Günümüz seyyahları ve seyahatnameleri

"Günümüz seyyahlarına ve seyahatnamelerine beraber bir göz atalım mı? Belki de bir süre boyunca türünün son örneği olacak kitaplarda seyahatin ve elbette yazının izini sürelim... Umarız pandemi günleri çabuk sona erer de günümüz seyyahları seyahatlerine, bizler de yeni güzel seyahatnamelere kavuşuruz."

Koronavirüs pandemisinin bizleri evimizde kalmaya zorladığı bu dönemde Osman Tümay’ın “Evimize Işınla Bizi Scotty” başlıklı harika yazısı seyahatleri, seyahatnameleri tatlı bir hüzünle ziyaret etmemize vesile oldu. Neyse ki Tümay yazısında konuyu Xavier de Maistre’in Odamda Seyahat ve Alain de Botton’un Seyahat Sanatı kitaplarına getiriyordu da olduğumuz yerde seyahat edebileceğimiz düşüncesi içimizi biraz olsun rahatlatıyordu.

Yine de yoksun kaldığımız ve belli ki daha epey süre yoksun kalacağımız seyahati inadına daha fazla düşünerek yaramızı deşmek isteği duyanlarımız için, buyurun Tümay’ın bıraktığı yerden devam edip günümüz seyyahlarına ve seyahatnamelerine beraber bir göz atalım. Belki de bir süre boyunca türünün son örneği olacak kitaplarda seyahatin ve elbette yazının izini sürelim.

Genç Bir Gezgin

Yağmur Arat 1992 doğumlu. Şubat 2020’de yayımlanan kitabı Bir Yol Bin İhtimal’de aktardığı iki buçuk yıllık dünya gezisine çıktığında 23 yaşındaymış. Arat seyahatlerini, seyahatlerinde edindiği deneyimleri ve bu deneyimlerin kendisine düşündürdüklerini ve hissettirdiklerini paylaşıyor. Kitabının genelinde de duygu ve düşünceleri, yolculuklarına ve gidip gezdiği yerlere dair aktardıklarının önüne geçiyor. Öyle ki kitabın yaklaşık yarısı iki buçuk yıllık dünya gezisine çıkana kadarki deneyimlerini ve mücadelesini, geri kalanının büyük kısmı da seyahatinin ilk aylarını kapsıyor; yaklaşık 29 ayın son 20 ayı kitabın son 20 sayfasına sığıyor. İlk bakışta bu iyi planlanamamış bir gezi kitabı gibi gelebilir ama aslında hiç de öyle değil. Arat gezi rehberlerinde ve internette zaten bulunabilecek bilgileri aktararak okuru uzak ülkeler hakkında oraya kadar gitmeden işe yaramayacak bilgilere boğmuyor. Başka bir şey yapıyor; okurla yolun, yolculuğun kendisi için ne anlama geldiğini, yol uğruna yaptığı fedakârlıkları, yaşadıklarının onda bıraktığı izi paylaşıyor. Arat’ın dilinde yolkavramının büyük önemi var: Yol başlı başına iradesi olan, yazarı yönlendiren ve etkileyen bir tür ilahi güç gibi sunuluyor. Arat başına ne geleceği konusunda takdir gücünü yola atfediyor. Yolu daha çok sevip onun gereğini yerine getirdikçe yol da genç gezgine cömert davranıyor.

Yaptığı muazzam dünya turu elbette ilk gezisi değil, gezmenin tadını aldıkça yol onu daha fazla çağırmaya başlamış. Arat’ın ilk seyahatlerinden edindiği duygusal deneyim, diğer seyahatlerine çıkmak için ona neden veriyor:

“Daha önce çıktığım o Avrupa yolculuğunda, çok kısa sürse de ilk defa Yağmur’la baş başa kalma fırsatı yakalamıştım. Sınırlarımı görmüş, korkmuş, korkularımı keşfetmiştim. Daha önce tecrübe etmediğim durumlarda, kahkahalarımın tınılarında hayat bulmuştum. Belki de gerçekten ilk defa “yaşadığımı” içtenlikle hissetmiştim. Yine aynı duyguları hissetmek, bu duygulara hayatımın sonuna kadar sahip çıkmak istiyordum. İşte bu yüzden tekrar yola çıkmalıydım.” (s. 26)

Arat için yola çıkmanın olağan yaşama karşı bir tavır, bir protesto, bir mücadele olduğunu anlıyoruz. Zira genç olmak Arat’ı deneyimsiz ve kırılgan yapan bir özellik değil, başka bir anlamı var genç olmanın. Kitabının temel eksenini, önceki kuşaklar karşısında kendi kuşağının düşüncelerini ortaya koyup savunması oluşturuyor. İlk uzun seyahatinden önce babasıyla, asıl seyahatinden önce annesiyle yaşadığı diyalogları özenle aktarıyor ve seyahat etme isteğiyle başlayıp sistem eleştirisine uzanan fikirlerini gençler adına ortaya koyuyor:

“Bunları binlerce defa söylemiştim aileme. Onların gençlik hayalleri çok farklı olduğu için beni anlamaları çok zordu. Onlara da hak veriyordum aslında. Onların döneminde hayalleri güzel bir işe girmekten ibaretti, geçim sıkıntısı vardı çünkü. Bizim dönem daha postmoderndi. Farklı duygular, farklı tutkular… Şimdiki gençler işte!” (s. 125)

Arat için yol belirsizliklerle, ihtimallerle ve sürprizlerle dolu. Bir sonraki hedefin neresi olduğuna hep son anda karar veriyor. Buna karşın yola çıkmak için terk ettiği “hayat yolu” hiçbir şeyi düşünüp karar verme imkânı bırakmayacak ölçüde her şeyin önceden belirlendiği düz bir çizgi. Arat seyahat etmek için işini ve konforlu yaşamını terk ederken ailesi doğal olarak onun geleceği için kaygılanıyor. Oysa Arat babasına da söylediği gibi o hayatın kendisine sunduğu “başarı” gibi kavramları değerli bulmuyor:

“Düşünsene baba, çok küçük yaşlarda yarışmak zorunda olduğumuz bir maratona giriyoruz ve tüm eğitim hayatımız boyunca buna odaklanıyoruz. Odaklandığımız şey aslında ne istediğimiz değil, sadece başarılı olmak. Evet, başarılı oluyoruz. İstediğimiz gibi mesleğimizi elimize alıyoruz, ama mutlu olamıyoruz işte.” (s. 33)

Arat, başarıyı reddettiği gibi modern yaşamın başarının ödülü olarak sunduğu konforu da reddediyor. Öte yandan yaşadığı zorluklardan gurur duyuyor ve zevk alıyor. Çok sınırlı bir bütçeyle yolculuk ettiği için ücretsiz konaklamasını sağlayan couchsurfing’i kullanıyor, hatta dünyanın bir ucunda parası bitiyor. Bankamatik kulübesinde uyumak zorunda kalıyor ya da couchsurfing’i anlamamış birisi tarafından gün boyu evin dışında bekletiliyor. Ya da örneğin:

“Seyahate başlayalı iki ay olmuştu ve iki ayda sadece bir kere sıcak suyla duş alabilmiştim. Soğuk suyun bedenimde yarattığı ürpertiyle bir anlığına sıcak suyu özlediğimi fark ettim. Eve yorgun geldiğimde sıcak bir duşun ardından kahve yapar, bir film açıp keyif yapardım. Bu halimden o halime bakınca durumum içler acısı görünebilirdi, ancak o konforun, gözleri kör eden bir tarafı vardı. Burada yaşadıklarımı ya da yaşayacaklarımı içermeyen, oldukça sıradan ve bayağı bir taraf.” (s. 94)

Yazar için yola çıkarken geride bırakılan, geride bırakılması gereken konfor arayışı aslında çok daha cazip ihtimallere karşı gözleri kör ediyor. İnsan sınırları (ülke sınırlarını, konfor sınırlarını, güvenlik kaygısı sınırlarını, hijyen kaygısı sınırlarını, toplumsal sınıflar arasındaki sınırları, kültürel sınırları) aştıkça şaşırtıcı ve güzel sürprizlerle karşılaşıyor. Yolu işte bu sürprizler güzel kılıyor:

“Bir yolda binlerce ihtimal vardı. Yolu güzel kılan da buydu. O ihtimallerin tahmin edilemez olması… Bu ihtimallerin içinde hangi hayata uzanacağını bilememen. Belki de yolun cazibesi buradan geliyordu.” (s. 83)

Bir anı olarak aktarılan ilk otostop deneyimi, bu güzel sürprizler içinde akılda kalabileceklerden bir tanesi. Tanımadığı, ilk defa yolda tanıştığı bir yabancıyla karşılıklı olarak kimseye itiraf edemedikleri duygu ve düşüncelerini paylaşıyorlar ve o yabancı yıllar sonra yazarın dilinde Japon Yaeko ve Kore’de karşılaştığı Betül gibi ismiyle, iyiliğiyle, kederiyle bir kişiliğe bürünerek yer alıyor.

“Garip bir şekilde aklıma Ahmet Abi geldi. İstanbul’dan İzmir’e kadar uzun bir yol paylaştığım Ahmet Abi. O yol Ahmet Abi’nin aşk acısını, benim de varoluşsal sorgulamalarımı paylaştığım bir yoldu. Üniversite yıllarımızı, anılarımızı hatta kimseye itiraf edemediğimiz şeyleri konuşabildiğimiz derin bir yolculuktu.” (s. 134)

Hep uzakları gezen Arat’ın kitabında eksik bıraktığı tek nokta, yakınlar. Belirsizliğin verdiği mutluluğun sadece çok uzaklarda bulunabildiğini düşünür gibi, yakınları uzakların karşıtı olarak konumlandırıyor. Örneğin çok özlediği Kadıköy, seyahatlerinin ardından ona eskisi kadar hoş görünmüyor. Oysa de Maistre veya de Botton’un kitaplarında savundukları gibi, keşfetme duygusu biraz da bakan gözün marifeti olmalı. İstanbul’u da keşfederek, hayran kalarak, yeni insanlar tanıyarak, her gördüğüne şaşıra şaşıra gezmek sevilecek şey değil midir? Hele evden çıkamadığımız bugünlerde?

Gereklilik Olarak Seyahat

Eda ve Şahin Kurt, 1953 doğumlu emekli bir çift. Eda Kurt öğretmen, Şahin Kurt ise hâkim. 2018’de arabayla çıktıkları, bir ay süren Balkanlar ve Orta Avrupa seyahatini 2019’da kitaplaştırmışlar. Gerek nesil farkından gerekse seyahate bakış açısından ötürü Eda ve Şahin Kurt’un kitabını ve seyahatini Yağmur Arat’ınkinin karşıtı bir örnek olarak ele almak mümkün görünüyor. İlkin, yazarları seyahat etmeye itenin ne olduğu sorusuyla başlayacak olursak, kitabın ilk satırlarında bunu şu sözlerle açıklıyorlar:

“İnsanların yaşantılarını sürdürdüğü yerlerin dışına çıkarak, imkânları nispetinde, uzak, yakın başka yerleri gezmeleri ve seyahat etmeleri, yeni insanlarla tanışmaları, değişik yaşam kültürlerini tanımaları, coğrafi, kültürel ve tarihsel değerleri görmeleri, öğrenmeleri gerekliliği hep dile getirilmektedir.” (s. 11)

Kurt çiftini hayli zor bir yolculuğa yönelten bu gerekliliği kimin dile getirdiğini, onların bunu nasıl ve ne zaman hissettiklerini kitapta öğrenemiyoruz. Çünkü seyahate dair duygularını okurla pek paylaşmıyorlar. Amaçları daha ziyade gezilerinin notunu tutmak ve aynı geziyi yapmayı düşünenlere yol göstermek. Zaten kitabın sonuç kısmında bu kitabı yazma nedenlerini yurt dışına gideceklere “yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi aktarmak suretiyle yardımcı olmak” (s. 212) diye açıklıyorlar. Gezdikleri bir şehir onlarda bir duygu uyandırdığında, örneğin huzur hissettiklerinde hemen kullandıkları dili değiştirip bulundukları yerin sunduğu imkanlar hakkında bilgi vermeye girişiyorlar:

“Özellikle Rus turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bu sakin şehirde, huzurlu bir ortam vardı. Taşıt trafiğinin de yok denecek kadar az olduğu, her yere yürüyerek ulaşılan kentin çevresinde de, denize girilecek birçok plaj bulunmaktadır.” (s. 165)

Kurt çiftinin anlatımı gezilen yerleri tanıtmaya yönelik. Gezdikleri bir şehirde bir kilise ya da müze hakkında bilgi aktardıklarında, bu bilgiyi gezi sırasında mı yoksa daha sonra bir araştırmayla mı edindikleri anlaşılmıyor. Böylece kitap, rehber kitapları özetleyen bir rehber kitaba dönüşüyor. Öte yandan gezdikleri bazı ülkelere ve şehirlere daha önce de gittiklerini belirtiyorlar ama bu konuda da bir açıklama yapmıyorlar.

Yine de seyyahların kişisel deneyimlerinin izini sürmeye çalışmakta fayda var. Yazarlar yabancı dil bilmedikleri için gittikleri yerlerde insanlarla kaynaşamıyorlar. Bununla birlikte yolda kendilerine yardım eden çok sayıda Türkle karşılaşıp konuşuyorlar ama her defasında bu kişilerin isimlerini hatırlamadıklarını özellikle not ediyorlar. Böylece Kurt çiftinin ülke sınırlarını aşmakla birlikte insanlar arasındaki toplumsal ve ekonomik sınırları aşmadan seyahat ettiklerini anlıyoruz. Dahası, yolculuk boyunca Türkiye özlemi ve milli duyguları da Kurt çiftine eşlik ediyor ve böylece bir anlamda ulusal sınırları da yanlarında taşıyorlar. Örneğin bir 19 Mayıs günü vatanlarından uzakta olmanın burukluğunu hissediyorlar:

“Sahilde otururken, vatan özlemi ve milli duygularımızın yoğunlaştığını fark ettik. ‘Allah’ım kimseyi vatansız, bayraksız bırakma!” diyerek, Riva’dan ayrıldık.” (s. 149)

Eda ve Şahin Kurt toplumsal ve ulusal sınırları geride bırakmadıkları gibi en ufak bir belirsizlik karşısında hissedebilecekleri kaygıları da geride bırakmadan yola çıkıyorlar. Arat’ın peşinde olduğu belirsizlik duygusuna Kurt çiftinin seyahatinde yer yok; aksine yola çıkmadan önce booking.com üzerinden kalacakları üç yıldızlı otelleri ayarlayıp gezilerini neredeyse adım adım planlıyorlar.

Kitabın sonundaki “Gezinin genel değerlendirmesi” bölümünün başlığı, nihayet yazarların böyle zorlu bir yolculuk karşısındaki duygularını öğreneceğimizi düşündürüyor. Ancak bu bölüm, yolculuk yaptıkları arabanın durumuyla (yakıt masrafı, araçtaki küçük hasarlar, park cezaları, vb.) ilgili saptamalarla başlıyor ve büyük ölçüde niceliksel verilerle devam ediyor:

“Sonuçta bizim açımızdan bu gezi, çok başarılı ve bizi mutlu edecek biçimde sonuçlandı. Lisanımız yeterli değildi. Çok az İngilizce ile 12 ülke ve 30’a yakın şehri, 26 günde gezmek, 7000 kilometre yolu aşmak ve en önemlisi; medeni cesaretimizi, başka ülkelerdeki insanları, yaşadıkları bölgeleri görme isteğimizi ortaya koymak, güzeldi.” (s. 210)

Özetle: Kurt çiftinin seyahati bir “gereklilik” olarak başlayıp, görev duygusuyla devam edip “başarılı” bir şekilde sonuçlanıyor.

Neşeli Bir Gezgin

Benian Çulhaoğlu’nun ilk gezi kitabı 2012’de yayımlanan Herkese ve Her Şeye Rağmen Tek Başına Dünya Gezisi. Bundan başka yine tek başına yaptığı seyahatlerle uzak ülkeleri keşfettiği gezilerini anlattığı Yalnız Gezgin’in Gezi Defteri ve Yalnız Seyahat Etmenin Dayanılmaz Hafifliği kitapları ve ayrıca İtalya ve Küba seyahatlerine dair de iki kitabı var. Kitapları 2012-2017 arasında yayımlanmış olsa da kitaplarına konu olan gezileri 1993’ten (bildiğimiz kadarıyla) 2017’ye uzanıyor. Çulhaoğlu’nu tanımak, onun seyahatle ve yazıyla ilişkisini anlamak için Herkese ve Her Şeye Rağmen Tek Başına Dünya Gezisi’ni okumakta fayda var.

İçeriğe değinmeden önce kapağın hem yazı hem de resim bakımından aşırı kalabalık ve klişelerle dolu olduğunu belirtmeli. Oysa 55 ülkeye seyahat eden Çulhaoğlu’nun renkli ve zengin anlatımı daha iyi bir sunumu hak ediyor. Diğer yandan kitap içindeki fotoğraf albümüne renkli ve kaliteli bir baskıyla yer verilmiş olması kitaba değer katıyor.

Çulhaoğlu anlatmaya kendisinden başlıyor; daha çocukken belki de dayısının uzak ülkelerden gönderdiği kartpostallar sayesinde gelişen gezme isteğini ve üniversiteyi bitirdikten sonra İngiltere’ye bir bakımevinde çalışmaya gidişini anlatıyor. Yine sınırlı bir bütçeyle yolculuk etmekle birlikte sırt çantalı gezginlerden değil; dünyanın her yerinde uygun fiyatlı ve temiz bir otel veya pansiyon bulabiliyor. Tek seferde aylarca süren seyahatler yapmıyor, her yıl üç dört ülkeye gidiyor, eve dönüp sonra yeniden yola çıkıyor. Çulhaoğlu kitabında anılarını, duygularını ve düşüncelerini eğlenceli ve okuru hemen kucaklayan bir dille aktarıyor. Ayrıca yolculuk etmek isteyenlere yol göstermek için bavulda bulunması gerekenlerden güvenlik önlemlerine, günlük iletişim tavsiyelerinden tam 32 ülkeye hangi aylarda seyahat edebileceğinizi gösteren bir tabloya kadar çeşitli bilgilere de yer veriyor. Öyle ki kitabın yaklaşık üçte biri bu türden, rehber kitaplarda böyle derli toplu bulamayacağınız faydalı tavsiyelerden oluşuyor. Çulhaoğlu hem kendisi için yazıyor hem de ayak izlerini takip ederek yola çıkacaklara rehberlik ediyor. Gezinin ve yazının yollarının kesişmesi gerektiğine inanıyor:

“Gezi notları ile gittiğiniz yerleri diğer insanlara da tanıtmış olursunuz. Bunu kendiniz için yaparsınız aslında. O anları paylaşmanız yeniden yaşamanızı sağlar. Oturup yazmalı bir şeyler. Kısa da olsa yazmalı, iletmeli, bir ses, bir iz…” (s. 43)

Çulhaoğlu yolculuk yapmayı, gezip keşfetmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsemiş. Kitaba başlarken kendisini seyahat etmeye çekenin ne olduğunu aşağıdaki satırlarla açıklıyor ve konfor aramamanız gerektiğini baştan belirtiyor:

“İnsanı oluşturan, karakterini yaratan, kendini ve sınırlarını tanımasını sağlayan yaşamdan biriktirdikleridir, yani anılarıdır. Özellikle de eğlenceli, sıradan olmayan, iz bırakan anılar.

Farklı anılar tıpkı misafirler gibi. Onları içeri davet etmek gerekir. Ve bunu yapmanın en iyi yolu seyahat etmektir. Yani her zamanki yaşantımızın çok dışına adım atmak…

(…) Düşünüyorum da neden çakılıp kalacaksın ki bulunduğun yere? İçinde o keşfetme arzusu varsa hiç durma, bekleme kimseyi! Gezmek ve keşfetmek sizin için bir düşse ve bunun bir kısmını bile gerçekleştirmek istiyorsanız, hemen kalkın ve silkinin!

Bunun için öncelikle cesur olmanız, konforu unutmanız gerekir. Sanıldığı gibi zengin olmanız değil, ama cesaretli, meraklı ve dirençli olmanız şart.” (s. 17-18)

Benian Çulhaoğlu için yolculuk etmek, keşfetmek doya doya yaşanması gereken yoğun bir duygu. Başka bir yerde de şunları söylüyor:

“Böyle yaşamak istediğimi anladım. Yollar beni derinden etkiliyor, geçmişime, geleceğime savuruyordu. Neydi onu bende bu kadar vaz geçilmez kılan şey? Bu soruya vereceğim cevap çok basit: Seviyorum!

Ben bir seyahat âşığıyım. Bir kente geldiğimde ne derece yorgun olursam olayım, ilk yaptığım, otelden fırlayıp şehrin kollarına atılmaktır. Caddelerinde yürümek, sokaklarına karışmak, yepyeni yüzler, yerler görmek… Bundan garip, hatta çılgınca zevk alıyorum.” (s. 235)

Çulhaoğlu’nun anlatımı edebiyat dünyasıyla yoğun bir alışveriş içinde. O da Osman Tümay’ın ele aldığı Xavier de Maistre’in Odamda Seyahat ve Alain de Botton’un Seyahat Sanatı kitaplarını anıyor ve de Botton’un “İnsan koltuğunda oturarak seyahat edebiliyorsa eğer, hareket etmenin ne anlamı var!” deyişini aktarıyor. (s. 67)

Belki bu yazarlardan da etkilenerek, çok uzaklara gitmeyi gerektirmeyen sıra dışı seyahatler de yapıyor. Sadece uzak ülkelere değil, kendi çocukluğuna da yolculuk ediyor: Otele dönüştürülen eski evinde bir gece geçiriyor. İlkokulu okuduğu Akyazı’ya gidip eski öğretmenini ziyaret ediyor. Çocukluğunun bir kısmının geçtiği Ankara’ya gidiyor, lunaparkta çocuklar gibi eğleniyor, dönme dolaba binip pamuk şeker yiyor! Bu gezileri öyle sıcak bir dille anlatıyor ki, insan onun anılarını kendi anısı gibi duyumsuyor. Bunlar ancak gerçek bir gezginin aklına gelebilecek türden yolculuklar. Çulhaoğlu bir anlamda zamanda yolculuk yapıyor. Bir gezgin olarak onu özel kılan, okuyana “ben de bunu yapmalıyım!” dedirten bir yolculuk türü keşfetmiş!

Öte yandan uzak ülkelerden aktardığı anıları da hayli komik ve eğlenceli. Örneğin Singapur’da yanlış yangın alarmı nedeniyle gece boyunca defalarca sokağa fırlamak zorunda kalmasını ya da Miami’nin Biscayne bölgesinde korku filmi atmosferinde bir gece geçirmesini son derece neşeli bir dille anlatıyor. Anlaşılan o ki gezerken karşısına çıkan zorluk ve aksaklıklardan, daha doğrusu bunları neşeli birer anıya dönüştürme gücünden zevk alıyor. Sonuçta insanı sinirlendirebilecek zorluklara gülüp geçiyor ve okurunu da güldürüyor. Ne de olsa keşfetmek ve eğlenmek için geziyor ve bu amaçtan sapmamak gerektiğini hatırlatıyor:

“Yola önyargısız çıkın. Seyahatiniz boyunca esnek olmaya çalışın, beklenmedik durumlarda hoşgörülü olun, eğlenceli yanlar bulmaya bakın. Türkiye’den ayrılıp başka bir ülkeye doğru yola çıktığınızda, eve dönünceye kadar Türkiye’deki yaşam tarzınızdan uzaklaştığınızı unutmayın.

Aslında seyahat bunun için yapılır. Sizi kuşatan yeni sesler, kültürler, insanlar ve görüntülerle kucaklaşın. Yiyecekleri deneyin, o ülkenin dilinde kelimeler öğrenmeye çalışın. Böylece evinize güzel anılarla döneceksiniz.” (s. 152)

Elbette günümüz seyyahlarının yazıları sadece kitaplarda yer almıyor, bloglar ve sosyal medya hesaplarıyla da okura ulaşabiliyorlar. Yine de özellikle yazarların kişisel deneyimlerini enine boyuna aktarıp seyahatlerini edebiyatla ya da sistem eleştirisiyle ilişkilendirebildikleri tek mecra kitap. Yani gezi yazıları konusunda sosyal medya gelişse de, kitap hâlâ kitap. Umarız pandemi günleri çabuk sona erer de günümüz seyyahları seyahatlerine, bizler de yeni güzel seyahatnamelere kavuşuruz.