Gündüz Vassaf: “Memet Fuat’ın Nâzım benden sorulur tavrı ahlaken üzücü”

Eski K24 editörü, yazar Sibel Oral, Mehmet Hikmet'in biyografisini kaleme aldı: "Ülkesine ve babası Nâzım Hikmet'e hasretle büyüyen bir çocuğun, ilk kez yayınlanan mektuplarla, kartpostallarla ve tanıklıklarla birlikte, 1950'lerden günümüze Türkiye'nin entelektüel panoramasını çizen kırık hikâyesi" Doğan Kitap'tan önümüzdeki hafta yayımlanıyor. Kitaptan yazar Gündüz Vassaf'la yapılmış söyleşiyi içeren bir bölümü Tadımlık olarak sunuyoruz.

29 Ağustos 2021 20:42

“Memet Fuat adını ilk ne zaman duydunuz?”

“Memet Fuat adını ilk defa Hürriyet gazetesinde gördüm. Belki 45 yıl önce. Bir sayfanın yarısını kaplayan bir haberdi, başlığında ‘Hık demiş babasının burnundan düşmüş’ diye yazıyordu. Altında da Memet Fuat. Voleybol Antrenörü. Şaşırdım. O zaman daha Mehmet’le (Hikmet) tanışmamıştım. Nedense orada bir gariplik olduğunu biliyordum. Mehmet öldükten sonra anladım ki çoğu kişi Memet Fuat’ı Nâzım’ın oğlu olarak biliyordu. Sonra da Amerikalı bir yayınevinin (Persea Books) Nâzım’ın kitaplarını orada yayımlama iznini Memet Fuat’tan aldığını öğrendim. Nâzım Hikmet’in ajansı araştırdı, e-postaları duruyor. Bu kitaplar için izni kimden aldınız, telifi kime ödendi diye sorduk, anlaşıldı ki yıllar önce Memet Fuat’la anlaşmışlar. Münevver Hanım ve oğlu Mehmet hayatta olduğu halde ve telif haklarından onlar sorumluyken böyle bir şey olmuş. Onlara sormadan danışmadan, Nâzım’ın mirasçısı, temsilcisi gibi yani aslında Mehmet Hikmet gibi anlaşmış. Nâzım Hikmet’in oğlu gibi kendini gösteren, öyle diyenlere de hayır ben oğlu değilim demeyen birisi var. Her ne kadar annesiyle evli de olsa, Nâzım Hikmet ona ‘oğlum’ dese de biyolojik oğluymuş gibi tanınmaya pek de karşı çıkmamış. Adı da Memet değil belki Mehmet ama Nâzım’ın şiirinde Memet olduğu için Memet oldu, bakmak lazım.”

“Tam adı Mehmet Fuat Engin Bengü...”

“İşte, şiirdeki Mehmet olabilmek için adını değiştirdi belki. Öteki taraftan da Nâzım’ın edebi mirasına titizlikle sahip çıktı.”

“Memet Fuat Nâzım’a sahip çıkarken gerçek oğlu Mehmet Hikmet neredeydi peki?”

“Fransa’ya geçmişti. Memet Fuat Türkiye’deki edebiyat çevrelerinde çok sevilen sayılan biriydi, onlar için Nâzım Hikmet’in oğlu Mehmet Hikmet gereksiz bir vızıltıydı. Nâzım Hikmet’in oğlu olmayı hak eden Memet Fuat’tı çünkü onun kitaplarını basıyordu, Hürriyet’e verdiği mülakattan sonra baba düşmanı olarak bildikleri için Mehmet Hikmet’i dışladılar. Sessiz yalanı bozan biriydi Mehmet Hikmet. İşte en son ölünce çıktı ortaya, ölene kadar kimse Mehmet’i kabul etmedi oğul olarak. Memet Fuat Adam Yayınları’na Nâzım Hikmet’in kitaplarını basarken o zaman ilk defa Mehmet’in babasının oğlu olduğu mahkeme kararıyla belirlendikten sonra düzensiz bir şekilde ama ilk defa para gitmeye başladı Münevver ve Mehmet’e. Münevver Hanım bazen para geliyor ama hangi kitap için, kaç basmış biz bilmiyoruz derdi. Öncesinde basılan kitaplar, sahneye uyarlanan metinler, şarkılar filan nasıl oldu kim izin verdi, hepsi kara bir delik... Nâzım Hikmet’in haklarının YKY’ye gitmesiyle Mehmet ve Münevver haklarını aldı. Burada mesele telif hakkı da değil. Yalnız Mehmet ve Münevver bu durumlara hiç karışmadılar. Bu durum YKY ile değişti çünkü YKY ciddi bir kurumdu, yasadışı bir iş yapmak istemezdi. Zaten aile de işte bu bizim hakkımızdır diye bir tartışmaya girmedi.”

“Neden girmediler, Türkiye’den uzak olmak istedikleri için mi?”

“Evet, o defter kapanmıştı. Baba vatandaşlıktan atılmıştı, eserleri çalıp çırpılıyor, yayınlanıyordu. Kiminle uğraşacaksın ki tek tek avukat tutup. O defteri kapamak, o huzuru yaşamak bir boşanma gibiydi.”

“Mehmet Hikmet’in hayatında Memet Fuat diye biri var mıydı?”

“Hayır. Hiç bahsedilmedi. Ayrıca bu mesele Türkiye’de edebiyatçıların da sorunudur. Nâzım Hikmet’in kişiliğiyle ilgileniliyor, ne yaptığıyla ilgileniliyor, aşklarıyla ilgileniliyor. Kimi eleştirerek kimi severek ilgileniyor. Fakat şiiriyle ilgilenen çok az, yani Nâzım Hikmet’i şiiriyle değerlendirmek, eleştirmek yok. Genellikle kitap üstüne kitap ancak yeni bir şey yok. Birinde bir dedikodu, öbüründe başka bir dedikodu var. İki ciddi kitap var yalnızca. Kaç tane doktora tezi olması lazım aslında Nâzım Hikmet’le ilgili ve basılmış olmalı. Üniversitelerde Türkçe Edebiyat bölümlerinde yok mesela. Anması da yapılıyor Nâzım’ın hayatı yazılarak ama şiiri üzerine edebi bir inceleme yok.”

“Memet Fuat kızgındı belki Münevver Hanım ve Mehmet Hikmet’e. Sonuçta Nâzım Hikmet Piraye ile evliyken Münevver Hanım’a âşık oluyor ve ondan olan çocuğuna Mehmet ismini veriyor.”

“Ben Mehmet Fuat olsam kızardım Nâzım Hikmet’e, bu nasıl baba derdim üvey de olsa. Annemi bırakıp başkasıyla oluyor ve çocuğuna da benim adımı veriyor. Bir yerde Mehmet benim ismimi çaldı gibi düşünmüş olabilir.”

“Ama Nâzım’ın göbek adı da Mehmet, dedesinin adı da Mehmet’ti.”

“Tabii bu tamamen tahmin ama Nâzım o ismi verirken Mehmet’i köylü Mehmet, asker Mehmet, Mehmetçik Mehmet olarak tahayyül ettiği için verdi bence.”

“Mehmet Fuat kendine Nâzım Hikmet’le ilgili bir dünya kurmuş. Kitaplarına, şiirlerine, sanatına sahip çıkmış. Anılarını yazmış. Annesine yazılan mektupları yayınlamış. Onunla yaşamış, yani epey sahiplenmiş ama hiçbir şekilde Münevver’i ve Mehmet’i aramamış olması tuhaf.”

“İşte huzur bozucu bir gürültü Mehmet’in varlığı, bilenler için. Edebiyat çevreleri için. İtalyanlar iyi bu konuda; mesela Mussolini’nin oğlu caz müzikle ilgileniyor. Babası olmadan, babasıyla anılmadan kendisi orada burada konser verebiliyor. Kendisi olabiliyor yani. Türkiye müsaade etmiyor pek öyle şeylere. Mesela Ela (Güntekin) babasının kızı diye kendisini hiç tanıtmadı, yoksa yüz defa tanıtırdı. Mülakatlar verirdi veya yazardı babam Reşat Nuri diye.”

“Siz Münevver Hanım’ı ve Mehmet’i yakından tanıyorsunuz. Memet Fuat onlarla ilişki kursaydı tepkileri ne olurdu?”

“Eminim ki Münevver Hanım teşekkür ederdi Nâzım’ın eserlerini derlediği topladığı için, hiç onlara danışmadan tek başına Nâzım Hikmet benden sorulur havası taşımasaydı. Başkalarının da bunu kabul etmesine göz yumarak yapıyordu. Burada etik bir sorun var tabii. Yoksa Münevver Hanım, tamam buradan telif de alınıyorsa al kardeşim yarısı da senin olsun, bu kadar emek veriyorsun, sen de düşman çocuğu değilsin derdi. Bundan eminim. Çünkü ortak bir konumları var, Münevver Hanım da Nâzım Hikmet’in edebi mirasına sahip çıktı eserlerinin çevirmenliğini yaparak. Nâzım Hikmet’le eş ilişkisi bittikten sonra edebiyatını korumak ve duyurmak için çabaladı. Memet Fuat da aynı şeyi yapıyordu, ortak noktaları vardı. İkisi de Türkçe edebiyatın bu simasını korumak ve duyulmasını sağlamak için çalıştı ve ikisi de bu işi iyi yaptı. Ama ilişkisi olmaması dediğin gibi tuhaf ve Memet Fuat’ın Nâzım benden sorulur tavrı ahlaken üzücü. Aziz Nesin de benzer bir şey yaptı, Nâzım Hikmet’in Türkiye’de nasıl algılanacağı benden geçsin istedi. O da kendisine göre bir Nâzım Hikmet imajı verdi. Biraz da Nâzım Hikmet kadar meşhur olmak arzusuyla. Onun için önceki Nâzım Hikmet imajının yıkılması lazımdı. Gazetelere manşet olacağını bilerek “Nâzım Hikmet yıkanmaktan hoşlanmaz”, “Nâzım Hikmet yalan söyler” gibi cümleleri kullandı kitabında. Röportajlarda söyledi falan filan. Aziz Nesin edebiyatçı, Nâzım Hikmet’i de edebiyatıyla değerlendir öyleyse. Magazine malzeme yapma. Çankaya’da Zülfü Livaneli Kültür Merkezi’ndeki heykel örnek verilebilir. Zülfü Livaneli, Nâzım Hikmet’ten daha büyük, elini omzuna atmış Nâzım’ın. Sanki Nâzım küçük kardeşi Livaneli’nin. Bilirsin Türkiye’de darbelere meşruiyet atfetmek için Atatürk’ün önünde fotoğraf verirler falan. Bunun gibi bir durum bu da. İyi sanat yapmaları yetmiyor sanki bir de Nâzım’la anılmaları gerek. O kadar şey var ki Nâzım Hikmet’in şiirlerinde eleştirilebilecek. Bu şiirler de kötüdür diyebilecek de kimse çıkmadı. Nâzım’ın edebiyatı hâlâ bir puttur.”

“Münevver Andaç, Varşova’da Nâzım’a ‘Şiirin düşmüş, propaganda şiirleri yazıyorsun’ demiş, bunu başka kimse yaptı mı bilmiyorum...”

“Evet, Münevver Hanım’ın yaptığını, hiçbir eleştirmen yapamadı. Çünkü eleştirirsen kötü biri olacaksın. Lenin’i eleştirirsen kötü komünist olacaksın gibi bir durum. Hatta çevrenden aforoz edileceksin. Eleştirenler yalnızca şu noktadan bakıyor. Kürtler hakkında bir şey dedi mi? Ermeniler hakkında bir şey dedi mi demedi mi? Bu noktadan bakıyorlar. Ben Ermeni’ysem ve benden bahsetmediyse ya da Kürtlerden bahsetmediyse Nâzım Hikmet Türk milliyetçisi oluyor. Bu düşünce hâkim.”

✽ ✽ ✽

Mehmet,

Ne çok sorunla karşılaştım seni yazma yolculuğumda. Hem senin hayatında hem senin hayatından geçmiş insanların hayatında... Yazsam mı yazmasam mı?

Memet Fuat da bunlardan biriydi. Önceleri yazmama kararıma uydum, sonuçta araştırmacı gazetecilik kitabı değildi bu ama öyle şeyler dinledim ki sonunda yenildim. Bir hayatı yazmak için onu anlamak gerekiyordu. Anlamak için de o hayata değen kişileri ya da değen ama değmemiş gibi yaşayan kişileri, artık yaşamayan kişileri de dikkate almam gerekiyordu. Edebiyat tarihi üzerinde çalışan Memet Fuat’ı da tanıyan bir dostumla bu konuyla ilgili yazışırken bana “İlk yazılarında, çıkardığı dergide (Kitaplar) Memet Fuat adını kullanıyor. Spor’da Mehmet Bengü adını kullanmasının nedeni bildiğim kadarıyla, yazarlık adını ayırmak ama işte Nâzım’ın üvey oğlu olduğunun ortaya çıkmaması” dedi. Sonra Nâzım Hikmet – Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri[1]  kitabında Memet Fuat, Mehmet’in (Hikmet) doğumunu yazarken şu ifadelere yer vermiş:

“26 Mart 1951 günü, Münevver Andaç, özel bir klinikte, mavi gözlü, sarı saçlı bir oğlan doğurdu. Mutluluktan göklere uçan Nâzım Hikmet, cezaevindeki kanaryasından sonra, gururla kucağına aldığı bebeğine de 4 yaşından 24 yaşına kadar, 20 yıl babalık ettiği üvey oğlunun adını verdi: Memo, Mehmet.”

Kızanlar olacaktır ama bunu çok düşündüm, şu cümleyi: “20 yıl babalık ettiği üvey oğlunun adını verdi: Memo, Mehmet.” Bu alıntıyı yolladığım başka bir yazar ve Nâzım’ı çok iyi bilen dostum ise şunları yazdı:

“Memet Fuat ile Nâzım’ın ‘dışardaki’ ilişkisi sadece 2 yıldır. 1936-38 yılları. Fuat 1926 doğumlu, yani 10-12 yaşları. Tamam Piraye ile 1935 senesi ocak ayında evlenirler ve öncesinde Erenköy’de kiralanan köşkte maaile yaşarlar ama, ev ahalisi zaten çok kalabalıktır ve zaten Nâzım mütemadiyen hapistedir. Yani sadece 1936 yılında Demirağ’ın neredeyse onlara tahsis ettiği Cihangir’deki evde ve devamında bir yıl oturdukları Nişantaşı’ndaki evdedir münasebetleri. Yine bu iki ayrı mekânda da Piraye’nin eşi dostu akrabası vardır, Nâzım bu eş dost kalabalığına para yetiştirmek için çok çalışır, evle pek alakası olmaz. (Bkz. Faik Bercavi’nin anıları) Yani burada da M. Fuat ile bir yakınlığı yoktur.

38 senesinde hapse girdikten sonra, M. Fuat’ın ‘üvey babasını’ ziyareti 3’ü 5’i geçmez. Hadi en fazla 5 diyelim. Zaten Piraye de en fazla 10-12 kez ziyaret etmiştir on yıl içinde kocasını. Senede bir kere falana denk düşüyor. Nâzım’la M. Fuat’ın ilişkisi sadece mektuplarla, o da Münevver’in kendisini terk ettiğini düşündüğü, 1949 yılında, Piraye’yi geri döndürmek çabası esnasında yazdığı mektuplarla sınırlıdır. Doğrusu o mektupların el yazmalarını görmeden de inanmak yanlısı değilim.”

Babanın şiirlerindeki Memet. İsmini babasının “üvey oğlundan aldığı yazılan” Mehmet... Paylaşılamayan, senden alınan ismin Mehmet. Ne zormuş tüm bunlarla ismini taşıman. Bütün bunları yazmama gerek var mıydı? Peki ya yazmadıklarım?

(s. 251-256)


[1] Memet Fuat, Nâzım Hikmet – Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri, Adam Yayınları, 2000.