollarından biri sohbettir. Kişinin yaşadığı dünyayı, bu dünyadaki deneyimi sohbet konusu yapabilmesi, kişilerin dünyaya dair söz alışverişi, dünyayı ve aynı zamanda sohbet eden insanı insanileştirir bu yaklaşımda. Sessizliğe çekilmek, olan biten hakkında susmak, kendi konumunu/farkını/tekilliğini söze dökmemek, bir başka deyişle kendini söz meydanına çıkarmamak, başka türlü bir dünya meydana getirmeyi de engeller. Lessing ile birlikte konumlanan Arendt, hakikatin dile getirilerek özünü kaybetmesinden değil, insanlar arası söz alışverişinin kesintiye uğramasından endişelenir. Hakikat söze döküldüğünde kanaate dönüşür ve dünya denen aralıktaki birçok sohbeti kateder; burada hakikatin kanaatleşmesinden değil, hakikatin sessizliğe büründürülerek mutlaklaştırılmasından çekinmek gerekir.

Özellikle Karl Jaspers’e dair iki yazısında belirginleştiği şekilde, Arendt iletişime inanır. Teknolojik ya da ekonomik/politik dinamikler mecraları manipüle etmeye çalışabilir, kuvve halindeki fikirler, hakikatler fiile döküldüklerinde, açığa çıktıklarında eksilebilirler/dönüşebilirler, ancak Arendt için konuşmanın, söz alışverişinin olmadığı bir seçenek, diğer eksiklerden daha şiddetli bir kayıp doğurur. Söyleşmenin cereyanı ve kudreti, kanaatlerin hakikatini artırır. Kendine saklanmış hakikatlerdense, ortaya dökülmüş, söz meydanında tartışa tartışa meydana çıkmış fikirler önemlidir. Karanlık zamanlara meydan okumak, özü gereği meydanda olur.

•