Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin çizgi romanda doğurduğu şiddet dili

"Tanto, Karabala, Kasap ve Kısas'ın ortak paydası, öfke, hiddet, şiddet ve adalet arayışı... Bir tür linç kültürü savunusu mu? Yoksa savunmasız, çıplak, yalnız ve sesini duyuramayan bir kitlenin öfkesinin çizgi romana yansıması mı?"

30 Temmuz 2020 19:32

Çizgi roman tarihimize baktığımızda yakın zamana kadar iki türün baskın olduğunu görmüşüzdür. Bu türün ilki gündem konularına uzak durarak beylik konuları işleyen tarihi içerikli çizgi romanlardır. İkincisi tür ise gündeme dokunan ama macerayı malzeme olarak kullanan mizah içerikli muhalif çizgiler. Bugünlerde Türkiye çizgi romanı, gündemi içeren konuları ele alan, cesur, maceracı yapısıyla kadın ve çocuk haklarını dile getiren yeni ve çağdaş bir üçüncü yola yöneliyor.

Cesur Yeni Çizgi Roman Dünyası

Cesur, yeni… Ve az okunan. Üzülerek belirtmek gerekir ki Türkiye sanatçılarının eserleri çok ilgi görmemektedir. Okuyucunun kendi sanatçılarını yüreklendirmek için harekete geçemiyor oluşunu izah etmek güç.

Yurt dışında basılan ve sıradan olmaktan öteye geçmeyen grafik romanları takip eden okurlarımızın kendi kaliteli yapıtlarımıza eğilmemesi veya macera türü çizgi romanları takip etmeyerek sanatçının üretme şevkini kırması nedendir, bilinmez; bir anket düzenlemeden sonuca varmak çok da kolay değil.

Buna karşın kendi ülkesinde kendi üretimi olan çizgi romanı satamayan bir yazar/çizerin yurt dışında başka yazarlarca kaleme alınan bir işinin ülkemizde kapışılması da dikkate değer bir konudur. “Sana Nuh der peygamber demeyiz” demiş ya hani halkı Hz. Nuh’a, işte bizde de “sana buralarda olduğun sürece sanatçı demeyiz” gibisinden bir tutum takınılıyor.

Neyse ki küçük bir azınlık, çizgi roman üretmek isteyen, düşüncelerini paylaşmak isteyen, tarihe not düşmek isteyen çok az sayıdaki sanatçı her şeye rağmen büyük bir cesaretle, satış kaygısı duymadan, maddi koşullara direnebildikleri sürece arzu ettikleri konuları işlemeyi seçerek eserlerini okurlarına sunuyorlar. Üstelik de bunu netameli konulara girerek, kadını ve çocuğu ön plana çıkardıkları eserleriyle yapmayı tercih ediyorlar.

Kamil Lofçalı’nın yazdığı, Alper Geçgel’in çizdiği Kısas, Onur Çetincengiz’in yazdığı ve birçok çizerin katkı sağladığı Tanto, Selçuk Ören’in yazdığı, birçok çizerin katkı sağladığı Kasap ve Hikmet Yamansavaşçılar’ın yazıp çizdiği Karabala bu cesur yeni çizgi romanın öne çıkan yapıtlarından bazıları.

Tanto

Tanto, Kısa Hikâyeler Onur Çetincengiz’in hayallerini süsleyen bir proje olarak başladı. Sosyal medya üzerinden belki de yıllarca “benim bir hayalim var” misali paylaştığı hikâyeler zaman içinde destek görünce proje usul usul gerçekleşmeye başladı. Bir fabrikada işçi olarak çalışan ve hiçbir yayınevinden maddi yardım göremeyen sanatçı yıllar önce amatör ruhla çektiği çizgi roman kahramanı içerikli kısa filmleriyle tanındı. Yıllar sonraysa aynı ruhla bastığı çizgi romanıyla okurların gönlünde taht kurdu.

Tanto, Kısa Hikâyelerin kahramanı Tanto ilk kitapta hakkında pek bir şey bilinmeyen bir karakter olarak çıkıyor okurların karşısına. Hakkında bilinen şeyler, batının hızlı silahşörlerinden biri olduğu ve bir Ronin tarafından eğitildiği için bir Samuray kılıcı kullandığı. Ha, ayrıca okudukça öğrendiklerimiz de var; mesela kadınları, aileleri, çocukları savunduğu. Hem de kendisi erkek olmasına rağmen erkeklere karşı savunduğu...

Mehmet Emin Sincar, Fıratcan Kakut ve Tolga Güngör’ün hayat verdiği son iki hikâye bu içerikten bağımsız olup aksiyon ön planda tutulmaktadır.

Yarkın Sakarya’nın çizdiği “Altı Kurşun” hikâyesinde bir kadını rehin alan ve onun arkasına saklanan erkekleri haklar Tanto.

Yasin Yıldıran’ın çizdiği “Hınç” hikâyesinde koca bir ordu haydutu bertaraf etmiş olan kahraman sevdiği kadını rehin alan ve çocuğunu tehdit eden birini öldürür.

Alper Geçgel’in çizdiği “Dream’i Düşünme” hikayesinde sesi çıkmayan bir çocuğun sesi olur Tanto. Ailesi katledilen ve kendisinin de ses telleri kesildiğinden konuşamayan bir çocuğun intikamı alınır.

Ümit Türek’in çizdiği “Ödül Avcısı”nda öldürme arzusuyla yanıp tutuşan bir ödül avcısının suçtan kopmuş ve aile kurmuş eski bir suçluyu eşiyle öldürmesinin hesabını sorar kılıçlı kahraman.

Yusuf Turgut’un çizdiği “Sakin Kilise Kasabası” hikâyesinde Tanto pedofil bir rahibi kasaba meydanında işkenceyle öldürür.

Yakın zamanda ikinci kitabı okurla buluşacak olan Tanto’nun ilk kitabı tükenmiş. Ancak yazarına ulaşılarak yeni bir baskı yapması sağlanabilir.

Kısas

Kamil Lofçalı’nın yazdığı ve Alper Geçgel’in çizdiği “Kısas” satış kaygısı gütmeyen Prestij Kitap etiketi taşımaktadır.

Birinci bölümü “Öcü” adını taşıyan çizgi romanın konusu bir grup erkek tarafından tecavüze uğrayan bir kadının ölümü ve ölümden dönerek intikam alışıdır.

Gece vakti o sokakta olmak benim suçumdu”, “Benim suçumdu… Onunla arkadaş olmak, ona gülümseyip aklını karıştırmak…”, “…benim suçumdu!” diye kendini suçlar kadın tecavüze uğrarken kendisine öğretildiği gibi. Tecavüze uğramanın kadının suçu olduğunu iddia eden çarpık toplum yargısıyla vurur okuru yazar.

Hatta hızını da alamaz ve toplumun ölümlerini olağan saydığı tüm kadınların ölümünü sorgular yazar:

– Şimdi ne yapacağız?
– Akşam bekleyip öbürünü nasıl hallettiysek bunu da o şekilde halledicez.
– İyi de o karı orospuydu be abi, peşine kimse düşmedi. Ama bu normal bi kız, bu işin peşini bırakmazlar.
– O zaman parçalayıp yakarız sonra da kuytu bşr yere gömeriz.
– Telefonunu kapatın, sinyal vermesin.
– Ulan iki gram zevk vermeden bi sürü dert açtı kevaşe.
– Olan oldu, takmayın kafanıza hele bir akşam olsun hallederiz. Bir travesti gömmüştük ya o orospudan önce, bunu da oraya gömelim.
– Tamam abi.
– He unutmadan… Bu karının cesedine de dokunmak yok.

İlk dört sayfada yer alan bu diyalog koca bir toplumun sistematik tecavüz ve cinayetlere nasıl ortak olduğunu özetlemektedir. Diyalogta erkekleri haklı çıkarmaya çabalayan bir güruhun dili tekrar edilirken aynı güruhun kadınlara yakıştırdığı sıfatların kullanımıyla kadın cinayetlerinin politik olduğunun da altı çizilmekte.

İkinci bölümü de basılan Kısas merakla beklenen cesur çalışmalardan biri olarak çizgi roman raflarında yerini almıştır.

Kasap

Selçuk Ören’in yazdığı ve üç sayı boyunca çeşitli çizerle işbirliğine gittiği Kasap Sırtlan Kitap etiketini taşıyor.

İlk sayısında organ mafyasınca katledilmek istenen Suriyeli mültecileri kurtaran kahraman ilerleyen sayılarda aşama aşama insanlığa karşı suç işleyen örgütlerle savaşıyor.

Karabala

40 yıl ara verdiği çizgi romana Karabala adlı eseriyle dönen Hikmet Yamansavaşçılar alışılagelen Türk tarihi çizgi roman kalıplarını zorlamaktadır. İlk dört cildi basılan, beşinci son sayısı merakla beklenen eser Arkabahçe Yayıncılıkla başlayan yolculuğunu bağımsız bir yayın organı olarak sürdürmektedir.

Doku olarak tarihi Orta Asya kültürünü anımsatan ancak bozkır yerine sonsuz bir kar örtüsü içinde yaşayan, kökeni belirsiz kavimlerin yaşantısını aktarır eser. Büyük bir tiranlığın altında ezilen halkın büyük acısını yansıtır. Yayına adını veren ve zulme uğrayanları temsil eden Karabala yiğit ve cesur bir delikanlı olmasının yanı sıra sanatçının gündeme ışık tutmak için yarattığı bir imge gibidir.

Hikmet Yamansavaşçılar, halkının en ufak muhalefetine şiddetle karşılık veren, keyfi yönetim sergileyen, her daim kendini haklı gören ve olası yenilgilerinde de mağdur edebiyatı yapan zorbaları anlatmaktadır. Bununla birlikte Ege kıyılarına vuran Suriyeli mültecilerin naaşlarına, tecavüze uğrayan kadınlara ve değersiz yük olarak görülen çocukların ıstırabına yer verir dört ciltte.

Cesur yeni dünya eserlerinin ortak paydaları

Bu dört eser ezilen ve seslerini duyuramayan kadınlarla çocukların sesi olmayı ilke edinmiş güçlü işler olmalarının yanı sıra başkaca ortak paydalara da sahiptirler.

Öfke Bu eserler öfkeli sanatçıların eserleridir. “Öfkeli Genç Adamlar” veya “Sturm und Drag” olarak adlandırılan sanat akımlarının Türk çizgi roman versiyonu gibidirler. Gelişmeleri kaygıyla izleyen, küreselleşen dünyanın ayak oyunlarına karşı çaresizlik hisseden, yerel siyasetin gidişatından memnun olmayan bu sanatçılar içlerinde biriktirdikleri öfkeyi eserleriyle dışa vurmaktadırlar. Bu akım bu şekilde sürerse bu öncüllerin çizgi roman tarihimizde büyük bir iz bırakacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Hiddet – Eserlerin ikinci ortak paydası dile yansıyan “küfür”dür. Günümüzde artık kadınıyla erkeğiyle geniş bir kesimin yapay bir kibarlıktan uzaklaşarak kendini ifade etmenin doğal parçası olarak gördüğü küfür gerekli görülen hemen her balonda yerini almaktadır. Karabala haricindeki bu eserlerde küfür hakaret etmekten çok bir duyguyu ifade aracı olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda da kırılgan ve saftirik iyimserliği de ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Kahramanın her şeyi düzelttiği kurgusal dünyalarla oyalanmak yerine gerçek hayatı esere taşıyan sanatçılar acıları tüm çıplaklığıyla, küfürle, hiddetle çizgilere taşırken okurlarını sarsmak, Kıyıcı Tiyatro gibi okuru harekete geçmeye zorlamayı hedeflemektedirler. 

Şiddet – Kafaların koptuğu, kolların, bacakların, cinsel organları kesildiği, organların deşildiği bu çizgi romanlarda sanatçılar edepli ve sevimli ahlâkçılığı yok saymaktadırlar. Okurun duygularına kapılmasını engellemek, okuru zapturapt altına almak için ABD tarafından ortaya konan ve dünyaca kabul gören sansür bu çizgi romanlarda kapı dışarı edilmiştir. Elbette buradaki şiddet dozu özendirici olmaktan çok mecazi/metaforik şiddet adı verilen bir yapının parçasıdır. Şiddet unsuru okuru sorunlarla yüz yüze getirmek, düşündürmek ve sorgulatmak için biçilmiş kaftan olsa da bazen şiddet dozu çok yükselebilmektedir.

Adalet Arayışı – Hukukun uygulanmadığı bir ülkede adalet arayışının eserlere yansıması da halkın yaşadığı düş kırıklıklarıyla eşit düzlemde olması sanırım şaşırtıcı değil. Bu eserlerdeki sanatçılar kahramanlarını haksızlık ve suç karşısında yetkili güvenlik mercilerine başvuran kişiler olarak sunmazlar. Burada kahraman “suç hak ettiği cezayı elbette bulacaktır, yetkililere güvenin” diyen kalıbı yok sayarak toz pembe yapay bir dünyanın gerçekte var olmayan mesajını iletmez. Bu eserlerde kahraman kalkar, silahlanır, tecavüzcüyü, tacizciyi, caniyi tespit eder ve cezasını kendi verir.

Peki, bu örneklere bakarak sanatçıların bir tür “linç” kültürünü savunduğu sonucuna varılabilir mi? Burada söz konusu olan daha çok, savunmasız, çıplak, yalnız ve sesini duyuramayan bir kitlenin öfkesinin yansıması ve otoritelerden yanıt beklemesidir. Gündelik hayatlarında gayet barışçıl, kibar, entelektüel olan bu sanatçıların içlerinde biriken ve kendilerini de şaşkına çeviren öfkelerinin dışavurumu.

•