Sabahattin Ali’nin verimi

Bilindiği gibi Sırça Köşk ilk basımını 1947’de yapıyor, aynı yıl kitaba adını veren “Sırça Köşk” hikâyesi bakanlar kurulu kararıyla yasaklanıyor

11 Nisan 2019 09:00

Kalemin Ucu-L

O meşin ciltli küçük kitap yıllar içinde yazılan şiirlerden oluşur. Bu kitap, aşkın öznesi olan bir kadına ulaşmak için yazılmıştır; dolayısıyla arzuyu taşıyan özne-nesnedir. Arzulanan o kadının “aşkına ulaşmak” için de görkemli bir yapıt, bir şahâser olmalıdır, evet olmuştur ama bu kez de aşk’ın önündeki tek engeldir! Çünkü artık kitap kutsal hâle gelmiş ve aşkın önüne geçmiştir. Kurtarılamayan Şaheser adlı hikâyedeki siyah meşin ciltli küçük kitabın beklenmedik bir serüveni var. Sabahattin Ali’nin karakterlerinin kitap okumalarına zaman zaman rastlarız; ancak kitap ve okumak eylemi bir üstkurmaca olarak yoktur. Kitap okumak eylemi ve nesne olarak kitap, daha çok karakterin bir özelliği ve atmosfer bütünleyicisi olarak karşımıza çıkar.

Bir Delikanlının Hikâyesi’ndeyse kitap’ı biraz biraz “kavram” olarak görürüz ve sanki yazardan bu bağlamda izler de vardır. Buradaki anlatıcı ile yazar arasında çok mesâfe yok. Olay başından geçti demek istemiyorum, anlatıcının kitaplarla kurduğu ilişki açısından böyle düşünüyorum. Yaşadığı tatsız bir olaydan ve kendi eyleminden de pişman olduktan sonra odasında yalnız kalan anlatıcı ki hikâyenin ana karakteridir, çoğu zaman olduğu gibi kitaplarına sığınır.

Şanssızlığımız-şansımız

Kitap deyince ister istemez kısa uzun bir serüvenden söz ediyoruz; bir birikimden söz ediyoruz, yaratıcılıktan, gözlem gücünden söz ediyoruz: Sabahattin Ali özelinde, öncelikle üç romanı ile hikâye kitapları, şiirleri, düzyazıları hatta mektupları dolayısıyla bir dünya yazarının verimini ifâde ediyor. “Dünya yazarı” sözünü tâ seksenlerdeki yazılarımda kullanmışım. Gençken insan câhil dolayısıyla gözükara oluyor ama bugün bu tanımın karşıtını kaç kişi ileri sürebilir? Öte yandan, ne yazık ki ömrü kısa olduğu için bu verimin devamını göremedik, okuyamadık!

Sabahattin Ali cinâyetini, dehşetengizliğini ve siyâsî nedenlerini unutmadan bir yana koyacak olursak; hem bir şansızlığımız var hem de bir şansımız. Kuşkusuz yaşanmamış bir ömrü bilemeyiz ancak sanatsal sezgimiz var, bir tahmin yüretme yetimiz var, daha önceki yapılanlara (kitaplarına) baktığımızda bir beklentimiz yâni bir estetik ufkumuz var; dolayısıyla şansızlığımız Sabahattin Ali’nin çok erken yaşta yaşama hakkının elinden alınmasıyla yazacak olduklarından mahrum kalışımız. Şansımız ise, o yaşına kadar yazdıkları, kitapları, verimi...

Şimdi bu verim bir “paylaşım” içinde! Konuya dikkatimizi çeken bir yazı K24’te yayınlanmıştı. Mâlûm telif haklarının serbest kalmasıyla birlikte yayınevleri az ama bizi etkisi altına alan kitaplarını yayınlama yarışına girdi. “Altına hücum” gibi bir eylem gördük. Semercioğlu’nun yazısında, Sabahattin Ali’nin kitaplarını yayınlayan yayınevi sayısı 26’ydı. Aradan iki aydan fazla bir süre geçti, bilmem bu sayı arttı mı?

Bu durum yasa dışı değil ancak “meşru” mu, bilemiyorum! “Etik” sözcük-sıfatını ne kadarıyla kaldırır, onu da bilemiyorum. Doğrusu, bir yayınevim olsa, bir yayınevinde editör olsam, ben de Sabahattin Ali’nin kitaplarını yayınlamak isterim. İsterim ama nasıl isterim. Kitap diye tanımlanan nesnenin ki bu örnekte “sanatsal bir obje” olmalı,  ne kadar özelliği varsa, işte o özelliklerin her birini özel olarak hazırlayıp/yapıp yayınlamak isterim. Fırsattan yararlanmaktan çok, “şu ara, Kürk Mantolu Madonna’yı iki basım yaparım” amacından çok, yayınevimin ya da dizimin Sabahattin Ali adıyla onurlanması için yayınlarım. “Çok satanları” değil, bütün eserlerini özenli hazırlarım! Neyse!

Sağlığında yayınlananlar

Bütün Eserleri-Eleştirel Basım ilk kez 2013’te yayınlanmış. Bendeki ikinci basım (2017). Yayınevinin kâğıdıyla cildiyle vb, özenle hazırladığı Delta dizisinden çıkan bu kitapta yazarın sağlığında yayınlanmış romanları, hikâyeleri, şiirleri, yazıları, oyunu, demeçleri-görüşleri yâni yukarıda sözünü ettiğim “verim”i yer alıyor. (Doğal olarak mektuplar hâriç.) Kitabı, uzun bir zamandır Sabahattin Ali’nin verimine emek veren Sevengül Sönmez hazırlamış.

Kitabın başında hazırlanışla ilgili bir önsöz yoksa da “izlenen yol”a dâir bir not konmuş. Yazarın yapıtlarının ilk basımlarının tarihi ve yayınevi verilmiş; o basımların esas alındığı belirtilmiş, ayrıca “Sabahattin Ali’nin kişisel evrakı içinden çıkan taslaklar, tefrika ve kitaplar ile karşılaştırılarak farklılıklar eserlerin sonunda liste halinde verilmiştir. Bu farklılıklar, metin içinde sayfa kenarında numaralar ile işaretlenmiştir” açıklaması da yer almış.

Biz (okur) ilk basımda metnin “son biçimi”yle karşılaşmış oluyoruz. Ondan bir öncesi olan tefrika hâli var; daha öncesi yazarın eski Türkçe ve Latin alfabesiyle olan, yâni yukarıda sözünü ettiğim açıklamada belirtilen, evrakından çıkan notlar da var. Aralarındaki farklar okura sergilenmiş. Kuyucaklı Yusuf romanında biraz çetrefil bir durum var. Çünkü romanın tefrikası iki kez kesintiye uğruyor. Üçüncüsünde tefrika tamamlanıyor. İlkinde Yeni Anadolu gazetesinde (Konya, 26 bölüm), ikincisi de tek sayı Projektör dergisinde tefrika ediliyor. Üçüncü ve tamamlanan tefrika ise Tan gazetesinde (1936/37).  Yazarın, tefrikadan sonra yaptığı değişiklikler çok normal; aslında Sabahattin Ali çok da fazla oynamamış. Yine de tek tek sözcükleri bulup okura belirtmek, başlı başına bir iş; göz nûru.

Şiirler...

Kitapta yer alan “Bütün Şiirleri” başlıklı bölümün önünde Atilla Özkırımlı’nın bir sunusu var. Özkırımlı, Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini sekiz cilt olarak yayına hazırlamıştı. Bu edisyon (basım) da 1980/87 arasında Cem Yayınevi’nden çıkmıştı. Orada yayınlanan yazısı alınmış; anlaşıldığı kadarıyla buradaki “farklılıklar listesi”nin dışındaki notlar da Özkırımlı’ya ait. Özkırımlı’nın, Cem Yayınevi’nin edisyonunda romanların ve Sırça Köşk’ün başında da açıklayıcı yazıları vardı; kendi çalışmasında, kitaplaşmış şiirler ile “öteki şiirleri” ilk kez bir araya getiren Asım Bezirci’nin derlemesinden yararlandığının altını da çizmişti:

“Sabahattin Ali’nin bütün şiirlerinin bir araya getirilmesinde Asım Bezirci’nin büyük emeği geçmiştir. Özellikle sanatçının yayımlamadığı, çoğunu arkadaşlarına gönderdiği gençlik denemelerini bulup günışığına çıkaran odur.”

Bu arada, 1993’te Sivas’ta yakılan değerli yazar Asım Bezirci’nin ilk kez 1974’te yayınlanan Sabahattin Ali adlı kitabı için küçük bir parantez açayım. Sabahattin Ali’nin verimi söz konusu olduğunda, sık sık değindiğim bu kitap için söylediklerim belki tekrar olacak ama…

Asım Bezirci’nin incelemesi sanırım bir “ilk”tir. Yalnız Sabahattin Ali’nin yapıtlarını, üzerine yazılanları incelememiş, yazarın arkadaşları, yakın çevresiyle de konuşarak edindiği bilgileri aktarmıştır. Bezirci, her yeni basımı hazırlarken kitabını gözden geçirmiş, yeni yayınlar (örneğin Ayşe Sıtkı’ya mektuplar) varsa okumuş-taramış, ilgili bilgileri eklenmiştir. Kaynakça bölümüne, dergilerde gazetelerde çıkan yeni yazıların, kitap varsa kitapların künye bilgisini eklenmiştir. Hilmi Yavuz bu yaşamöyküsüyle ilgili şöyle yazmış:

“Asım Bezirci, Sabahattin Ali üzerine yaptığı bu çalışmayla gerçekten önemli bir işi gerçekleştirmiş oluyor. Bu kitap, Sabahattin Ali üzerine olduğu kadar, bir Türk yazarı üzerine yapılmış, en ciddî birkaç incelemeden biri olma niteliğini taşımaktadır.”

Ne yazık ki Bezirci de, bu kitabını, birçoklarıyla yaşadığı dehşetengiz sondan dolayı geliştiremeyecektir!

“Bütün Şiirleri”n sonunda, yine Cem Yayınevi basımında da yer alan, “Notlar” başlığıyla Pertev Naili Boratav’ın bir yazısının şiirle ilgili bölümü var. Bu yazının tamamı, adından da anlaşılacağı gibi Sabahattin Ali üzerine yazılanların toplandığı, Sabahattin Ali-Anılar, İncelemeler, Eleştiriler adlı kitapta yer alıyor. Sabahattin Ali’nin mektupları, terekesinden çıkanlar vb, eleştirel basımda yok. Onlar yine Yapı Kredi Yayınları’nca ayrı kitaplar olarak basılmıştı.

Cem Yayınevi edisyonunda dokuzuncu cilt Markopaşa Yazıları ve Ötekiler idi ve 1986 yılında yayınlanmıştı. Sekizinci cilt ise bir yıl sonra, 1987’de yayınlandı. Çünkü sekizinci cilt, Sabahattin Ali’nin son hikâye kitabı Sırça Köşk idi. (Neden) sona saklanmıştı. O günleri henüz unutmadık; az çok anımsıyorum, Evren Cumhurbaşkanı Özel Başbakan’dı, faşist askerî koşullar ilk yıllardaki gibi olmasa da sürüyordu! Sırça Köşk’ü merakla bekliyorduk.

“Yasaklama”

Bilindiği gibi Sırça Köşk ilk basımını 1947’de yapıyor, aynı yıl kitaba adını veren “Sırça Köşk” hikâyesi bakanlar kurulu kararıyla yasaklanıyor (kitap da toplatılmış oluyor!). Eh bu da çok doğal; o hikâye, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumu, kardeşliği, barışçıl bir biçimde ortak yaşamayı bize işâret eder; halkın birlik olduğunda, işçilerin, emekçilerin birlik olduğunda ne kadar güçlü olduğunu da gösterir. Belleğim beni yanıltmıyorsa 1987 yılında “Sırça Köşk” için bakanlar kurulu kararı kalkmamıştı. Ama kitap yayınlandığında herhangi bir yasal işlem olmadı. Sanırım –nasıl olduysa–akılcılık devreye girmiş!

Bu noktada şöyle bir pencere açabilirim. Herhangi bir mahkeme kararı (“Sırça Köşk” hikâyesi hâriç) yokken Sabahattin Ali’nin yapıtları 1947-1965 arası yayınlanmadı/yayınlanamadı! Yayıncılar belki korkmuştu, belki tehdit edilmişti. Verimini sürdürmesini çok genç yaşta cinâyetle kesiliyor, sonrasında da var olanı okura, kitlelere bir şekilde “yasak”lanıyor! Benzer bir durum Nâzım Hikmet için de geçerlidir. Onun da herhangi bir mahkeme kararı yokken 1936-1965 arası yapıtları basılmaz/basılamaz. Yine yanılmıyorsam Sabahattin Ali’nin eşi Aliye Hanım, Yaşar Nabi’ye mektup yazıyor, durumun korkunçluğunu belirtiyor, ardından da Yaşar Nabi arkadaşı Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini basıyor. Ancak Sırça Köşk kitabındaki hikâyeler Son Hikâyeler-Eserler adıyla 1966’da yayınlanıyor. Yasaklı olan “Sırça Köşk” hikâyesini çıkartmış, daha önce Varlık dergisinde yayınlanan Sabahattin Ali’nin Esirler adlı oyununu eklemiş Yaşar Nabi. “Sırça Köşk” hikâyesine baktığımızda da, kırk yıl okurdan uzak tutulmuş!

Özcesi, Bütün Eserleri-Eleştirel Basım için şöyle söyleyebilirim: Yukarıda da belirttiğim gibi özenle yayına hazırlanmış, özenle basılmış; yalnız araştırmacıların, yazarların, Sabahattin Ali severlerin, edebiyat severlerin değil, her “kitaplık”ta olması gereken, bulunduğu kitaplığa değer katacak olan bir yapıt...