"Rönesans, Avrupa tarihinde büyük yer edinmiş bir toplumsal diriliş olgusunun adı olarak özel ad niteliğini kazanmış olmasaydı, Karakoç için 'Doğu Rönesansı’nın idealisti' diyebilirdik. Kendisinin bunun yerine 'Diriliş' sözcüğünü seçmesi, özgünlüğü esas aldığına ilişkin sayısız ve çok temel göstergelerden biri."
18 Kasım 2021 16:56
Geçen yıl bu vakitler, bir yıl sonu geleneği olduğu üzere, yaşayan en büyük Türk şairi kimdir sorusu gelmişti. Bu tür soruları genellikle es geçtiğim halde bu kez bir sezgiyle olmalı, “tarihsel açıdan Sezai Karakoç, güncel açıdan Birhan Keskin” karşılığını verdim. Son dönemlerde yeni bir şiirine rastlamış değildim.
Her şiir özerk, büyülü bir dünyadır. Her şeyi unutup dalarsınız ona. Bazısı sizi bir türlü kabul etmez, bazısını siz kabul etmezsiniz. Bazısı size ailenizden biri kadar tanıdıktır, hakkında çok işitmiş, sesine çok rastlamışsınızdır. Bazılarının ise orada olması dünyanızın tamamlayıcılarındandır. Asal yapıtlardır onlar.
Karakoç yaşadığı sürece, bilinen poetik özellikleriyle birlikte ender rastlanan, kendi içinde arınarak bütünleşme çabasının temsilcisi oldu benim gözümde. Bir poetik devrim olan İkinci Yeni’nin mensuplarından sayılmasını sağlayacak özgün tavrıyla yola çıkmıştı. İlk kitabındaki (1957), her iki anlamıyla da “dört dörtlük” diyebileceğimiz ünlü Balkon şiirinin ikinci dörtlüğü şöyledir:
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü [1]
Bu şiiri, modern Fransız şiirinin kurucularından Baudelaire’in 1857 tarihli çok ünlü Balkon şiirinin yüzüncü yılına denk getirilerek yazılmış bir nazire olarak okuyabiliriz. Bunu düşündüren nedenlerden biri yüzüncü yıl meselesiyse, bir diğeri de Karakoç’un iyi Fransızca bilmesi ve Baudelaire çevirmeni olmasıdır.[2] Diyebilirim ki Karakoç, Baudelaire’in bir tür ince erotizm içeren balkonunun karşısına, bir etkilenme ürünü değil, güçlü bir tez gibi çıkan kendi “Balkon”unu yerleştirmiştir.
“Balkon” dahil ilk şiirlerine bakıldığında, Karakoç’ta Doğu’nun üstüne üstüne gelen bir heyula gibi görünen Batı’ya her alanda büyük ve yeni karşılıklar oluşturma fikrinin hayli erken oluştuğu ileri sürülebilir. Kendisi de sonraki bir zamanda, İkinci Yeni’yle yalnızca biçim açısından ortaklaştığını, içerikte ise farklı olduğunu söyleyecektir. Gerçi “Balkon” şiirinin ilk dörtlüğü, bu şiiri yazdıran deneyim ve imgenin de Baudelaire’inkinden farklı olduğunu göstermektedir:
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
Ancak, deneyim dediğimiz olguların şiir dediğimiz özgül yaratıda birincil belirleyici olduğunu ileri sürmek zordur. Deneyim ancak vesile olabilir şiir için. Karakoç’un bütün yazma serüveni de gitgide daha çok, şiiri ve düzyazısıyla bir inanç rönesansına, eşine az rastlanabilecek bir arınarak dirilme sürecine yönelmiştir. Kendi fiziksel varlığı ile düşünsel ve poetik varlığını tek bir mikro evren olarak gerçekleştirmek gibi bir ideal sezilir onda; biraz Mevlânâ gibi, ama dervişlerden farklı olarak, mikrokozmosunda bireysel kalmayı hedeflemeksizin. Demek istediğim, uzanımlarıyla toplumsaldır, ama toplumsalın bildiğimiz görünümleri yerine, büyük ölçüde kendisine ait olan bir hakikat ve hakikilik arayışı temelinde...
Şiirlerinin ve edebiyat yazılarının ulaştığı gelişkinlik düzeyini diğer düzyazılarının tamamında da bulabileceğimizi ne yazık ki söyleyemiyorum. Bu bapta en zayıf metinlerinden biri İslâm adlı kitabının “İslâm ve Savaş” başlıklı bölümüdür.[3] Kitabın ilk baskısı 1967 yılında yapılmış. Dönemin kültürü uyarınca daha çok gazete yazılarından derlenmişe benzeyen bu çalışmada, üzerinde en az çalışıldığı açık olan metinlerden biri, “realite” kavramıyla sunulmasına karşın bir tür savaş idealizasyonu içeren bu yazıdır bence. Bütün yazılarının Aşil topuğu. Keşke 1967’de yayımlandıktan sonra geliştirebilmiş olsaydı. Umarım geliştirmiştir ve benim gözümden kaçmıştır.
* * *
Rönesans, Avrupa tarihinde büyük yer edinmiş bir toplumsal diriliş olgusunun adı olarak özel ad niteliğini kazanmış olmasaydı, Karakoç için “Doğu Rönesansı’nın idealisti” diyebilirdik. Kendisinin bunun yerine “Diriliş” sözcüğünü seçmesi, özgünlüğü esas aldığına ilişkin sayısız ve çok temel göstergelerden biri.
Diyebilirim ki Karakoç, büyük bir şair ve gerçek bir İslam ütopyacısı olarak yaşadı. Her durumda, öncelikle şair olarak. Bu anma yazısını, başyapıtı Hızırla Kırk Saat’ten şu dizelerle bitireyim:
..................
Her evde kutsal kitaplar asılıydı
Okuyan kimseyi göremedim
Okusa da anlayanı görmedim
Kanunlarını kağıtlara yazmışlar
Benim anılarım gibi
Taşa kayaya su çizgisine
Gök kıyısına çiçek duvarına değil
....................
NOTLAR:
[1] Sezai Karakoç adlı oylumlu çalışmanın yazarı Turan Karataş, Karakoç’un bu şiirini Pazar Postası’na Cemal Süreya eliyle yolladığını, ancak Cemal Süreya’nın şiiri dergiye iki adet harf değişikliği yaparak ulaştırdığını yazıyor. Karakoç ise o değişiklikleri kabul etmemiş, şiiri kitabına ilk haliyle almıştır. Bkz. Turan Karataş, Sezai Karakoç, Kaknüs Yay., 1998, s. 223, dipnot 18. Yukarıdaki alıntıyı Gün Doğmadan adlı, Karakoç’un tüm şiirlerini içeren kitabından aktarırken, bu notu düşmek gereğini hissettim (Diriliş Yay., 16. baskı, Nisan 2014, s. 83).
[2] Bkz. “Cythère'e Yolculuk”, Sezai Karakoç, Batı Şiirlerinden –çeviriler-, 3. baskı, Diriliş Yay., 1986, s. 21.
Karakoç’un çevirisiyle “Kalbim, bir kuş gibi, hür ve şatır” dizesiyle başlayan bu şiir, Rimbaud’yu etkilediği gibi, onunla birlikte 1960’lı yılların Türkçe şiirini de etkilemiştir.
Not: “Cythère” sözcüğü, ‘siter’ diye okunur ve Türkçesi Kithira ya da Çuha Adası olan adanın Fransızca adıdır. Alıntılarda dikkat edilmeli, “Cythère’ye” değil, “Cythère’e Yolculuk” diye yazmak gerekiyor. Şair de öyle yazmıştır.
[3] Sezai Karakoç, İslâm, 5. baskı, Diriliş Yay., 1985, s. 88-93.