Gelin Tanış Olalım, dönemin ruhundaki bir arayışla, bir beklentiyle, bir özlemle örtüşüyor. Semih Çelenk ve Fırat Tanış, ders verme edasından tamamen uzak durarak, önemli bir geleneği bugünle buluşturmayı başarmışlar
01 Ekim 2018 13:45
Ne güzel bir türkülü, şiirli gösteri yazıp yönetmiş Semih Çelenk.
Nasıl büyüleyici, bulaşıcı bir coşkuyla, mizahla, canla ve kanla sahneliyor onu Fırat Tanış.
Bugüne kadar Türkiye’de, hatta dünyada diyeceğim, gördüğüm en yetenekli oyunculardan biri. Karizma onun göbek adı, özü cazibe, tepeden tırnağa.
Fırat Tanış hiç beklenmedik şekilde, İstanbullu Gelin dizisiyle girdi hayatıma. Dizi izlemez, hatta dizileri küçümser biriydim. Arkadaşlar önerdi, bir gün seyrettim. Bir daha da ayrılamadım. “Kara Prensim” der oldum bu olağanüstü oyuncuya.
Bir başka kahramanımla, eski dostum Tilbe Saran’la karşı karşıyaydı üstelik. Bu ikiliden kopmam mümkün değildi artık.
Tiyatrocu, şair Semih Çelenk de yeni girdi sayılır hayatıma, bir İzmir etkinliğinde, üç yıl önce. Bu geçen yaz Balıklıova’da kısacık buluştuğumuzda, Cehennem Deresi’ni gezdirdi bana, Bedreddin’in isyanıyla ilgili yazmak istediği operayı anlattı. Abdal geleneğini ne çok sevdiğinden bahsetti. Söz geldi dokundu Fırat Tanış’a, nasıl tanıştıklarına. 24 Eylül’deki oyuna davet etti beni.
Gösterinin sonunda, bir salon dolusu seyirci, hep bir ağızdan söyledik Pir Sultan Abdal’ın türküsünü. Dünya malını neyleyim sen olmayınca, dostum, dostum, dedik hep birlikte. Bir arınma arzusuyla gelmişiz meğer, Fırat Tanış bir şaman gibi, saf söze ve müziğe dönüşüp arındırdı bizi. Dünya malından, karmaşadan bezmişiz meğer, sevgi arıyormuşuz. Sevgiyi verdi bize.
Sahnede kendini hiç sakınmayan, ama disiplinden de asla ödün vermeyen, usta bir oyuncu Fırat Tanış. Coşkuyu bile ölçülü tattırıyor izleyiciye, tadında bırakıyor, sahnedeki duruşu kendi başına bir sanat olmuş.
Gösteriden mutluluk içinde çıkarken, yanımdaki arkadaşım, dizide şimdi onu “kötü adam” rolünde görmeye nasıl dayanacağız, dedi. O kadar da kötü değil onun dizideki karakteri Adem, diye konuştuk, yaralı birisi, insan ruhundaki karanlıkları, gölgeleri güzel yansıtıyor. Melankoli ve mizah yan yana. Ekrana nasıl da yakışıyor Fırat Tanış. Sahnede de işte aynı öyleydi, hatta daha büyüktü. Dışı neyse içi de oymuş meğer. O da bir modern “abdal” imiş.
Kameranın karşısında gözlerinden ışıkla gölgenin aynı anda nasıl incelikle geçebildiğine hayranım kaç zamandır, meğer sahnede aynı şeyi yapmak da mümkünmüş, öylece gerçekten tanış oldum Fırat Tanış’la.
Gelin Tanış Olalım adlı gösterinin nasıl doğduğundan söz etti Semih Çelenk, oyundan önce yemeğe buluştuğumuzda. Beşiktaş’la maçlarına hazırlanan Fenerbahçeli taraftarlar bağrışıyordu çevremizde, Kadıköy çarşısı bir karmaşaydı o akşam, Semih bize dinginliğin peşinde ama mücadeleden de kaçmayan Abdal geleneğinden söz ederken.
Anadolu tasavvufunda önemli bir mertebe bu abdallık. İslam öncesi şaman inancıyla İslam arasında bir sentez. Abdalları ermiş ve hakikate ulaşmış kişiler olarak biliyoruz. Müzik onların kendini ifade biçimi. Zayıfların ve ezilenlerin yanında, toplumdaki haksızlıkların hep karşısında, halk direnişinin diğer ismi onlar sanki. Ele avuca sığmaz, dünya malında, iktidarda gözü olmayan kişiler.
Bana, İngilizcenin Shakespeare’i varsa, Türkçenin de abdalları var dedirten, yaşamanın bütün hâllerini dramatize eden, insan olmanın her yüzünü şiirlerinde dehayla sahnelemiş, büyük sanatçılar bunlar.
Onların şiiriyle besleniyoruz hâlâ. Semih Çelenk’in şairliği de bu damardan besleniyor. Günün birinde Fırat Tanış’la tanışıyor, oyuncu türkülerle bir stand-up gösteriyi birleştirme arzusunu ona açıyor, Semih Çelenk de öyle olmaz, şöyle olsa ne dersin, diyerek ona tek kişilik bir oyun yazıyor, bir modern abdal karakteri yaratıyor, türküleri okuyabilsin, hikâyeleri birbirine bağlayabilsin diye. Ortaya harika bir iş birliği, muhteşem bir gösteri çıkmış böylece. 2016’da yazılan oyun, iki yıldır hâlâ her gittiği yerde kapalı gişe oynuyor.
“Tek Kişilik Türkülü Seyirlik”
“Bugünden bir abdal anlatır hikâyeyi… yanında, o’na sorular soran bir çocuk, bir çocuk da değil belki, asasına bağlı bir örtü, bir kukla olur. Hep yanında biri varmış gibi, hep bir gölgeye anlatıyormuş gibi anlatır.
Karanlıkta oyuncunun ve müzisyenlerin gölgeleri seçilir sadece, müzik başladığında. Türkü boyunca oyuncunun yüzü giderek aydınlanır… Derin ve uzun bir ışık hüzmesi içinde, ışığa şükreder gibi, ışıkla yunuluyormuş gibi, ışıkla bütünmüş gibi durur öyle…
Uzaklardan, giderek yükselen, artan bir koro… sadece ses arayışlarından oluşan, sözü olmayan sesler, bağırışlar…kuş ötüşleri, martı çığlıkları, rüzgâr, sallanan çıngıraklar… derin sessizliklere bağlanan cümbüşler…”
Böyle yazmış Semih Çelenk oyunun açılışı için yönetmenlik notlarını. Kalp atışları gibi bir perküsyon vuruşuyla başladığını hatırlıyorum. Arkadaki orkestra olağanüstü.
Cem Erdost İleri, Mehmet Taylan Ünal, Eren Erdoğan ve Sitar Sertaç Şanlı, tekrar tekrar dinlemeyi isteyeceğim usta müzisyenler.
Fırat Tanış’ın sesine zaten tutkundum diziden, ama sahnedeki ses sıcaklığı bambaşka. Türkü söylerken sesi çok güzel. Onun da bir müzisyen olduğunu, beste yaptığını yeni öğrendim. Hele Semih Çelenk’in yayına hazırlanmakta olan yeni şiir kitabı Rüzgâr Bilgisi için desenler çizdiğini daha çok yakında gördüm. Yetenekler dağıtılırken evren cömert davranmış Fırat Tanış’a. Sahnelediği metinle öyle ustaca bir ilişki kurmuş ki, doğallıkla eklemeler, atlamalar yapıyor, kendi sözcüklerini, beden dilini, işvesini, mizahını, ruhunu katıyor gösteriye, metni kendine mal etmiş, özdeşleşmiş âdeta.
Gösterinin açılış bölümü, Semih Çelenk’in bu yeni kitabından bir şiir, oyun için biraz değiştirilmiş, ama ben kitaptan alıntılayacağım, “Durmak” adlı nefis şiiri.
“duruyordum
deniz duruyordu
dağ duruyordu
kırlangıçlar da
bakıyorduk dünyaya
dünya kendine bakıyordu
gözlerimizle bizim
deniz kendine ve dağ
sonsuz aynasında hayatın…”
Semih Çelenk, kendi şiirleriyle büyük abdalların, Pir Sultan’ın, sonra Yunus Emre’nin, Nesimi’nin, Karacaoğlan’ın şiirlerini bir araya getirmiş, araya da anlatıyı ören bir metin kurgulamış. Meddah geleneğinden de çok güzelce yararlanmış. Fırat Tanış suretindeki modern abdal, bize abdal dedelerinden, dedesinin de büyük dedesinden, daha da eski zamanlardan bilgelik örnekleri sunuyor.
Bu metinlerdeki öfkeyle şefkati, isyanla kabullenmişliği, kederle sevinci, kırılganlıkla gücü şahane birleştirebilen, incelikli bir oyuncu. Türkü icrası çok içten ve güçlü.
Oyunda aktarılan şiirlerin bazı mısralarında, izleyiciden bana manalı gelen alkışlar kopuyordu.
“Her ne ararasan kendinde ara/ Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir” sözlerine gelen alkış gibi mesela. Yahut da Semih Çelenk’in bir derviş hikâyesine getirdiği yorum sırasında: “Karşısındakini hesaba katan, onu kabul eden, onu gören her zaman kazançlıdır. Veren el, alan elden her zaman üsttedir. Veren el asla aç, açıkta kalmaz” cümlelerine gelen müthiş alkış gibi.
O zaman anladım, hissettim, bu gösterinin, dönemin ruhundaki bir arayışla, bir beklentiyle, bir özlemle örtüştüğünü. Çok derin bir toplumsal dayanışma ve hak arayışı, kendiliğinden bir politik başkaldırı vardı sözlerin ve salonun titreşiminde. Öyle bir dönemde yaşıyoruz.
Yazar/yönetmen Çelenk ve oyuncu Tanış, ders verme edasından tamamen uzak durarak, önemli bir geleneği bugünle buluşturmayı başarmışlar.
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde 6 ve 11 Ekim gösterileri için bilet şimdiden tükenmiş. Belli ki, zamanın ruhu öyle, sanatçılar devam etmek istediği sürece, bu oyunun seyircisi tükenmez. Ekonomik krize rağmen tükenmez.
Sohbet ederken, izleyici eskiden beş oyuna gidiyorsa, şimdi iki oyuna gidecek, bu tiyatro sezonu daha başlarken sona erebilir diye gerçekçi bir gözlem yaptı Semih Çelenk. Umarım öyle olmaz. En azından, Gelin Tanış Olalım için böyle bir tehlike yok sanki.
Ama ben, “Kara Prensim”le tanış oldum, başka şeye aldırmıyorum şimdilik.
Fırat Tanış ismini duyduğum her filme, her gösteriye artık koşarak gideceğim kesin. Semih Çelenk’in yeni şiir kitabı Rüzgâr Bilgisi’ni de heyecanla bekliyorum.
Şu ülkede tiyatro hâlâ bu kadar büyük yeteneklerle ayakta durabildiği için mutluyum.