O yağmaya başlayınca her şey çocukça bir coşkuyla birbirine bağlanıyor... İnsan sonunda çocuk olmak istiyor ve kar kadar çocuk olan bir şey yok dünyada
08 Aralık 2016 17:18
Kasım ayının sert rüzgarları şiddetli yağmur darbeleriyle en dayanıklı ağaç yapraklarını gece gündüz dövüp de etrafı tarumar etti mi bende engel olamadığım bir kar ve kış hasreti uyanır. Bilirim hasret istekten ayrı bir şeydir. Daha önce hiç bilmediğiniz bir şeyi isteyip arzulayabilirisiniz. Hasret öyle değil, vaktiyle çokça yaşadığınız, hafızanızda yer etmiş varlığı ile sizi etkilemiş ve unutulmaz olmuş şeyleri çağrıştırır o. Aralık ayı adımını eşikten atar atmaz bu duygu iyiden iyiye kabarır, beni gerer hatta gelmeyecek korkusuyla huzursuzluğa sürükler. Benim için en geç Aralık’ın 9’unda kar yağmış olmalıdır. Birkaç gün öncesi, sonrası da kabul ama varsa yoksa, mümkünse, ne olur, lütfen 9 Aralık.
Çünkü ben kendimi ilk kez bir 9 Aralık günü üstelik kar yağarken hissettim. Konya- Bozkır’ında, henüz ilkokul çağımda, o güne kadar karın da kışın da toz toprak, dağ taş gibi sıradan bir nesne olduğunu sanıp dururken, birden o gün, karın dünyamıza, insan olarak benliğimizin çok derinlerinde uyumuş, buruşmuş bir varlık tohumunu, binlerce melek suretine bürünmüş kar taneleri vasıtasıyla ve her yeri bembeyaz keserek canlandırdığına inanıverdim. Şüphesiz o an duyduğum daha ilkel ve ham bir meyvenin henüz olgunlaşma anındaki tadına da benziyordu. Bu hal aynı zamanda dilin aralığından dil olarak da etkilemişti beni. İlkokul öğretmenimiz, sınıfın ortasında gürül gürül yanan soba gibi al al olmuş yanağıyla yarışırcasına, benim kendisini izlediğimden habersiz –o an ondaki tesir ilgimi çekmiş dışarıda yağan karın yetişkin bir insanda bıraktığı etkiyi fark edivermiştim- birden sınıfa döndü, “Herkes defterini açsın ve söylediğimi yazsın, bakalım en doğru ve güzel yazıyla kim yazacak.” Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Acaba ne diyecekti. Hangi mucize gerçekleşecek ve benim çocuk yüreğimi yerinden edecekti. İşte tam tamına ve net şekilde şöyle dedi: “Dokuz Aralık günü kar yağdı.”
O an konuştuğumuz dil yanında bir yazdığımız ve asıl bizi büyüleyen yanımızın olduğunu fark ettim. Demek bir büyük ve geniş an içinde duygularımızla içine girdiğimiz hal, dile dökülebilir ve biz bunu ebediyen sevebilirdik. İşte ben bu yüzden ve tamamen bu gerekçe ile bir soğukluk, çaresizlik, üşüme ve yokluk hali olan kışa ve kara derinden bağlandım ve onun hasretine kapıldım. Yıllardır İstanbul’da yaşıyorum ve neredeyse hep burada yaşayacağım. Beni yaşarken geçmişin ilk mutlu, unutulmaz ve büyük uyanış anlarına çağıran karın yağmasını da özellikle bekliyorum. O yağmaya başlayınca her şey çocukça bir coşkuyla birbirine bağlanıyor, sarılıyor sonra da yaşamanın o geçici sarhoşluğuyla içime doluyor. Pencereden dakikalarca onun yağışını izliyor, sokaktan gelip geçenler hakkında olur olmadık hikâyeler uyduruyor sonra da birden kendimi bu halden zevk duyarken yakalıyorum. Yetmedi sokağa çıkıyor, o derin ve bağlanılası sesi duymak için adımlıyor, adımlıyorum. İnsan sonunda çocuk olmak istiyor ve kar kadar çocuk olan bir şey yok dünyada.