"Müstehzi başlığına kanıp bu eseri çam ve deniz kokulu bir ‘bilgelik edebiyatı’ örneği, imrendirici bir hatırat niyetine okuyanlar olacaktır. Oysa Çapan her birimizi ekolojik ve zihinsel coğrafyamızın ne büyük bir hız ve şiddetle bir başka coğrafya’ya dönüştüğünü, dönüştürüldüğünü sorgulamaya çağırıyor."
26 Mart 2020 01:54
Şaşırtıcı, ürkütücü bir kitap Bir Başka Coğrafyadan, özellikle de Cevat Çapan’ın şiirini seven, yakından takip eden okuyucu için. Zira kitabı oluşturan yirmi beş şiirin hemen her birinde şair kendi şiirinin temalarını sorunsallaştırıyor: ‘‘anı(msama),’’ ‘‘göç,’’ ‘‘doğa,’’ ‘‘sevgi’’ gibi temel Çapan izleklerinin bugünün, 2020’nin ışığında bir revizyonuna tanık oluyoruz. Tabir caizse Çapan, Çapan’ın yapısökümüyle meşgul.
Türkiye edebiyatının ihtiyar kurdu olduğunun da, şiirine dönük beklentilerin de farkında Çapan, Bir Başka Coğrafyadan’ı ilkin gayet lirik ve pastoral görünen bir geçmiş zaman şiiriyle açıyor: ‘‘Babasının izin gününde buluşuyor celladın kızıyla o yeniyetme./Koşarak kırlara dalıyorlar gelincikler içinden,/oradan ormanın karanlığına yeşil gölgelerin serinliğinde.’’
Fakat bu idilin inşasıyla hasar alması bir oluyor: ‘‘Uzaktan bir derenin şırıltısı duyuluyor/ve düzenli aralıklarla yankılanan balta sesleri./Bu sesler babamı uyandırır mı diye kaygılı celladın kızı,/ağaçları devirenler dereleri de kurutur mu diye korku içinde o esrik yeniyetme.’’
Uzaktan, fakat ‘‘düzenli aralıklara’’ (yani aralıksızca) varlığını anımsatan ekolojik yıkımın, patriarkanın lekelemediği bir doğal veya duygusal idil yok artık. Kaçış hâlâ mümkün, kurtuluş ise kaygıdan azadelik ya da sağırlıkla mümkün ancak, yani mümkün değil. Çapan idilik ve distopik arasındaki bu kaçınılmaz yakınlığı, bıçak sırtını kitabın ilerleyen şiirlerde de vurgulamaya devam ediyor. Ülkü Tamer’i andığı, giyindiği ‘‘Ülkü’nün Sesiyle’’de şu dizelerle karşılaşıyoruz: ‘Birden giyotin gelmişse aklına,/hemen uzakta, karda kayan çocuklara getirirdi sözü.’’
Fakat biz tam ‘‘Hah, tamam, şair, eski dostu Tamer’in şahsında bize giyotinlerden bir kaçış, karda kayan çocuklar arasında bir güvenlik imkânı sunuyor’’ diye düşünüp rahatlayacakken, şair imgeyi tamamlıyor: ‘‘kızakların tahtadan yapıldığını hiç unutmadan.’’
Çapan özellikle doğasal ve iklimsel tahribata dair kaygılarını kitap boyunca sezdiriyor, bu izleğin üretiminde de sıklıkla ‘çöl’, ‘çölleşme’ ve ‘kuraklık’ imgelerine başvuruyor. Şaşırtıcı olansa bu (kendi başına çok da alışılagelmedik sayılamayacak) imgelerin bir başka alışılageldik Çapan izleğine ilintilenmesi, bu izleğin yolunu, anlamını yeni baştan saptaması: Göç. Cevat Çapan’ın bugüne değin verdiği eserlerde büyük ölçüde Girit mübadilliğiyle ve kozmopolit seyrüseferle özdeşleşen ‘‘göç’’ izleği, bu iki odak noktasından kopmadan, Çapan’ın bu iki odak noktasına eklemlediği üçüncü bir odak noktası ediniyor – kurak topraklardan, kuraklaşmadan, ateşten kaçış, yani hem bugünün hem de geleceğin mülteciliği:
Bir akşam o yanık ağaçlar ormanında
dağ rüzgarları eserken,
doğdukları çölleşen topraklarını bırakıp
nasıl buraya geldiklerini anlattıydı yorgun babaları,
sallarla nasıl geçtiklerini karşıdan
yüzme bilmeyen çocuklarıyla.
Çapan’la kendi göçmen babasından veya Girit’ten Ege kıyılarına göçen ahaliden bahsettiği şiirlerinde tanışmış okuyucu için, şairin şahsi deneyimi ile 21.yüzyıl mültecileri arasında, çift yönlü ve sınırları kasten belirsizleştirilmiş çağrışımlar yoluyla kurduğu bu ilişkisellik gayet çarpıcı bir nitelik taşıyacaktır. Seferis’in İmerologio’larını da kendi evrenine dahil eden ‘‘Bir Seyir Defterinden,’’ göçmenlik deneyiminin sadece göçmen için değil göçe tanık olanlar için de gerçekliğin dokusunu yırttığı (‘‘sesler de görüntüler gibi birbirine karışıyordu/geceyi aldatırcasına aydınlatan ışıkların altında’’) ‘‘Sınır Tanımayan Düşler’’ gibi şiirler Çapan’ın dünün, bugünün ve geleceğin göçleri arasında kurduğu tarihsel bağı ve akışkanlığı iyice güçlendiriyor.
Sözü geçmiş ile bugünün arasındaki silikleşen sınırlara getirmişken, Cevat Çapan şiirinin temel izleklerinden ‘‘anı’’ kavramı ve ‘‘anımsama’’ eyleminin Bir Başka Coğrafyadan’ın da merkezinde olduğunu belirtmek gerek. Şairin bir önceki kitabı Son Duraktan Bir Önce’nin son dizelerinde anlatıcının “kendimle sonu gelmez bir nehir söyleşi yapıyorum şimdi/okuduğum bütün o akil insanlar, kanaat önderleri,/onların o alçakgönüllü övünmelerinden esinlenerek,’’ diyerek okuyucuya veda etmeye yeltendiğini, sonraysa sıkılıp huzuru nerede aradığını hatırlayalım:
Az sonra anlıyorum bu işin bana göre olmadığını,
Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil çünkü,
Bir sahafa uğrayıp sessizce Melling’in gravürlerinde
önce Boğazın yalılarını seyrediyorum hayranlıkla
oradan geçmişin İçerenköyü’ne yöneliyorum
kulağımda o eski baharların bülbül sesleri.
Bir Başka Coğrafyadan’da ise anılar heybede durduğu gibi durmuyor, Çapan hatırlama eyleminin yetersiz, kesintili, hatta zaman zaman tehditkâr doğasıyla ilgileniyor. Bir Başka Coğrafyadan’da ‘‘eski baharlar’’ın anımsanmasındaki farklılıkları, Ege üzerinden yapılan göç anılarının nasıl bugünün dünyasına, mültecilerine sarktığından zaten bahsettik. Dikkat çeken bir başka nokta da şu: “Geride kalan günleri anlatırken dilleri dolaşsa da,” kitaptaki şiirlerin anlatıcıları kitap boyunca zannediyorum bir Cevat Çapan kitabında gördüğümüz en sıkı anı ve coğrafi/sanatsal referans ağını dokuyorlar: Osmanlı astronomu Fatin Hoca’dan Pele’ye, Nazım Hikmet’ten Stephen Dedalus’un hayaletine, Orhan Burian’dan Samuel Beckett’a, “Zaragoza’dan Taragoza’ya,” Ege adalarına, gençlik aşklarına, İkinci Yenicilerle rakı masalarına, Çapan’ın İbrahim Ferrer’le ya da dedesiyle sohbetlerine, dedesinin Girit’ten getirdiği, ‘soluk sayfalarında kuşlardan/ve uçan balıklardan söz eden’’ Farsça bir kitaba veya çeşmibülbülün içine, eski Cihangir Sokaklarına, Çapan’ın gençliğinin Pisa’sına, Ferhad’ın İran’ına, sessiz sinemalara, Rumlardan kalma okullarda 23 Nisan törenlerine, Klasik Osmanlı Müziği ve güreş peşrevlerine, Çapan’ın 2. Dünya Savaşı ve askerlik günlerine savuruyor Bir Başka Coğrafyadan okuyucuyu.
Yoruldunuz mu? Bir Başka Coğrafyadan –bir yandan ‘‘nehir söyleşi’’yi sürdürür, Çapan’ın yaşam öyküsünün ne akıl almaz zenginlikte bir coğrafyalar ebrusu olduğunu bize anımsatırken– tam da anının, özellikle de zengin bir hatıratın esrikliğini, kural tanımazlığını, yoruculuğunu irdeliyor: “Gitmediğimiz Adalar Vardır’’ şiiri, örneğin, Brendan Behan ve Çapan arasında, tümüyle edebi ve sanatsal referanslardan örülü bir buluşmayı hiper-realist bir üslupla aktardıktan sonra, şöyle bitiyor: ‘‘Denize giden atlara binip Aran Adalarına gidiyoruz fırtına çıkmadan.’’ Bir şiirin tüm kültür ve anı yükü anlatıcısını mitolojik atlara, bir avuç insanın yaşadığı, tarihöncesi kalıntılarıyla meşhur Aran’a, yapılmış ve hatırlanmakta olana değil, ‘‘gitmediğimiz’’ adalara itiyor.
‘‘Kırlarda Gelincikler’’in anlatıcısını anımsama eylemini ‘‘şu simya dedikleri sanat’’la karşılaştırırken, ‘‘Eski Defterleri Anlatırken’’in şiir kişisini bugünün ve geçmişin kırlangıçlarını ayırt etmekte güçlük çekerken görüyoruz. “Dalgaların Sesiyle’’nin anlatıcısı, anılarını yazması istendiğinde, önce yıldızları, su sesini, çarpım tablosunu düşünebiliyor, sonra:
Birden, sayıklar gibi,
Oyunun sonunu beklerken, Beckett’le,
Kemikten Ev diye bir oyun seyretmiştik,
diyorum kendi kendime,
Paris’te, Noctambules’de.
Beckett, Kemikten Ev, sayıklama, ‘‘Noctambules.’’ ‘‘Oyunun sonunu beklerken’’ seyredilen bir oyun. Bir hatıratın derinliklerinden bu anının istemsiz su yüzüne çıkışı. Bir Başka Coğrafyadan’ın ürkütücü bir kitap olduğundan bahsetmiştim, değil mi?
Yine ‘‘Dalgaların Sesiyle’’nin anlatıcısı, Çapan’ın şiirinde alışkın olmadığımız bir itirafçılık eğilimi gösteriyor: ‘‘Bir kazıbilimci gibi boyuna eşiyorum şimdi/yılların biriktirdiği solup silinmiş anıları.’’ Fakat bu boyun eğme, anıların solgunluğunu, yetersizliğini kabullenme halini alelade bir ihtiyarlık karamsarlığından, umutsuzluktan ayırmakta fayda var:
Sonra özenle yapıştırıyorum
Kırık çanak çömlek parçaları gibi
Dans eden figürler yaratmak için canlanan gölgelerinden.
Yani kırık dökük, solgun, zaman zaman klostrofobik anılar, talep ettikleri özenle bir araya getirilirlerse eğer, hatırlayan kişiyi yeniden sanata, edebiyata, Keats’in meşhur Yunan Vazosu’na, o vazonun üzerine resmedilmiş, yaşam ve sonsuzluk sembolü figürlere itiyor. Coğrafya ve edebiyat anılarından örülü –ya da ‘‘yapıştırılmış’’ diyelim– Bir Başka Coğrafyadan’ın yapmaya çalıştığı da tam olarak bu: Anıları, parçalanmışlıklarını reddetmeden, anımsama yoluyla yeniden bütün bir vazo meydana getirmeyi ummadan keşfetmek, birleştirmek, dans ettirmek; sonunda yine edebiyata ve doğaya varmak. ‘‘Bir anılar denizinde adalardan adalara/sonu gelmeyen yolculuklara çıkınca/böyle sorular soruyorduk kendimize’’ diyor Çapan, okuyucuya da şunu sorgulamak kalıyor: Anılar bir denizse eğer, anıların içinden yükselen fakat onlardan ayrı, anılar denizi fırtınalandığında insana güvenli koylar, limanlar sunan bir ‘‘ada’’ nedir, ne olabilir?
Bu bağlamda Bir Başka Coğrafyadan’ın özne ve öznesellik fikirlerine yaklaşımı da üzerinde durmaya değer. Kitabın daha ikinci şiirinde, yaşlı bir adamla, o adamın bilgece sözleriyle karşılaşıyoruz, fakat Bir Başka Coğrafyadan’ın anlatıcısı bu karakterle, çağrıştırdığı Cevat Çapan figürüyle özdeşleşmeyi kabul etmiyor: ‘‘Kara boşluğa baktım bütün gece/donuk yıldızları düşündüm/O yaşlı adamın defterime yazdığım sözlerini’’.
Çapan söz konusu (ve kendisinin yaşlı bir adam olarak değil, yaşlı bir adamdan duyarak kopyaladığı) ‘‘defter’’in elimizdeki şiir kitabı olduğunu çağrıştırırken bile, kendi otoritesini hafife alıyor, okuyucuyu kitabın dışına, doğaya çağırıyor: ‘‘Sabaha doğru,/kavak mı, söğüt müydü aklımda kalan’’?
Aynı bağlamda, şair Bir Başka Coğrafyadan’ı meydana getiren şiirler boyunca sıklıkla anlatıcı değişikliklerine gidiyor, Türkçenin en az değerlendirilmiş imkânlarından biri olan ikinci ve üçüncü tekil şahıs arasındaki belirsizlikten faydalanıyor, kimlikleri, birbirinden ayrımları kasten belirsizleştirilmiş şiir kişilerine (bazen bir çiçek dürbünüyle) birbirlerini ve doğayı seyrettiriyor. Çapan böylece bedene zincirli, ancak şimdiki zamanda yol alabilen, tekil, sınırları belirli bir öznesellik algısını şiirden şiire, aşama aşama reddediyor. Fakat kurgulanan sınırsız bir özgürlük, hudutsuzluk, ‘‘kendi’’ kavramının reddi hiç değil: ‘‘Kimimiz yeni düşler kuruyor, yeni diller öğreniyordu / Eski alışkanlıklarıyla.’’
Çapan’ın ‘‘eski alışkanlıkları’’nı seven okuyucu da zevk alacaktır kitaptan, fakat Bir Başka Coğrafyadan şairin yeni alışkanlıklarından şaşırtıcı örnekler sunuyor. ‘‘Uzakta, Ten Tenha’’ belki de Çapan’ın şimdiye dek yayımladığı en soyut, en ‘‘kapalı’’ şiir, ‘‘Ara Nağme’’ aynı anda hem Birinci Yeni’ye hem Mahur Beste’ye göz kırpıyor. ‘‘Kuş Diliyle’’ ise okuyucuya Türkçede yazılmış en hoş haikuların birkaçını sunuyor.
Hem geçmiş hem gelecekle derinden alakadar, zamansızı bugünümüzle harmanlayan, Çapan’ın kendi külliyatı içerisinde de, Türkiye edebiyatı için de yeni bir kitap Bir Başka Coğrafyadan. Müstehzi başlığına kanıp bu eseri çam ve deniz kokulu bir ‘bilgelik edebiyatı’ örneği, imrendirici bir hatırat niyetine okuyanlar olacaktır. Oysa Çapan her birimizi ekolojik ve zihinsel coğrafyamızın ne büyük bir hız ve şiddetle bir başka coğrafya’ya dönüştüğünü, dönüştürüldüğünü sorgulamaya çağırıyor. Zira ‘‘…yeşertmek için çoraklaşan toprağı/ve yok etmek için o kara karanlığı,’’ er ya da geç, başka yol yok: ‘‘kararlı kalabalığın içindeyiz yeniden.’’
•