Hölderlin ve Heidegger’de yasın ontopoetikası

"Yas geçmiş olana, bir daha gelmeyecek olana hüzünlenmek değildir. Şimdide ve burada tüm mevcudiyetiyle var olmak, berk olmak, sabit ve sağlam olmak demektir. Umut ve istenç, aşk ve sevgi ancak böyle mümkündür. Yas yitirmek değil, bilakis yaratmak ve kazanmak için temel histir."

03 Eylül 2020 11:30

Babasını kaybettiğinde Hölderlin iki yaşındaydı. Baba ölünce aile başka bir eve taşınmak zorunda kaldı. Hölderlin beş yaşındayken kendisinden bir yaş küçük kız kardeşi öldü. Bunun üzerine aile başka bir şehre göçtü. Burada annesi yeniden evlendi. Üvey babasını çok sevmişti Hölderlin. Aralarındaki ilişki çok sıcak ve sevgi doluydu. Ama üvey babası da dört yıl sonra öldü.

Hölderlin öz babasını kaybettiğinde iki, üvey babasını kaybettiğindeyse dokuz yaşındaydı. Bu kayıp Hölderlin’de, kendi ifadesiyle “kavranamaz acılara” neden olmuştu. Hölderlin yirmi dokuz yaşındayken, bu yas ve acı hissini annesine yazdığı 18 Haziran 1799 tarihli bir mektupta şöyle açıklıyordu: “Bana inanmayacaksınız ama çok iyi hatırlıyorum. İkinci babam öldüğünde, ki onun sevgisini asla unutamam, kavranamaz acılarla kendimi bir yetim olarak hissettiğimde ve sizin her günkü yas ve gözyaşlarınızı gördüğümde, işte o zaman ilk kez ruhumdaki bu ağırlığı [Ernst] hissettim. Yıllarca beni terk etmeyen, hatta yıllar içinde giderek artan bir ağırlıktı bu.”[1] Hölderlin’in ruhundaki bu ağırlık hiç geçmeyecekti.

Ernst sözcüğü ciddiyet, berklik, neşeli olmama, ağırbaşlılık, hakikatlilik, mücadele, direnme, kalkışma gibi anlamlara sahip.[2] Ağırlık demek yani. Hölderlin’in içinde yıllarca artarak devam eden bu ağırlık, yas ve acı, onun varoluşunun temel ruh hali oldu. Şairin şiiri, varlığını bu ruh halinden aldı. İşte bu, tam da bir “ontopoetika” meselesidir. Zira varoluş hisledir. Çok daha sonraları Heidegger buna Dasein diyecektir: İnsanın dünya içindeki açımlayıcı bir hal içinde bulunuşa sahip olan kaygılı ve ölümlü varoluşu.

Heidegger insanın varoluşsallığını teşkil eden varlık karakterlerine “kategoriler” değil, “eksistensiyaller”demiştir. Bunlar Varlık ve Zaman’da dağınık olarak ele alınmıştır. Söz konusu eksistensiyaller arasında duygu durumu (his), bir hal içinde varolma, dünyasallık, dünya-içinde-var-olma, mesafe kaldırma, yönelme, birlikte var olma, herkes, düşmüşlük, açımlanmışlık, söz, anlama, tasarım, olanak, hakikat, anlam, ihtimam-gösterme, kaygı, ölüme doğru varlık, öne koşma, kapalılığı açma kararlılığı, tarihsellik, içinde olma ve ilgi bulunmaktadır. Heidegger his konusunu bir-hal-içinde-bulunma (Befindlichkeit) başlığı altında toplamıştır. Bir-hal-içinde-bulunma başlığını kullanarak ontolojik bakımdan göstermeye çalıştığı şey, ontik bakımdan aslında en iyi tanınan ve en her günkü olandır: duygu durumu, ruh hali, his (Stimmung).[3]

Ölüme doğru varolan Dasein, yeri gelir kendi iç sesine yahut Heidegger’in tabiriyle vicdanının çağrısına kulak verir. Ve her şeyi sil baştan yeniden yaratabilir. Bunu yapmak için gündelik meşguliyetler uygun değildir ama; çünkü onlar, herkes dünyasının gayrisahih yani benim kendiminki olmayan eylemleridir. Oysa sahih bir varoluş, insanın ölüme doğru varolurken kendini varlığa açması, bunu şairane biçimde, şiirle ve şairle birlikte yapması demektir. Bu yüzden Heidegger için Trakl ve Rilke’nin yanı sıra özellikle Hölderlin çok önemli ve merkezî bir “ontopoetik” konumda yer almaktadır.

Heidegger’in Hölderlin çalışmaları 1930’lu yılların başlarında başlamış ve onlarca yıl devam etmiştir. Heidegger’in genel olarak düşünce dünyasında yeni ve farklı yaklaşımların görülmeye başlaması, kendisinin Kehre (dönüş, ricat) olarak ifade ettiği, 1930 yılı sonlarında birkaç kere sunduğu ve 1943’te yayımladığı Vom Wesen der Wahrheit (Hakikatin Özü Üzerine) başlıklı konuşmasıyla ve 1930/31 ile 1931/32 güz dönemlerinde verdiği Platons Lehre von der Wahrheit (Platon’un Hakikat Öğretisi) adlı derslerle[4] başlayan, sonra Alman idealizmi, hemen ardından Nietzsche’nin felsefesi ve nihayet Hölderlin’in şiiri üzerine odaklanarak gelişen yeni soluklu bir evreye denk gelmektedir. Hakikatin özüne ilişkin sunuş ve derslerinde Heidegger Varlık ve Zaman’daki zaman anlayışından uzaklaşırken, Hölderlin hakkındaki yazı ve derslerinde dilin ve sözün özü hakkında çok farklı bir yaklaşım içine girmiş ve varlığı şiirsellik kapsamı içine almıştır. Bu yüzden ben bu yaklaşıma “ontopoetika” diyeceğim.

Heidegger’in Hölderlin yorumları, onun “ontopoetika”sının momentleri olarak düşünülebilmektedir.[5] Bu bağlamda varlığın dil, şiir ve ruh halleriyle (hislerle) olan ilişkisi veya temellendirilişi Heidegger için önem arz etmiştir. Özellikle temel hisler (Grundstimmungen) bakımından Heidegger, Hölderlin’de yas hissini keşfetmiş ve bunun izini en baştaki mükerrer baba kaybı örneği gibi hem Hölderlin’in kişisel yaşamından hem de onun şiirsel yaratımından sürmüştür.

Heidegger, “Toplu Eserler”in 39’uncu cildinde yer alan Hölderlin’in Germanien ilahisi hakkında yaptığı açıklamalarında, öncelikle şiir ile dil üzerinde durarak bu ilahinin içerik ve biçimini özetlemiş, Hölderlin’in dünya görüşünü sunmuş, şiir ile toplum arasındaki ilişkiye değinmiş, şiirin özü üzerinde durmuştur. Bu noktada Heidegger, Almancada şiir yazma veya nazmetme anlamına gelen dichten fiili ve buradan da Dichtung ismi yani “şiir” hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Heidegger’e göre dichten, Latincede dictare ve eski Almancada tihtôn sözcüklerinden gelmektedir. Bunlar dikte etmek, söylemek, dile getirmek, ifade etmek, biçime sokmak, şekil kazandırmak anlamındadır. Özellikle yazılı hale getirme veya bir şarkı halinde dile getirme demektir. Buna göre dichten, dilsel olarak ifade etmek anlamına gelmektedir. On yedinci yüzyıldan itibaren bu sözcük, münhasıran şiirsel yani poetik yaratılar için kullanılmıştır. Ancak Heidegger bu noktada yapma, yaratma ve ortaya çıkarma anlamına gelen Eski Yunancadaki ποιεῖν [poiein] fiilinden veya ποίησις[poiesis] isminden hareket etmemiştir. Heidegger’in başvurduğu Eski Yunanca sözcük δείκνυμι [deiknumi] olmuştur. Dictare ve dichten’in kelime kökü olan δείκνυμι [deiknumi], açığa çıkarma, gün yüzüne çıkarma, işaret etme, bilinir kılma, sözcüklerle belirli hale getirme, açıklama, teşhir etme anlamlarına sahiptir. Ama bu öyle bir açığa çıkarmadır ki, açığa çıkarma fiili haddizatında değil, kendine mahsus bir delalet etmeyle mümkün olmaktadır. O halde “şiir, delalet edici açığa çıkarma tarzında bir söz söylemedir”.[6]

Daha sonraki açıklamalarında Heidegger, Hölderlin’in şiire yönelik duruşunu dile getirmekte ve onun “şairin şairi” (Dichter des Dichters) olduğunu söylemektedir. Hölderlin’e göre şair, Tanrı’nın yıldırımlarını söze dönüştüren, bunu kendi ulusunun diline aktarandır. Şair kendi şahsi ruhsal yaşantılarını işleyen değil, Tanrı’nın yıldırımları altında olup korumasızca ve kendinden geçmişçesine ona hizmet edendir. İnsanın varoluşu, varlığın kahir kudretine salıverilmiş olmaktır. Bunu söze dökenler ise şairlerdir. Şiir, Tanrı’dan gelen işareti alma ve ulusa delalet ederek aktarmadır. İşte Heidegger’in yorumuna göre Eski Yunancadaki δείκνυμι [deiknumi] ile Almancadaki Dichtung, Hölderlin’de bu suretle bir araya gelmekte ve zirveye taşınmaktadır.[7] Hölderlin’e göre insanın ve özellikle de şairin yapıp ettiği her şey bir zorunluluğa sahiptir ve “tamamen liyakatle” gerçekleşir: “Tamamen liyakatle ve dahi şairane iskân eder / İnsan bu yeryüzünde.”[8] Heidegger’e göre buradaki “şairane” (dichterisch) ifadesi, “bir bütün olarak varolanların orta yerindeki tarihsel varoluş olarak insanın varlık yapısını temelden taşıyan şeydir”.[9] Şairane olmak, bir süs veya moda değil, “varlığa salıverilmişlik içinde olmaktır ve dolayısıyla insanın tarihsel varoluşunun temel hadisesidir”.[10]

Bu itibarla Heidegger için şairane söz söylemenin muadili, felsefedeki düşünsel söz söylemedir. Söylenenler kadar söylenmeyenler de burada önem arz etmektedir. Zira ikisinde de soru sormanın hüznü, kaybetmenin yası ve kavuşamamanın matemi hüküm sürmektedir. Şiir ve dil, tarihsel varoluşumuzun temel yapısını teşkil etmektedir. Bu da bir temel hisle, temel bir duygu haliyle oluşmaktadır. İnsanın varlığa salıverilmişliği dille ve hisledir. Bu yüzden de çöküş ve kaybı eşzamanlı olarak içinde barındırır. Dolayısıyla “insan dile sahip olan değil, dil insana sahip olandır. İnsan nedir? Karşılıklı konuşmadır. Karşılıklı konuşma olduğumuzdan, konuştuğumuzdan, dile getirilmiş olduğumuzdan beri bu böyledir. Şiir, varlığı bahşeder. Şiir, bir ulusun asli dilidir. Bu suretle kendini açan varolana salıverilmişlik bu dilde cereyan eder”.[11] Ontopoetikanın tanımı işte budur.

Ancak bu şairane iskân edişin ruh hali belirli bir temel hisse dayanır. Hölderlin’in Germanien ilahisinden hareketle Heidegger bu temel hissin yas veya matem (Trauer) olduğunu söyleyecektir. Almancada trauernfiilinin ve Trauer isminin kökü, eski Almancadaki trūrēn sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük başını veya bakışını yere indirmek, boynunu eğmek anlamındadır.[12] Buna göre yas veya matem hem duygusal hem de bedensel/fiziksel bir his ufkuna sahiptir.

Heidegger, Hölderlin’in Germanien başlıklı ilahisinde ortaya çıkan yas veya matem hissini insanın varoluşunun temel hissi olarak belirlemekte ve bunu üç veçhe bakımından ele almaktadır: Hölderlin Germanien’de, “kaçıp gitmiş tanrılar”dan[13] bahsetmekte ve bu kaybın yarattığı üzüntü ve yas hissini aktarmaktadır. Tanrıların çağrısı işitilmemektedir artık. Elde bir şey kalmamış, söz yitirilmiştir. Heidegger’e göre Hölderlin’in yapmak istediği, bir şair olarak yeniden bu Tanrısal seslenişi dile getirmek, Tanrısal sesi yeniden çağırmaktır. Ancak bu çağrı yanına çağırma değil, çağırmak suretiyle var etmektir. Heidegger’e göre bu bir çatışmayı barındırır içinde: Hazır olma ve açılma bir yanda, çağrı ve beklentinin yerine getirilmemesinin yarattığı hayal kırıklığı diğer yandadır. Böyle bir çatışmaya dayanmak demek, ıstırap, acı ve elem içinde olmak demektir. Dolayısıyla Tanrısal olana seslenme ve onu çağırma aslında bir ağıttır: “Bu çağrının, bu ağıtın acısı, yasın bir temel hissinden doğar ve onun içinde titrer”.[14] Ancak bu temel his, insanın birtakım duygu ve duygusallıklar içindeyken kendi ruh haline acıması demek değildir. Kendi içine kapanma ve kendini örtme de değildir. Bilakis: “Şayet yaygın bir ayrımı burada kullancak olursak temel hisler ruhsal şeyler değil, tinsel şeylerdir.”[15] Heidegger’e göre yas denen temel his ve ona eşlik eden acı ve keder, söz konusu çatışmaya dayanabilmekle mümkündür ancak.

Germanien’in başında Hölderlin, tanrıların kaçıp gitmesinden ve onların seslenişinin yitirilmiş olmasından elem duyarken, 19. dizede tüm acı ve ıstırabına rağmen “Hiçbir şeyi inkâr etmeyeceğim burada ve hiçbir şeyin ricacısı olmayacağım”[16] diyerek feragat ve fedakârlık içinde kalmayı tercih ettiğini söyleyecektir. Heidegger’e göre bu, bir temel his olan yasın en içsel üstünlüğünü temsil etmekte ve bu üstünlükten doğmaktadır. Yas, “tüm küçük ve çokça şeyleri kayıtsızlık içine iter ve kendini yalnızca tek olanın dokunulmazlığı içinde tutar.”[17]Ancak yas küskünlük değildir, umutsuzca içine kapanma da değildir: “Bilakis söz konusu kökensel yas, büyük bir acının yalın iyiliğinin parlak görüşlü üstünlüğüdür – bir temel histir. Bir bütün olarak varolanı farklı biçimde ve özsel bir minvalde açımlamaktır. Burada şuna dikkat etmemiz gerekir: His olarak his, varolanın açıklığını oldurur.”[18]

Heidegger’in Hölderlin yorumunda yas, “kutsal bir şeydir, yani herhangi bir tekil şey hakkında üzüntülü olmak değildir, bilakis temel hissin tümü kutsaldır”.[19] Bu bakımdan Heidegger, temel hisse üç unsurun ait olduğunu ifade eder: 1) Hissi doğuran yahut hisleyen; 2) Hissi duyan yahut hislenen; 3) Bu ikisinin karşılıklı ilintisi.[20] Ancak dikkat edilmesi gerekir ki his burada özne ile nesnenin arasına giriveren ve onların arasında gidip gelen veya alıp verilen bir şey değildir. “Bilakis his ve onun yükselip alçalması, en kökensel şeydir ve ancak kendi minvali içinde nesneyi hisse dahil etmekte ve özneyi hislenen haline getirmektedir. Hatta daha derin olarak düşündüğümüzde, genel olarak temsil edilen özne-nesne ilişkisinin, hissin özünü kavramada haddizatında yetersiz olduğu görülecektir.”[21] Dolayısıyla “temel his, kutsal yastır. [...] Yas, ne şu veya bu yitimin ardından tekil bir ağlaşma, ne de bizim hüzün [Schwermut] dediğimiz, derinliği ve kapsamı itibariyle tamamen değişik, küçük veya büyük olabilen, akıcı-uçucu ve fakat ağırlık verici olan, her şey olan ve hiçbir şeye dair olmayan üzüntü de değildir.”[22]

Bütün bunlardan hareketle denebilir ki yas geçmiş olana, bir daha gelmeyecek olana hüzünlenmek değildir. Şimdide ve burada tüm mevcudiyetiyle var olmak, berk olmak, sabit ve sağlam olmak demektir. Umut ve istenç, aşk ve sevgi ancak böyle mümkündür. Yas yitirmek değil, bilakis yaratmak ve kazanmak için temel histir. İşte yasın Hölderlin ve Heidegger tarafından kutsal addedilmesi bu yüzdendir.

Yasın ontopoetik yasası budur: Kişisel yas kutsal yasa dönüşmüş, varlığın açımlanışının şiirsel zemini haline gelmiştir. Heidegger’in Hölderlin sayesinde ortaya koyduğu ontopoetika bu momentler içinde cereyan etmektedir.


[1] Hölderlin – Sämtliche Werke, Sechster Band: Briefe, Erste Hälfte: Text, Herausgegeben von Adolf Beck, Verlag W. Kohlhammer, Stuttgart: 1954, s. 333.

[2] Kluge – Etymologisches Wörterbuch der deutschen Sprache, Bearbeitet von Elmar Seebold, 25. Auflage, Walter de Gruyter, Berlin ve Boston: 2011, s. 256.

[3] Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, 4. Basım, Alfa Yayınları, İstanbul: 2020.

[4] Martin Heidegger: Gesamtausgabe, Band 9: Wegmarken, Frankfurt am Main, Vittorio Klostermann: 1976, “Vom Wesen der Wahrheit” (s. 177-202), “Platons Lehre von der Wahrheit” (s. 203-238). Martin Heidegger: Gesamtausgabe, Band 34: Vom Wesen der Wahrheit – Zu Platons Höhlengleichnis und Theätet, Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main: 1988.

[5] Heidegger’in Hölderlin’le ilgili çalışmalarının Gesamtausgabe’de (Toplu Eserler) yer aldığı ciltler şunlardır: GA 4:Erläuterungen zu Hölderlins Dichtung (1981); GA 39: Hölderlins Hymnen “Germanien” und “Der Rhein” (1980); GA 52: Hölderlins Hymne “Andenken” (1982); GA 53: Hölderlins Hymne “Der Ister” (1984); GA 75: Zu Hölderlin / Griechenlandreisen (2000). Bunlar Vittorio Klostermann (Frankfurt am Main) yayınevinden çıkmıştır.

[6] Martin Heidegger: Gesamtausgabe, Band 39: Hölderlins Hymnen “Germanien” und “Der Rhein”, Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main: 1980, s. 30.

[7] A.g.e., s. 31-32.

[8] A.g.e., s. 36.

[9] A.g.e., s. 36.

[10] A.g.e., s. 36.

[11] A.g.e., s. 74.

[12] Kluge: a.g.e., s. 927.

[13] Hölderlin – Sämtliche Werke, Zweiter Band: Gedichte nach 1800, Erste Hälfte: Text, Herausgegeben von Friedrich Beissner, Verlag W. Kohlhammer, Stuttgart: 1951, s. 149

[14] Heidegger: a.g.e., s. 81 (vurgu orijinalindedir).

[15] A.g.e., s. 82.

[16] Hölderlin: a.g.e., s. 149.

[17] Heidegger: a.g.e., s. 82.

[18] A.g.e., s. 82 (vurgu orijinalindedir).

[19] A.g.e., s. 82.

[20] A.g.e., s. 82-83.

[21] A.g.e., s. 83.

[22] A.g.e., s. 87-88 (vurgu orijinalindedir).