Ünlülerle çalışmak, reklam filmi çekmek büyük büyük markalara saadet getirmiş mi getirmemiş mi, cevabı yok kimselerde. Liglerde gol attı diye bizi sevindiren adam için depoyu fuller miyiz? Kaslı ve yakışıklı biri uğruna donmuş yağa mecbur muyuz?
Hayatınız, geleceğiniz, korkularınız, neşeleriniz hepsi bir film şeridi gibi değil de bir reklam şeridi gibi gözünüzün önünden geçseydi? Televizyonlarda, gazetelerde gördüğünüz binlerce ürünün sonsuz geçidi. Buzdolapları, yatak odaları, terlikler, diş macunları, deterjan markaları, domates suyunu sadece uçakta istememeniz için yapılan reklamlar, çocuğunuza biçtiğiniz gelecek, hastane reklamları, uzman doktorların hastane koridorunda önünüzden hızla geçerken değil de beyaz gömlekleriyle size ekrandan gülümsediği hâlleri, size torunların değil kendilerinin bakacağını garantileyen sigorta şirketleri, iftar sofralarında neşeli aile, bayram sabahları gözü yaşlı dedeler, turizm şirketlerinin bir haftalık tatile 24 ay taksit yaptığını ilan ettiği reklamlar, ve hepsini gerçekleştirebilmek için hikâyemizin assolisti banka reklamları. Hepsi birbirinden komik banka reklamlarını izlerken, hikâyenin sonunda aslında kimin güleceğini bildiğimizi akılda tutmakta fayda var. “Şimdi bir reklama gidiyoruz, 10 dakika sonra sizinleyiz”i duyar duymaz kanalı değiştirseniz de bundan kaçış yok.
Araba reklamıysa güzel, havalı bir kadın; çikolata reklamıysa yakışıklı, kaslı erkek; havayolu reklamıysa basketbolcu; petrol şirketiyse futbolcu; banka reklamıysa komedyen ve yazarlar var listede. Hem de yeni bir liste değil, o kadar uzun bir zamandır öyle isimler var ki!
Lakin ne doktora tezleri, ne bitirme ödevleri yazılmış olsa da sorunun cevabı net değil. Ünlülerle çalışmak, reklam filmi çekmek büyük büyük markalara saadet getirmiş mi getirmemiş mi, cevabı yok kimselerde. Nihayetinde birkaç basit soru sormak yeterli belki de: Liglerde gol attı diye bizi sevindiren adam için depoyu fuller miyiz? Kaslı ve yakışıklı biri uğruna donmuş yağa mecbur muyuz? Sırf esprilerine gülüyoruz diye komedyenlerin veya sırf yazılarından, belki de dönüp dönüp okuduğumuz kitaplarından sevdiğimiz, satırlarının altını çizdiğimiz yazarların, büyük ustaların, komedyenlerin peşinden koşup kredi kartına başvurur muyuz, sırf o bizi güldürdü diye?
Kitapları çok sattığı, sözüne çok kıymet veren var diye bir banka reklamına çıkan Elif Şafak için “Canı para kazanmak istiyorsa yazarlığı bıraksın” demişti Pınar Kür. Hatırlayanlar olacaktır. Kür’ün tezi muhtemelen şuydu: Yazar dediğin insan biraz da dünya düzeninin değişmesi, değişmiyorsa da sarsılması için yaşayan, nefes alıp veren insandır. Tüketimi desteklemek bir yazarın işi midir? Ama sırf Elif Şafak mı? Stephen King’inden Kurt Vonnegut’una kadar. Vonnegut’un bir takım elbise için kredi kartına başvuruyor olması sevenlerinin tadını kaçırmadı mı sizce? Koskoca Kurt Vonnegut, hiç tanımadan “Kredi kartıyla işi olmaz, bastırır parayı neyi istiyorsa onu alır” diyeceğiniz, hiç tanımadan kendilerine kefil olacağımız biri değil mi? Demek ki o da 12 taksitle takım elbise peşinde.
Vakti zamanında bir banka reklamında ailesiyle çoluk çocuk oynayan Ferhan Şensoy? Ona kimse bir şey demiş miydi? Elbette demişti. Hatta “Kavuğunu geri ver” kampanyasına kadar varmıştı iş. Bir görüş, “Bu adamlar sosyalist değiller mi kardeşim, ne işi var reklam kuşağında” diyor, bir başka görüş “Sana ne, adam emeğini veriyor, parasını alıyor” diyor. Mesele çoğunlukla şu noktada kilitleniyor: O parayla ne yaptı? Sanatına mı yatırdı, gitti çarçur mu etti? Sanatçının parası dönüp dolaşıp hayranlarının çenesini yoruyor.
Komedyenlerle bankaların iş birliği ise tuhaf bir çıkmaz. Güldürürken cebindeki paraya gözünü diken kurumlar nihayetinde; işin tuhaflığı ve çıkmaz bir sokağa saplanması da şu soruda gizli: Kim bankalarda geçirdiği saatleri, kredi kartı ekstrelerini, ihtiyaç kredisine başvurmayı komik hatırlıyor? “Geçen gün bizim kredi başvurusu inanılmaz güzel bir ret cevabı aldı” cümlesi, birine anlatırken hiç komik değil. Ama Cem Yılmaz söylese, onun sesinden duysak güleceğiz, değil mi? Bankaya nasıl diyeceksin, “Biz de Cem Bey’e güvenip gelmiştik, şıp diye çıkacaktı bizim kredi, hani kefil istemiyordunuz, reklamda öyle diyordunuz!” Hayaller bankada bir Türk kahvesi yanında lokum ikramı, gerçekler noter kuyruğu.
Ve hayaller reklamda gülen yüzler, gerçekler bankanın asık suratlı memurları. Ne yazık ki. Memurun kabahati yok; müşterisini reklamlarla bol bol güldüren, banka çalışanını güldürmüyor olabilir. Akılda tutmak gerekebilir!
Kaldı ki kimse Amerika’yı yeniden keşfetmiyor. Bu işler batının icadı, al ünlüyü koy bir ürünün yanına, Türk reklamcılar geri durur mu? Amerikalı komedyen Bob Hope’un lafı: “Banka ihtiyacınız olmadığını kanıtladığınızda, kredi alabileceğiniz kurumdur.” Bunu dediği yıl 1960’lar ve kendisi California Federal Savings reklamlarında rol alıyor. O dönemin Amerika’sında çok daha büyük isimlerin de peşine düşülüyor. Western filmleri revaçta, herkes John Wayne’e hayran. Great Western Bank düşüyor Wayne’in peşine. “Çünkü o öylesine hiçbir şeyi kabul etmez ve gururlu duruyordu ki, eğer bizi kabul ederse, bu, potansiyel müşterileri de bankaya çeker diye düşündük” diye anlatacaklar süreci ileriki yıllarda New York Times’a. Dokuz ay süren ikna sürecinden sonra üç yıllık sözleşme, sekiz reklam filmi, aldığı ücret 350 bin dolar. John Wayne’in yaptığı, bir kamp alanında ateş üstünde pişirdiği kahvesinden bir yudum alıp, seyircilere ormanda bir bankadan bahsetmek…
Her bankanın acil durum düğmesi gibi başka bir komedyene koşmasını neyle açıklamak gerekiyor? Konu hakkında yazılmış ve ulaşılabilir olan, Ercüment Doğru’nun “Reklamlarda Oynayan Ünlülerin Banka Tercihleri Üzerine Etkisi” adını verdiği doktora tezine göre, bankaların star stratejisiyle bu reklamlara büyük bütçeler ayırıyor. Sonuç ise pek parlak değil. Doğru’nun yaptığı ankete katılanların yüzde 18’i reklamları önemsediklerini söylerken, yüzde 50’sinden fazlası kim çıkmış, reklamda gülmüşler mi kısmıyla ilgilenmediklerini dile getiriyor. Doktora tezinin son cümlesi ise âdeta harcanan paraların çöpe gittiğine işaret ediyor sanki: “Ünlü yüzleri reklamlarında oynatan bankaların sağladıkları faydayı ölçebilmek mümkün değildir.” Ölçülemeyen bir şeyin kıymetiharbiyesinin olmadığını anlatmaya gerek olmasa da, demek ki insanlar rol gereği bir banka reklamında bazen mahallenin bitirimi sayılan, bazen hayatta her verdiği kararla savrulan ve belki de babasının deyimiyle bir baltaya sap olamadığı için bir bankaya ihtiyacı olan insanları komik bulsa da kararını ona göre şekillendirmiyor. İnsanlar kelimelerini sevdikleri yazarlar uğruna, reklamlardaki “Şahidin değil de şairin olayım” kelime oyunlarına kapılıp gidip kendini bir bankaya emanet edemeyebiliyor. İş başka, aşk başka! Dünyanın en acayip romanlarını, senaryolarını yazan Stephen King de olsan bu düzen seni gelip bir reklam kuşağına koyuveriyor. Bizim için kolay, bu isimler için zor karar. Hayranlarının kredisini kaybedersen, bunu gidip bankadan çekemiyorsun!