Heteronormativite karşısında iki edip, iki ölüm: Mehmet Celal ve Kayserili Galib

"Tanzimat’la beraber geldiğini kabul ettiğimiz heteronormatif ilişkilerin pratikte dışına çıkmayı başarabilmiş ve geç 19. yüzyılın iki queer şairi Çivizade Galip ve Mehmet Celal’in aşkları, yaşamları ve çarpıcı ölümleri..."

01 Eylül 2022 10:30

Uzun yıllardır Osmanlı toplumunda homoerotizm, livata ya da Queer üzerine yapılan araştırmaları okuduğumuzda şunu görürüz; heteronormativiteyi sadece iktisadi ya da idari değil, toplumsal bir düzenin inşası için de kapıları açtığımız Batıdan, Tanzimat’la birlikte aldığımız iddia edilir. Peki bu pratikte nasıl olmuştu? Herkesin malumu, Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat’ında kültür hayatındaki gelenekselleşmiş homoerotizmin nasıl da silikleşmeye başladığını “Zen-dostlar çoğalıp mahbûblar azaldı. Kavm-i Lût sanki yere batdı. İstanbul’da öteden beri delikanlılar için ma’rûf ve mu’tadd olan aşk u alâka, hâl-i tabi’isi üzre kızlara müntakil oldu. Küberâ içinde gulâm-pârelikle meşhûr Kâmil ve Âlî Paşalar ile anlara mensûbolanlar kalmadı” sözleriyle ifade eder. Bu sözlerin dışında kalanlar kimlerdi? Örnek olarak sizlere Tanzimat’la beraber geldiğini kabul ettiğimiz heteronormatif ilişkilerin pratikte dışına çıkmayı başarabilmiş ve geç 19. yüzyılda çağdaşı oldukları edebiyat yaşantısının iki queer şairi Çivizade Galip ve Mehmet Celal’in aşklarını, yaşamlarını ve çarpıcı ölümlerini anlatacağım.
 
 
Çivicizade Kayserili Galib:
“…Senin için güzel oğlanları seviyor diyorlar.” 
 
Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nin 11. cildinde o dramatik üslubuyla uzunca anlatır efsunkâr şair Galib’i. 1876’da Kayseri’de doğmuş; mahalle camiinde aldığı derslerden sonra 15-16 yaşlarında İstanbul Üsküdar’a geldi ve ansiklopedinin “Kalender” şairi Üsküdarlı Âşık Razi ile tanıştı. Bu tanışıklık ve himmet onun Üsküdar’da bir medreseye girmesine, bir de hayatını değiştirecek bir aşka tutulmasına neden oldu. Medresede tanıştığı, kendisinden üç yaş kadar büyük Halet, artık Galib’in mahbubu olmuştu. Bu aşkını nedense kimseye açamayacak kadar utangaç yapısı onun akıl sağlığını da sarmıştı. En sonunda hamisi Âşık Razi, Galib’i meşhur Toptaşı tımarhanesine yatırttı. İki sene sonra şifa bulan Galib memleketinin yolunu tutmuştu. Döndüğünde fakir ailesine destek olabilmek için ilk mekteplerde öğretmenliğe başladı. Ancak bu öğretmenlik işi onu göz önüne çıkarmış, Kayseri halkı başında sarık, üstünde cüppeyle ortalıkta “cemal seyri” eden bu adamcağızı dillere düşürmüş, hakkında türlü türlü dedikodular da çıkarmıştı.
 
21 yaşında hoca olduğu mektebin tatil öncesi yapılan töreninde attığı nutuk orada bulunan Saffet Paşa’nın ilgisini çekmiş ve onu kâtip olarak yanına almıştı. Sivas Valisi Reşid Akif Paşa’ya yazdığı kasideler beğenilince Sivas’a davet edildi. Şairimizi hayli beğenen vali onu Sivas Lisesi’ne müdür yapmak istedi. Bir mektup yazıp Galib’i İstanbul’a, Maarif Nezareti’ne yolladı. Ancak şairimizin diploması yoktu ve bu koşullarda müdür olamazdı. Nezaret yine de valinin talebini kıramadı ve onu müdür yardımcılığına atadı. Galib’in İstanbul’a bu fırsatla gelişi eski aşkını, Halet’ini hatırlatmıştı. Üsküdar’da onu aramış ve sorup soruşturmuştu. “Öldü” denince Galib’i hüzün havaları sarmış, bu halle Sivas’a dönmüştü. Sivas’ta ev-okul arası gidip geliyor, derin bir yalnızlık içinde günlerini geçiriyordu. Aşkı Halet’i yaşıyor farz ediyor, ona şiirler yazıyordu.
 
Zincirlerin koptuğu yere geldik şimdi. Bir perşembe akşamı vali paşanın konağında verilen davete Galib de katılmış, birkaç arkadaşıyla telgraf odasında oturuyordu. Kapı çalmış, içeri devlet ricalinden birkaç kişi daha gelmişti. Bunların içinden birinin oğlu Galib’in mektepte öğrencisiydi. Derslere bir süredir gelmediğini bildiği öğrencisine nerelerde olduğunu sordu. Öğrencisi hasta olduğunu söylemişti. Galib hafif de şakayla karışık “Hasta olsan burada işin ne? Yatakta olurdun. Yarından tezi gelmezsen çekerim kulaklarını” demişti. Çocuk, Galib’e “Sen kendi kulaklarını çek, sana gulampara diyorlar!” demişti.
 
O yitirdiği mahbubundan kalbi bir gül dalı kadar hassaslaşmış şairimizin beti benzi atmıştı. Bu rivayeti aktaran Samih Bey onu mektebe bırakıp gittikten sonra Galib yalnızlığıyla tek başınaydı. Dayanamamıştı, silahını çekti, kendini vurdu.
 
Galib’in hikâyesindeki mahbubu Halet, yalnızca İstanbul Ansiklopedisi’nde geçer ve kaynak kişisi de ansiklopedinin esrarlı kalender şairi Âşık Razi’dir. Galib hakkında yazılan başka biyografi yazılarını incelediğinde ölüm sebebi olan intiharın söylendiğini ama çocuğun ona karşı kullandığı gulampara (oğlancı) ifadesinin kullanılmaktan çekinildiğini fark edeceksiniz. Maalesef ki Galib hakkında bilgimiz bu kadar. Hiçbir eserini derleyip yayımlamamış şairimiz. Yalnızca Kayseri ve Sivas’ta mecmualar arasından okunabilir birkaç şiiri var.
 
Mehmet Celal:
“Güzel Bir Hasanım Var Benim!” 
 
Şimdiyse akıbeti çok daha farklı olan bir edibimize göz atalım. Asker ve soylu bir ailede dünyaya gelir Mehmet Celal. Babasının memuriyetinden imparatorluğun birçok yerini gezer erken gençliğinde. Bir gün Büyükada’da bir Rum kızı olan Anna’ya tutulur ve aşk öyküsü de, derbederliği de böylece başlar. Anna başka biriyle evlenir, Mehmet Celal de başkasıyla. Ancak bu evlilik uzun sürmez, bir başkasıyla evlenir ve onu 14 yaşındaki Fehime Hanım’la yaptığı evlilik izler. Fehime doğun yaptığı sırada ölünce Mehmet Celal başka evliliklerle şansını dener ve toplam beş kez evlenir.
 
Tüm bu evliliklere rağmen Anna’ya olan aşkını bir türlü unutamaz ve yaratılışında olan bohemliğiyle kendini içkiye teslim eder. Günlerden bir gün hayatını değiştirecek o uşakla, Hasan’la babasının konağında karşılaşır. Karşılıklı bir aşk onları kaçak bir maceraya sürükler. O günleri, birebir şahidi olan Ahmet Rasim’in hatıratından okumak tam da yerinde olacak;
 
… Dükkânında beni pürtelaş yakaladı. Henüz yeni evli olduğu halde Hasan ismindeki genç bir uşakla beraber kaçtığını söyledi. Bulmak için kendisine yardım etmekliğimi rica etti.
 
Bütün gün Galata’da dükkân dükkân, hane hane gezdim. Uykusuzluktan halsiz kalmış olduğum halde üç dört gün evvel bana şöhretli muharrir Şemsettin Sami Bey’e gideceğini söylediğini hatırlayınca ta Bostancı’ya kadar gittim. Sami Bey çalışıyordu. Celal’i aradığımı söyleyince gülümsedi:
 
İki gün evvel gelmişti. Yanında kaynı da vardı. Bir öğle üstüydü, ikindiye doğru gittiler.
Dedikten sonra:
 
Galiba babasıyle kavgalıymış. Eve gitmiyormuş. Biraz da para istedi, verdim. Sözünü ilave etti.
 
İstasyona döndüğümde Haydarpaşa’dan gelen trene bakıp dururken Hakkı Paşa’yı gördüm. O da beni görünce:
 
Gel!... gel!!...
 
Diye çağırdı. O trene bindim. Meğer Paşa merkeze bağlı yerlere telgrafnameler vermişmiş. Celal’i Karamürsel’de tevkif etmişler (tutuklamışlar), muhafaza altında bir sandala bindirmişler. Kartal’da teslim edeceklermiş.
 
Hakikaten Kartal’da karşılaştık. Akılsız denecek derecede sarhoştu. O halinde bile:
 
“İsmi manada güzel, kendi suretde güzel
İkisinden de güzel bir Hasanım var benim”
 
Deyip duruyordu. Acıdım idi. Bu hayalperest şair her şeyi kaybediyor, Hasan’ı bir türlü kaybedemiyordu. Babasına yan yan bakıyor, felaketlerin müsebbibi olduğunu söylüyor, bunlara müteakip Hasan’a dönerek:
 
Bu da püsküllü belası!
Diyordu.
 
Trende ayrı bir kompartımana bindik. Hasan da yanımızdaydı. Tren kalkar kalkmaz üç günlük mahsulü idrak etmeye başladık. Sağ cebinden bir yığın çıkartmıştı. O okuyor, ben dinliyordum, Hasan gülüyordu. Arada parmağıyla işaret ediyor, Hasan cebinden çıkardığı kadehini kendisinden şişe ile rakı veriyor; o da cebinden mezeleniyor, güya hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, bana:
Trenden iner inmez Paşa’nın fesini kapıp kaçayım mı?
Diyordu. Kapar mıydı, kapardı!..
 
Mehmet Celal’in akıbeti maalesef bu olaydan bir süre sonra fazla alkolden karaciğerini hepten saran hastalığa yenik düşmek olmuştu.
 
 
Ahmet Rasim
 
Ahmet Rasim’in anlatış üslubundaki o rahatlık ve bu tür bir ilişkinin o devrin yaşantısından hiç de kopuk, ya da “queer” olmadığını bugün bizlere hissettiriyor. Ancak bunda Mehmet Celal’in ait olduğu toplumsal sınıf ya da Ahmet Rasim ile olan samimiyeti ne kadar etkili olmuştu? Bu soruyu cevaplaması güç ama Ahmet Rasim’in kişiliği, özellikle bestelediği eserleri incelendiğinde kendisinin de imparatorluk geleneklerine sadık bir edip olduğunu söylemek mümkün olabilir.
 
Tren kompartımanındaki sahneyse sanki bir işret meclisi gibi. Hasan bir saki gibi mey sunuyor, Mehmet Celal nedim olarak şiir okuyor ve Ahmet Rasim de bu şiirlerden ve temaşadan nasipleniyor.
 
Osmanlıların kökü pre-İslamik döneme uzanan 16. yüzyıldan itibaren İstanbul çevresinde vernaküleryapabildikleri bir eğlence geleneği nasıl da 30-40 yılda silinebilirdi ki? Her şeyden önce, Ahmet Rasim’in Mehmet Celal’i anlatırken onun Arapça ve Farsça bilgisini, eski şiire ve vezne hâkimiyetini uzunca övdüğü bir pasaj vardır. Aynı özellik ilk anlattığım şairimiz Galib’de de belirgindir. Denebilir ki, heteronormatif yapıların dışında kalmış bu iki şairimiz bunu kadim edebiyat geleneğine bağlı kalarak başarabilmiştir. Çağdaşı oldukları dönemin şiirinin öznesi olarak artık gözlemlenen “kadın” yerine kadim usulü devam ettirmeyi tercih ettirmişlerdi.
 
Yazımı tamamlarken şuna dikkat çekmek isterim; bu iki şairimiz de kendilerini bugünün kavramları olaneşcinsel, biseksüel ya da farklı bir yönelimle tanımlamıyorlardı. Onlar için queer ifadesini kullanabilmeme bu saydığım sebepler imkân tanıyor, aksi takdirde ciddi bir anakronik hataya düşmüş olurum. Benim burada birbirinin çağdaşı olmuş iki şair üzerine yazdıklarım umarım ki daha farklı şairlerin de halkaya eklenmesiyle yeni çalışmalara ilham olur.
 
 
 
EK OKUMA LİSTESİ VE KAYNAKÇA:
 
Ahmet Rasim, Matbuat Hatıralarından Muharrir, Şair, Edip, Tercüman Gazetesi, 1979, s. 201-209.
Ezgi Sarıtaş, Cinsel Normalliğin Kuruluşu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Heteronormatiflik ve İstikrarsızlıkları, Metis Yayınları, 2021.
 
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, “GALİP EFENDİ”, 1. Cilt, s. 461-464.
İrvin Cemil Schick, Batının Cinsel Kıyısı Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekânsallık, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
 
İrvin Cemil Schick, Orta Doğu’nun Geçmişi ve LGBTİ: Günümüz Cinsellik Tasniflerinin Tarihselliği Üzerine, Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) Akademik Çalışma Grubu Bahar Seminerleri, 2014.
 
Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, “GALİP EFENDİ (Kayserili, Çivicizade”, 11 cilt, s. 5069-5071.
 
Rüstem Ertuğ Altınay, The Queer Archivist as Political Dissident Rereading the Ottoman Empire in the Works of Res¸ad Ekrem Koçu, Radical History Review.
 
Yasin Özdemir, Osmanlı’da Pederasti (1451-1839) , Libra Kitap, 2019.
 
Cem Behar, Orada Bir Musıki Var Uzakta... / XVI. Yüzyıl İstanbulu’nda Osmanlı/Türk Musıki Geleneğinin Oluşumu, Yapı Kredi Yayınları, 2020.
 
Halit Erdem Oksaçan, Sultanlar Devrinde Oğlanlar, Agora Kitaplığı, 2014.
 
 
GİRİŞ RESMİ:
Kayserili Galib'in de 'şifa bulduğu' Toptaşı Tımarhanesinde müzikle tedavi seansı,  1900'lerin başı.