Goethe ve Cornell’i bir ormanda buluşturan; beklenti ve zaman

"Sanatçı, hayranı olduğu yazar Johann Wolfgang von Goethe ile adeta bir ruh eşliği kurar. Belki de bu, ikisinin de aynı acıyı çekmesiyle bağlantılıdır. 1774 yılında yayınlanan Genç Werther’in Acıları romanıyla Goethe hem kendi hem de yakın çevresindeki hüzünlü aşklara cümlelerle can verirken, Cornell 1966 yılında yaptığı Genç Werther’in Acıları kolajında aynı derin acıyı çektiğini anlatır."

14 Nisan 2022 16:53

“Kendisine açılan yüce bir ruh görmekten daha sıcak, gerçek bir sevinç yoktur dünyada.”

Johann Wolfgang von Goethe (Genç Werther’in Acıları)

Cam kapaklı gölge kutuların içerisine dünya sığar mı? Bir insan hayatında hiç gitmediği yerleri nasıl olur anlatabilir? Kişinin yeteneğini keşfetme sınırları belli midir, yoksa bu sonsuz bir dehliz midir? Joseph Cornell bu soruların hepsini sorar. Üstelik verdiği cevapları ya kutuların içine saklar ya kolajlarında birleştirerek sunar ya da bir film olarak çoktan çekmiştir. Cornell bir öncüdür. Sessiz, sakin hayatının aksine, fantastik rüyalarını nesnelerle buluşturarak renkli gölge kutulara sığdıran ve günümüz Pop Art, kolaj sanatının evriminde büyük rol oynayan usta isimlerden biridir.

Sanat eğitimi almamış olmasına rağmen kendini yetiştiren sanatçı, babasının ölümünün ardından annesine ve kardeşine bakmak için çeşitli yerlerde çalışır ve kendini onlara adar. Yaşadığı aile evinin kiler katında ise eserlerini yaratır. Cam kapaklı kutulara yerleştirdiği kırılgan dünyasında, nesneler dönüşerek onun hikâyesini anlatır. Her kutu bir kitap gibi ya bir öyküyü sırtlar, taşır ya da bir şiir gibi ulaşır izleyene. Cornell, 1930’lu yıllarda ilk kolajlarını, gölge kutularını tasarlar. East of Borneo isimli Hollywood filmini keserek kısa, deneysel ve avangard bir film olan Rose Hobart’ı yaratır. ‘40’lara gelindiğinde filmlerine yenilerini ekler ve kutular, ikinci el malzemelerin kusursuzca birleşerek sihirli ilişkileri yansıttığı, usta tasarımlara dönüşür. Eserlerindeki özgünlüğün yanı sıra nesnel çeşitlilik romantik, şiirsel, sürrealist tavrının renkleridir adeta.

Joseph Cornell, Sabun Köpüğü Seti (1936)

1936 yılında Sabun Köpüğü Seti ile Modern Sanat Müzesi’ndeki Fantastik Sanat, Dada ve Sürrealizm sergisine katılan sanatçı hayli ilgi çeker. Aynı serinin devamı niteliğinde birçok eser üretir. Gölge kutularında Cornell çocukluk yıllarının da anılarını sunar bize.

Cornell’in 20. yüzyılın en sıra dışı sanatçılarından biri olduğu kesin. Amerikalı sanatçı, hayatı boyunca yaşadığı yerin dışına seyahat etmeyi ya da Avrupa’yı görmeyi tercih etmez. Buna rağmen dünya hakkında çok derin bilgiye sahip olması kimileri için şaşırtıcıdır. Oysa eserleriyle izleyeni 19. yüzyılın Avrupa turuna çıkararak, hem zamanda hem de mekanda seyahat etmeyi başardığını her defasında kanıtlar.

Cornell’in şehir gezilerinin ya da günlük yürüyüşlerinin uğrak yerleri antikacılar, ikinci el eşya satan dükkânlar, hediye pazarlarıdır. Topladığı eski eşyalar kimi zaman bir kartpostal, bilet, harita, kimi zaman ise kâğıttan balerin ya da kuş olabilir. En nihayetinde hepsini bir sanat yapıtının imgesine dönüştürür. Joseph Cornell çevresinde bulduğu nesneleri özenle seçen ve biriktiren, çok iyi bir koleksiyonerdir aynı zamanda. Topladığı nesnelerle oluşturduğu bu cam kapaklı gölge kutular ise onun nadire kabineleridir.

Cornell, annesi ve kardeşinin ölümünden sonra da yaşam şeklini değiştirmez, New York’tan asla uzaklaşmaz. Eski nesnelerin yaşanmış hikâyelerinin arasında gezen bir gezgindir o. Üstelik sadece keşfetmeyen, tüm bu nesneleri yeni keşfedilecek anlamlara dönüştüren bir gezgin. Gazete kupürlerinden ya da pullardan oluşan bir manzarayı pinpon topundan ayla süslediği hayallerle dolu kutuları, makine parçaları, yıldız haritaları, çakıl taşları gibi farklı nesneleri kullanarak yarattığı kolajları ve filmleriyle bütün mesafeleri yok eder.

Hayatı boyunca New York’un dışına hiç çıkmasa da, ilham gücü, eserleri dünyayı gezer ve etkileri nesiller boyunca sanatçılar üzerinde iz bırakır. Andy Warhol, Jasper Johns, Robert Rauschenberg gibi ünlü sanatçıların yaratımlarındaki etkisi yadsınamaz. Bir de elbette 1962 yılında tanışıp tutkulu ve platonik bir aşk yaşadığı Yayoi Kusama için önemi büyüktür sanatçının.

Yayoi Kusama ve Joseph Cornell. New York, 1970.

Kusama’nın “romantik, tutkulu ve platonik” olarak tarif ettiği bu ilişki, iki sanatçı için de özel bir yere sahiptir. Genç Kusama’nın New York sanat hayatı boyunca birlikte vakit geçirdiği Cornell, Japon sanatçıya olan tutkusunu mektuplara, ona özel hazırladığı kolajlara ve gölge kutulara taşır. Kusama’nın Japonya’ya mecburi dönüşünden sonra da Cornell’in ölümüne kadar yakın fakat uzak ilişkileri devam eder. Cornell, derinlikle sevdiği Yayoi Kusama’dan asla vazgeçmez, fakat sınırlarının dışına çıkarak Japonya’ya da gitmez. Kutulara nesneleri yaşamışlıklarıyla yerleştiren sanatçı, onlar gibi kendini de yaşadığı yere duygularıyla kapatır.

Joseph Cornell’in 1967 yılında Yayoi Kusama için yaptığı kolaj.

Cornell’in son dönemi bu aşkın yaratım boyutundaki izlerini de taşır elbette. Bu izlerden biri de 1966 yılında yaptığı Genç Werther’in Acıları kolajında saklı olabilir mi? Sanatçı, hayranı olduğu yazar Johann Wolfgang von Goethe ile adeta bir ruh eşliği kurar. Belki de bu, ikisinin de aynı acıyı çekmesiyle bağlantılıdır. 1774 yılında yayınlanan Genç Werther’in Acıları romanıyla Goethe hem kendi hem de yakın çevresindeki hüzünlü aşklara cümlelerle can verirken, Cornell 1966 yılında yaptığı Genç Werther’in Acıları kolajında aynı derin acıyı çektiğini anlatır.

Cornell, iki sayfalık bir dergiyi arka planda kullanarak bizi bir ormana götürür. Sağ tarafa ise köpeğiyle birlikte genç bir çocuk yerleştirir. İzleyeni, ağaçların arasında yatan genç kızı yüksekten gözetleyen olarak belirler. Ergen kızın çantası, ayakkabısı ve eşyaları etrafa saçılmıştır. Sol tarafta, ağacın dibinde oturan ve onu bekleyen sadık köpeğinin ise arkası bize dönüktür. Oysa kız da, 18. yüzyıl kıyafetleriyle yaşadığı dönemi anlatan çocuk da bize bakıyordur. Farklı dönemlerde yaşayan bu iki figürle bize göz kontağı kurdurarak zamansal bağlantıyı kurar sanatçı.

Joseph Cornell, Genç Werther’in Acıları (1966)

Goethe’nin roman kahramanı genç Werther, âşık olduğu kadınla dans ederken giydiği mavi kıyafetleriyle intihar etmiştir. Cornell’in eserindeki çocuğun aynı renk kıyafetler giymesi onun Werther olduğunun bir işaretidir. Cornell, Goethe’nin platonik aşkının acılarını kelimelerden emanet alarak, nesnelerle birleştirerek yaratır kolajını. Romanla aynı ismi taşıyan bu eser, aynı hüznü de barındırır. Bizi bu ormana götüren ise Goethe’nin de, Cornell’in de her ağaç gibi beklediği bahardır. Ve bunu Goethe, Werther’in ağzından şöyle ifade eder:

“Yine kavuşacağız, diye seslendim, birbirimizi bulacağız, bütün kişiler içinde birbirimizi tanıyacağız.”

Cornell, Genç Werther’in Acıları isimli kolajında zaman vurgusunu doğanın, ağaçların mevsimsel döngüsü üzerinden anlatır. Goethe’nin romanında da aynı temsil vardır. Yazar, bahar ayında Werther’in neşesine ve içini saran yaşama sevincine ortak eder bizi:

“10 Mayıs

Bütün gönlümle tadını çıkardığım tatlı bahar sabahları gibi şahane bir şenlik bütün ruhumu sardı. Benimki gibi ruhlar için yaratılmış bu yörede yalnızım ve yaşamımdan sevinç duyuyorum. Öylesine mutluyum, dostum, böyle erinç içinde varlık duygusuna büsbütün dalmış olmaktan sanatım rahatsız. Şimdi resim yapamam, bir çizgi bile çizemem, ama hiçbir zaman şu anlarda olduğumdan daha büyük ressam olmadım.”

Sıcak yaz günlerinin başladığı 16 Haziran tarihinde ise Werther, Lotte’ye dans ederken âşık olur. Bir yaz gibi onu parlatan, sımsıcak sarıp sarmalayan duygunun içinde bulur kendini. Werther yüzünü güneşe dönen bir ağaç gibi umutlu ve heyecanlıdır. Ve artık sonsuz bir beklentinin kollarındadır.

Goethe sonbaharın hüznünü genç Werther’in sırtına acımasızca yükler. Âşık olduğu kadın başka bir adamla evlenirken, Werther bu mevsimlik rüzgârın karşısında savruluyordur. Bir ağacın yapraklarını dökmesi gibi bütün umutları etrafa saçılır ve sonbaharın tüm hüznünü acısıyla birleştirir.

“Niçin uyandırıyorsun beni, bahar havası? Ruhumu okşayıp konuşuyorsun: göğün damlalarıyla çiğ düşerim! Ama solma zamanım yakın, yapraklarını koparacak fırtına yakın!”

Genç Werther, Lotte’ye olan aşkını ebedileştirmek için tek yolun intihar etmek olduğuna inandığında soğuk kış gelmiştir. Aşkını sonsuzluğa iliklemesi ise Noel arifesinde gerçekleşir. Bu tarih, Cornell’in hayat döngüsünün en önemli tarihidir.

Kış Werther’in öldüğü, Cornell’in doğduğu ve aynı zamanda da öleceği mevsimdir. Bu tarihsel benzerlik, sanatçının yazarla kurduğu ruh birlikteliğine bir kanıt olmasın?

Joseph Cornell, etrafı saran ağaçlara Goethe’nin romanının en güçlü anlamlarını emanet eder; beklenti ve zaman…

Çünkü ağaçlar, yeryüzünde beklemeyi en iyi bilenlerdir.

Yaz güneşine cesurca bakmayı,

sonbaharın hüznünde bir ergen gibi durmayı,

kışın melankolisinde çırılçıplak kalmayı,

baharda çiçek açmayı umut edenlerdir.

Ağaçlar yeryüzünde zamanı en iyi tanıyanlardır.

Beklenti ve zaman: Goethe ve Cornell’i bir ormanda buluşturan da, karşılıksız aşkın tükenmek bilmeyen en zor yanı da beklenti ve zaman değil midir?

•