“Geçmiş yaşar, belki de gücümüz onu nasıl yorumladığımızda yatıyor.”

Hayatta Kalanlar’ın yazarı Alex Schulman 'travmaların travması'nı anlatıyor: “Geçmişimdeki travmayı iyileştirebilmek için onu görmezden gelmeyi bırakmam gerekti.”

03 Mart 2022 14:06

 

Çocukken bile çocukluğuma takıntılıydım. Büyüdükçe ilgim de arttı; anneme ne zaman yaşananlar hakkındaki düşüncelerimden ve neden böyle olduklarından bahsetsem, bana şöyle derdi: “Bu konulara fazla dalma. Geçmiş, geçmiştir.” Annem daima önüme bakmamı isterdi, çünkü gelecekte her şey mümkündü. Gelecek, gerçekleşmeyi bekleyen fırsatlarla dolu, telaşsız bir yağmurdu sanki. Onun zihnindeki resim netti: Önümüzde güzel ve hâlâ yazılmamış bir gelecek var; geride bıraktıklarımızsa bayat ve sıkıcı. Daha sonra annem öldü ve çocukluğumdaki düğümü çözmek için terapiye başladım. Annemin ne diyeceğini biliyordum: “Bu konulara fazla dalma.”

EMDR olarak bilinen ilginç bir terapi gördüm. Tedavinin temelinde kısmi hipnoz altındayken hafıza bankanızdaki travmaya (memory bank of trauma) erişmek yatıyor. Ana travmayı, “Travmaların Travmasını” (Trauma of Traumas) bulana kadar bütün travmalarınızı sıralıyorsunuz. Ardından travmaların yaşandığı o anda kalıyor ve size artık tesir etmeyinceye kadar o ânı terk etmiyorsunuz. İsveçli biriyle evlenip Stockholm’e yerleşen Amerikalı psikoterapistim James ile sayısız anının içinden geçtim. Hatırlayabildiğim kadarıyla bazı anıları yanımda taşıdım, diğerleriyse benim için yeniydi. Bu olayların başıma geldiğinden bile habersizdim. Bazısı uzun parçalar, bazısı ufak tefek kesitler, hayat boyunca yaşanan küçük travmalar…

Yedi yaşındayım; bir yaz gecesi çimenlerdeki bir kurbağaya basıyorum, hayvanın iç organları ayak parmaklarımın arasından sızıyor.

Üç yaşındayım. Sabah olmuş, annemle babam yataktalar, yeni uyanmışlar. Bizi öpmek için yanlarına çağırıyorlar. Emekleyerek yataklarına çıkıyorum, önce annemi, sonra babamı öpüyorum. Ardından ağzımı siliyorum. Babam kolumu sıkıca tutup, “Anneni ve babanı öpmenin iğrenç olduğunu mu düşünüyorsun?” diye soruyor.

Dokuz yaşındayım, büyükannemi ziyarete gitmiştim. Çocuklar konuşurken duymuş olmalı ki, Kızılderili yanığı denen şeyi merak ediyordu. Ona nasıl yapacağını açıkladım: Siz üst kolunuzdan tutarken biri de alt kolunuzdan tutuyor ve yanma hissi oluşana kadar ellerinizi ters yöne çevirmeniz gerekiyor. Bunun üzerine büyükannem ince ipek bluzunun kolunu sıvayıp bana uzatarak, “Göster bana” diyor. Dediğini yapıyorum. Büyükannemin egzaması var, etraf kan gölüne dönüyor. Büyükannem ve annem çığlık atıyor, herkes ilk yardım çantasını bulmak için çekmeceleri karıştırıyor. Mutfağın ortasında donup kalıyorum, büyükannemin kanı kollarımda.

Her hafta terapi seanslarına gidiyorum ve bir gün hep yanımda taşıdığım ama hiç fark etmediğim bir anıya denk geliyoruz. O anı aslında hep oradaydı ama onu kelimelere dökmeye cesaretim yoktu. İşte, Travmaların Travması’na ulaşmıştım.

İki kardeşimle arabanın arkasında oturuyoruz, annemle babam önde. Biricik eski arabamızdayız, mavi Volvo 240 Kombi. Arabaya her zamanki gibi sigara kokusu sinmiş, annemin kırmızı Marlboro’su ve babamın Bellman Siesta’sından dumanlar kıvrılarak yükseliyor. Bir keresinde annemin sigarası tavanda küçük bir delik açmıştı. Babam deliği henüz keşfetmemişti, annemle bunu ona söylememe konusunda anlaşmıştık. Ancak delik büyük bir kavganın habercisiydi. Arabada kardeşlerimle kavga edince babam sinirleniyor. Devam edersek bizi dışarı atacağını, eve kendi başımıza yürümek zorunda kalacağımızı söylüyor. Onu dinlemiyoruz ve babam birden arabayı çarpıyor. Emniyet kemeri takmadığımızdan başımızı koltuklara vuruyoruz. Abimle birbirimize bakıyoruz. Babam arabadan inip benim tarafımdaki kapıyı açıyor. Beni kaldırıp dışarı çıkarıyor. Bir tarladayız, dışarısı soğuk, tarlayı don kaplamış, güneş batmak üzere. Babam bana doğru birkaç adım atıp beni donmuş çamura itiyor. Orada kalmamı söyleyip arabaya yöneliyor. Burada yapayalnız kalırsam öleceğimi anlıyorum. Arabaya dönüyorum. Babam yine kapımı açıyor.

Tam o anda bellek donuyor, sadece anlık görüntüler var. Babam beni bir kez daha arabadan çıkarırken minik beyaz ellerimle çılgınca boynunu tutmaya çalışıyorum. Bu sefer beni yere daha sert fırlatıyor, düşüp bacağımı incitiyorum, kalkamıyorum. Babamın arabaya dönüşünü izliyorum. Kapıyı kapatıyor ve beni orada bırakıp gidiyorlar.

Bu, Travmaların Travması, çünkü o an ilk kez değersiz olduğumu fark ediyorum. Ben sevgiye layık değilim ve o tarlada öleceğim; tek doğru bu. Olması gereken şey bu.

Terapistim ve ben her hafta o tarlaya dönüyoruz. Orada dolaşıp duruyorum ve birden çok tuhaf bir şey oluyor: Hafızanın sürekli farklı biçimler aldığını, şekil değiştirdiğini fark ediyorum. Her seferinde yeni şeyler keşfediyorum. Annem, “Geçmiş geçmiştir” derdi hep. Yanılıyormuş, bu olaylarla hafızam arasındaki ilişkinin onun ifadesinin tam tersi olduğunu fark ediyorum. Geçmiş akışkan, değişkendir. Geçmiş yaşar, belki de gücümüz onu nasıl yorumladığımızda yatar – eğer oraya bakmaya cesaret edebilirsek. Geleceğiyse geçmişte yaşadığımız olaylar şekillendirir. Aslında yol çoktan bellidir; yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın habercisidir.

Crime Reads’den çev. Gizem Olcay

Alex Schulman
Hayatta Kalanlar
çev. Zeynep Tamer
Timaş Yayınları
Ocak 2022
224 s.