Saygın Vatandaş trajikomik bir hikâye. Taşranın ve yazar olmanın hikâyesi. Avrupa’dan taşraya bakmanın, şöhretin, insanın yurdunun, taşra kıskançlığının hikâyesi...
07 Nisan 2017 12:00
Arjantinli yazar Daniel Mantovani Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasını yapmak için kürsüye çıkar ve şöyle der: “Sanatçıların sorgulaması, şaşırtmaları gerekir.” Bu doğrudur ama Mantovani’nin konuşması Nobel Edebiyat Ödülü’nü, telif haklarını, yayın ve edebiyat piyasası ile şöhretli diğer yüksek rütbelileri alaya alan beklenmedik bir “azara” dönüşmüştür. Mantovani o gergin sessizliğin içinde dimdik ve mimiksiz yaptığı konuşmasını şöyle bitirir: “Bu azizlik mertebesine yükselmek benim için ölümcül… Yaratıcı macerama son verme kararınızdan ötürü size teşekkür ediyorum.”
Uzun bir sessizlik. Bir süre sonra bir- iki alkış. Sonra tüm salon ayakta dakikalarca alkışa devam eder. Mantovani şov mu yapmıştır yoksa gerçek duygularını mı dile getirmiştir? Öyle olsa dahi sorabiliriz, ne cüretle diye? Hem de koskoca İsveç Akademisi karşısında, dünyanın gözü önünde, edebiyat dünyasının en saygın ödülüne layık görülmüşken… Sahi ödül ne kadar önemlidir yazar için? Herkesin hayran olduğu, hep alkışlanan, hep çok okunan mı olmak ister yazar? Edebiyat bu mudur sahiden? Bu soruları kenarda tutalım ve devam edelim…
Beş yıl sonra açılan yeni sahnede Mantovani’yi bir gölün kıyısında suyun yüzeyine çıkmış Flamingo cesedine bakarken görürüz. Aslında bu sahneyle birlikte kurmaca ile gerçek birbirine dişlenmeye başlamıştır. Mantovani Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan beş yıl sonra zengin ve yalnız hayatını suskunlukla geçiriyor, kendisine gelen tüm davetleri, nişanları reddediyordur. Bu reddediş bir mektuba kadar sürer yalnızca. Mektup Salas’tan geliyordur. Salas, Mantovani’nin 20 yaşında, 40 yıl önce terk ettiği ve sonrasında hiç gitmediği gibi oradan kimseyle de görüşmediği kasabasıdır. Salas, yazarın yazın dünyasının da memleketidir, yurdudur aslında. Çünkü Mantovani’nin tüm eserleri Salas’tan çıkmış, oradan ve orada yaşayan karakterlerden şekillenmiştir.
Ve işte 40 yıl sonra memleketi onu “Saygın Vatandaş” ödülünü vermek için davet ediyordur. Saygın biridir çünkü o. Taşradan dünyaya açılmış, tüm dünya tarafından alkışlanmış, ödüller almıştır. Dudak ısırtır, kanatır. Roman başlar…
Daniel Mantovani’nin bu uzun yolculuğu hayatına ve yazarlığına hem yaralar açacak hem de yaraları saracaktır. Yol, yolda kalmayla başlar. Sonunda kasabaya vardığında ise tipik taşra manzaraları ve karakterleri karşımıza çıkar.
Kasaba halkı, hemşehrileri olan bir ünlünün aralarında olmasından gurur duyuyorlardır. Bazıları, romanlarındaki karakterlerin kendilerine dayandığından emindir ve onu davetiyeler ve isteklerle bunaltırlar. Yazar bir dizi konferans verecek ve yerel bir resim yarışmasında jüri olacaktır. Eski okul arkadaşı Antonio Mantovani’nin 20 yıl önce bıraktığı sevgilisi Irene ile evli olduğunu söyleyeceği için mutludur. Eski sevgili Irene, otel kâtibi olarak çalışan ve yazar olmak için can atan Ramiro ve bir pop müzik hayranı olan, hızmalı Julia haricinde neredeyse herkes kalın kafalı birer taşralıdır.
Nobel Edebiyat Ödülü alırsın ve doğduğun yerde heykelin dikilir ama daha sonra yerel bir resim yarışmasında oranın sanatçısının resmine derece vermezsen heykeline boya atılabilir, bedenin ise yumurta yağmuruna tutulabilir. Mantovani yumurta yağmuruna tutulmadan önce Afrikalı bir kabileden söz eder. Bu kabilenin dilinde özgürlük diye bir kelime yoktur. Çünkü onlar özgürlerdir ve bu sözcüğe hiç ihtiyaçları olmamıştır. Kültüre, edebiyata ve sanata dünyalar kadar değer verdiğini söyleyen Salas belediye başkanının yalan duruşuna karşı, “kültürümüz, sanatımız, sanatçımız” sayıklamalarına ve boş laflarına bir göndermedir aslında Mantovani’nin kabileden bahsetmesi.
Saygın Vatandaş bir dram aslında, trajikomik bir hikâye. Taşranın hikâyesi. Yazar olmanın hikâyesi. Avrupa’dan taşraya bakmanın, şöhretin, insanın yurdunun, taşranın kıskançlığının hikâyesi. Ölüm de var, ödül de… Mantovani’nin doğduğu ve kaçtığı yer 40 yıl sonra öldüğü ve doğduğu yeniden varolduğu yer, yani kök, yurt olarak yine karşımızda. Ve üç k: kâğıt, kalem, kibir.
Ve bir de sorusu var filmin: Mutluluk sanatsal yaratıcılığın önüne mi geçer?
Yönetmenliğini Gaston Duprat, Mariano Cohn'un yaptığı filmin başrollerini Oscar Martínez, Dady Brieva, Andrea Frigerio paylaşıyor. Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü dâhil birçok festivalden ödül alan film, İstanbul Film Festivali kapsamında gösteriliyor. Seanslar için tıklayın.