Gözlerinizi arındırın!

Kiyarüstemi'nin hem hayatta hem de sinemada asıl derdi, sıradan olanın içindeki güzelliği bulma çabasıdır, bu sebeple öğrencilerine verdiği temel nasihat “gözlerinizi arındırın”dır...

18 Ocak 2018 13:57

Eğer birileri, filmlerimi izlemeyi yirminci dakikasında bırakırsa bunu anlarım.

Eğer birileri, filmlerimin bitiminden sonra yirmi dakika daha durursa bunu da anlarım.”

Abbas Kiyarüstemi

 

“Size öğretecek hiçbir şeyim yok” diye başlayan bu kitap, geleneksel bir röportaj kitabı da değil, bir yönetmenlik kılavuzu da. İran sinemasının araştırması gibi bir iddiası da yok, Kiyarüstemi’nin filmleri üzerine bir çalışma ise, hiç değil. Mike Leigh’in önsözde belirttiği gibi “Bu metin, tekniklerin ve çalışma yöntemlerinin özü, genellikle esrarengiz olan deneyimin ruhunu yakalama çabasıdır.”

Ama ve sonrasında kitabı okuyup bitirdiğinizde, İran sineması ve şiirini, Kiyarüstemi’nin filmlerine ve hayata nasıl yaklaştığını, imzası olan bir yönetmenin senaryoya, kurguya, oyunculuğa, ödüllere nasıl da kişisel bir yaklaşım sergilediğini, tüm bunları nasıl bir incelikle ele aldığını ve nakış nakış işlediğini göreceksiniz. Tıpkı Kiyarüstemi’nin filmlerinde seyirci üzerinde yarattığı o belirsizmiş gibi olan, ancak etkisini sonra sonra hissettiğiniz, çünkü etkisi sonra sonra anlaşılacak filmlerin yönetmeni Abbas Kiyarüstemi’nin kendi filmlerine de ne kadar benzediğini göreceksiniz.

Abbas Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri, Paul Cronin, Çev.: Pelin Arda, Redingot YayıneviKiyarüstemi, on yıl boyunca Londra, Marakeş, Potenza, Oslo, New York, Syracuse gibi şehirlerde sinemaya ilgi duyan kimselerle atölyeler yapar. Bu kitap, o on yıl boyunca tutulan notların bir araya getirilmesi sonucu oluşmuş.

Aslında filmlerinde yaptığını bu atölyelerde de yapıyor Kiyarüstemi: Cevap vermekten ziyade sorular soruyor ve sorduruyor.

Harekete geçme konusunda acemiliği, ustalık olarak görüyor Kiyarüstemi, çünkü yük ne kadar ağır olursa atalet de o denli ağır olur görüşünde, bu sebeple, deneyimli olanlar yeni başlayanları örnek almalı diyor ilerleyen sayfalarda.

Kiyarüstemi sinemasının en önemli öğelerinden biri hiç kuşkusuz hikâyenin kendisidir. Bu vesileyle katılımcıların sinema hakkında ne bildiklerini ya da hayatlarında hiç film yapıp yapmadıklarını sormaz. Bir hikâye anlatmalarını ister. Hikâye anlatma becerileri, dramatik bir etki adına ne zaman durmaları gerektiği, yeni bir karakteri nasıl tanıtacakları, öykülerini ne zaman sonlandırmaları gerektiği bilgisi aynı zamanda onların nasıl bir yönetmen olacağının kıstası gibidir. Anlatıcıyla dinleyici arasındaki bu ilişkiyi anlamak adına Kiyarüstemi, Rûmî’nin bir şiirini alıntılar: “Bir kişinin hitabet gücü, hevesi ve gayretinin olup olmadığının hikâyenin dinleyicisi tarafından ortaya çıkarıldığı söylenmektedir” der. Hikâyenin kendisini ve anlatanını değil, dinleyenini ön plâna çıkaran bu yaklaşım oldukça ilginç ve şimdiye değin ıskalanan bir yaklaşım aynı zamanda. Çünkü biliyoruz ki, Abbas Kiyarüstemi'nin filmleri söz konusu olduğu zaman seyirci de sinemaya dâhildir. Dinleyici veya seyircinin tepkisi hikâyenin de gücünü ve etkisini gösterir. Ve elbette hikâyenin arka plânı da fazlasıyla önemli. Kiyarüstemi'nin anlatımıyla kitaptan bir alıntı meramımızı daha iyi anlatacaktır hiç kuşkusuz:

Balzac bir ressam tuvalinin önünde duruyor. Resmin arka plânında, esas odaktan çok uzakta, arazinin ortasında küçük bir ev var. Evin bacasından duman tütüyor. Hayat var bu evde. Balzac, ressama dönüyor. “Bu evde kaç kişi yaşıyor?” diye soruyor.

Bilmiyorum. Altı ya da yedi belki.”

Yani bir aile mi?”

Muhtemelen. Evet, aile.”

Kaç çocukları var?”

Düşünüyor ressam. “Üç,” diyor.

Kaç yaşındalar?”

Hım... Sekiz, on ve on iki olabilir.”

Ressam bir nevi hüsranla Mr. Balzac, bu yalnızca resmin arka plânında duran küçük bir ev. Orada kaç kişi yaşadığı önemli değil. Bu detayları bilmiyorum,” diyene kadar bu şekilde devam ediyor aralarındaki konuşma.

Böyle şeyleri önemsemediğini biliyorum,” diyor Balzac. “O evde kaç çocuk yaşadığını, ön bahçede kaç tane horoz olduğunu, annenin akşam için ne yemek pişirdiğini, babanın büyük kızının çeyizi için parasının olup olmadığını bilmediğin belli. Bunu biliyorum çünkü bacadan duman tütmesine rağmen buna inanmıyorum. Gözüme gerçekçi görünmüyor. Eğer bu soruların cevaplarını bilseydin çok daha iyi bir resim olurdu bu.”

Kirazın Tadı, Yön.: Abbas Kiyarüstemi, 1997Kiyarüstemi'nin hem hayatta hem de sinemada asıl derdi, sıradan olanın içindeki güzelliği bulma çabasıdır, bu sebeple öğrencilerine verdiği temel nasihat “gözlerinizi arındırın”dır! İyi bir filmin kıstası da “kafada tamamlanmasıdır” onun için, bu tamamlanma hâli bazen ve çoklukla filmin bitmesinden çok sonra gerçekleşir, “filmi izlerken uyuyakalabilir ancak haftalar sonra uyanabilirim” diyor. Aslında ve özetle bir şiire nasıl yaklaşıyorsa bir filme de benzer ölçütlerle yaklaşıyor Kiyarüstemi ve şöyle diyor: “İnsanların, filmlerimi izlerken uyuyakalmalarına aldırış etmem, yeter ki sonrasında o filmle ilgili hayal kursunlar.” Sinemanın tıpkı şiir gibi ritimlerle ilgili bir şey olduğunu savunur. Şiirle içli dışlı olma hâli sadece kendisine özgü bir durum da değildir üstelik, İran'da hayli uzun dizeleri ezberleyen okuma yazma bilmeyen kimselerden, şairlerin mezarlarının süslendiğinden, televizyon kanallarında ezbere okunan şiirlerden başka bir şeyin gösterilmediğinden övünçle söz eder Kiyarüstemi.

Sinema Dersleri aynı zamanda Kiyarüstemi'nin filmlerinin esin kaynağını da gösterir bize. Sözgelimi Kirazın Tadı'nın formu, mumun etrafında uçarken muma, alev kendisini yakana dek yaklaşan kelebekle ilgili bir Fars şiirinden alınmıştır. Filmde, Badii, kendisi için kazmış olduğu mezara düşene dek mezarın etrafında arabasıyla tur atar. Hikâye, aynı zamanda bir aslan tarafından kovalanan adamdan da ilham almıştır. Adam kendisini kurtarmak için uçurumdan atlamak zorunda kalır fakat dağın kenarında büyümüş olan bir bitkinin tepesine takılır. Kendisini bir anda, altında uzanan devasa yarıkla hemen üstünde kendisini sinsice izleyen o acımasız yaratık arasında bulur. Ardından, asılı kaldığı kökleri kemiren biri siyah diğeri beyaz iki fare görür. Bu ürkütücü vaziyetin ortasında, dağın yamacında yetişen çilekleri görür, o belirsiz durumda, tehlike ve muammalarla dolu bir hâlde elini uzatır, çileği koparır ve yer.

Özetle söylersek, Abbas Kiyarüstemi Sinema Dersleri'nde bize nasıl film yapmamızdan ziyade, nasıl yapmamamız gerektiğini özenle ve tane tane anlatır.