Bu yıl John Steinbeck’in başyapıtı Gazap Üzümleri’nin Türkçedeki 75. yaşı. ABD’de 1939’da yayımlanan kitap bir yıl sonra sinemaya aktarıldı. 1946’da Rasih Güran tarafından dilimize çevrildi. O günden bu yana birçok yeni çeviri ve basımla hemen her kuşağın en çok okuduğu ve etkilendiği romanlardan biri oldu. Adeta ezilenlerin, eşitlik, özgürlük ve adalet arayanların sözcülüğünü üstlendi...
01 Mayıs 2021 16:09
Şöyle bir sahne anımsıyorum: Güz sonu, zeytin hasadı zamanı. Kalabalık bir aile ve gündelikçi topluluğuyla zeytinlikteyiz. Yemek molası. Ateş yakılmış, sepetlerden yiyecekler çıkarılmış, ekmekler közde ısıtılıyor. Çocuk sesleri, bağırış çağırış, bir heyamola almış yürümüş. Havada kara bulutlar, yağmur bastırdı bastıracak. Bir kayanın oyuğuna tünemiş, –ekmek arası sucuk mu yoksa peynir ya da helva mı?– öğünümü ısırırken, bir yandan kucağımdaki kalın kitabın sayfalarında kaybolup gitmişim. Okuyorum, orada değilim. Uzaklarda, hayal etmeye güç yetiremeyeceğim bir yerdeyim. Nefes nefese, külüstür bir kamyonun peşinde. Yüreğim gümbürdüyor. Tom bir gece ailesinin kaldığı barakadan kaçıp bir yerlere gidiyor. Kavgaya karışıyor, adamın birini bir vuruşta deviriyor. Tom benim kahramanım, onunla kaçıp karanlıklara karışıyorum. Zeytinciler bağrışıyor. Kitabın sayfalarında yağmur damlaları… Kayanın altına iyice büzülüp zamanı, ateşin başına toplanmış insanları, her şeyi unutuyorum. Biraz sonra gelecek azarı bile! Sonrası silik, yalnız bu sahne kalmış.
On beş yaşındaydım ve Gazap Üzümleri’ni okuyordum. Hayatımın en güzel zamanlarıydı.
Bazı romanlar bana sadece gençlikte okunurmuş gibi gelir, ya da gençlikte okunmamışsa çok şey yitirilmiştir. (Çavdar Tarlasında Çocuklar, Gazap Üzümleri ya da İnce Memed orta yaşlı bir okurda hangi ateşli düşünceleri tutuşturabilir!) On beşinde Gazap Üzümleri’ni okuyan bir yeniyetmenin devrimci heyecanlara kapılmasından daha doğal bir şey olamaz. Sonraki birkaç yıl romanın kahramanı Tom’a duyulan hayranlık ve onu hayalinde yaşatmakla geçecektir. Romandan onun cümlelerini yineleyip durmalar… İlkgençliğin başlarındaki o çocuk bir daha hiçbir roman kahramanına o denli yakınlık duymadı, bir roman kahramanının yerine geçmeyi o kadar istemedi. (O külüstür kamyon arızalanmasın, aman Tom yakalanmasın diye az mı dua etmiştim!)
Yayımlandıktan yedi yıl sonra Türkçeye çevrildi.
John Steinbeck’in başyapıtı Gazap Üzümleri’nin Türkçeye çevrilişinin 75. yıldönümündeyiz. ABD’de 1939’da basılan roman bir yıl sonra sinemaya aktarıldı. Türkiye’de Rasih Güran’ın çevirisiyle, Remzi Kitabevi tarafından 1946 yılında yayımlandı. O günden bu yana birçok yeni çevirisi ve basımı yapıldı. Eminim sayısız okurun ruhunda bendekine benzer sarsıntılar yaratmış, belleğinde silinmez izler bırakmıştır. Gençlik çağında çoğu gerçeğin ayırdına yakınımızda olandan, gördüklerimizden çok okuduklarımızla varırız. Emek bilincimiz, devrimci düşüncelerimiz büyük ölçüde yazınsal olandan gelir. Örneğin yanı başımızdaki işçilerin hak mücadelesini yahut siyanürle altın arayan şirketlere karşı topraklarını savunan köylülerin derdini uzun zaman kavrayamayız. Onlar sarsmaz, uyandırmaz da, Maksim Gorki’nin, Steinbeck’in, Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt’un romanları bizi ezilen ve sömürülen işçilerin, köylülerin gerçeğine uyandırır. Yazınsal yapıtların gücü ve ölümsüzlüğü de buradan gelmez mi? Onlar sayesinde dünyanın bütün iyiliklerini sevinçle alkışlar, sömürü düzenlerine ve kötülüklere karşı bileniriz. Okuduğumuz iyi kitaplar bizi küçük ve daracık yaşantımızdan kurtarıp dünya yurttaşlığı katına çıkarır. Üzerinden yıllar geçse de okuduklarımız belleğimizin bir köşesinde kımıldar durur. Tom’un saklandığı mağarada bir gece kendisine yemek ve para getirip uzaklara gitmesini isteyen annesiyle vedalaşmasını Steinbeck okurları nasıl unutabilir?
“‘Senin artık dönmen gerek anne.’ ‘Al parayı o halde.’ Tom bir an sessiz kaldı. ‘Peki’ dedi sonunda. ‘Hem Tom, daha sonra ... işler yatıştığı zaman geri dönersin. Bizi bulursun, değil mi?’ ‘Tabii.’ ‘Artık gitsen iyi olur. Dur ... ver bana elini.’ Onu çıkış yerine doğru götürdü. Annenin parmakları onun bileğine sarıldı. Tom sarmaşıkları yana çekti, onun peşinden kendi de çıktı. ‘Tarlanın kenarından yürü, bir firavuninciri göreceksin. Orada derenin karşı tarafına geç. Güle güle.’”[1]
“Ben Ortaçağ saz şairiyim”
John Steinbeck kendini bir yazıcı değil, bir Ortaçağ saz şairi gibi görüyordu. Bir bakıma öyleydi de. Eski ozanlar gibi dolaşıyor, California’daki göçmen işçi kamplarını geziyor, işçilerle pamuk tarlalarına gidiyordu. Otuzlu yaşlarından itibaren mevsimlik işçilerin yaşamıyla ilgilendi Steinbeck. 1936 yazında birçok kez Sacramento’nun kuzeyindeki Gridley göçmen kampını ziyaret etti. Gazap Üzümleri’ne çalışırken sık sık işçilerin yaşadığı vadilere gidip onların yaşamını konu alan makaleler yazdı. Kamplarda, tarlalarda gördükleri onu çıldırtıyordu. “Susturulmuş dört bin aile çadırlarında açlıktan ölüme terk edilmiş durumda” diye yazdı menajeri Elizabeth Otis’e.[2] Makaleleri yayımlatabilirse gelirini tümüyle kamplardaki çocukların ilaç ve öteki masraflarının karşılanması için harcayacaktı. “Üzgünüm ama bu insanların sırtından para kazanamam” diyordu aynı mektupta.[3] Ortaçağ ozanı bütün bunları yaparken nasıl bir karanlığa ışık tuttuğunun, kimleri rahatsız ettiğinin ayırdındaydı. Başına gelebilecekleri öngörüyor, romanın “yıldırımları üstüne çekebilecek bir kitap” olduğunu daha yazarken biliyordu. Elizabeth Otis’e bir önceki mektubunda yazmıştı bunu: “Dışarıda bu konuyla ilgili tek sözcük etmiyorum. Çünkü işimi bitirdiğim zaman büyük çiftçiler kafa derimi yüzmek isteyeceklerdir.”[4]
Gazap Üzümleri’ni John Steinbeck’in göçmen işçi kamplarında tanık oldukları, onu çıldırtan yoksulluk ve çaresizlik görüntüleri doğurdu. Romanı büyük bir hınçla ve çok hızlı yazıyor, kendini yavaşlatmaya çalışıyordu. 1 Ocak 1939’da yayıncısı Pascal Covici’ye şöyle yazdı: “Yirmi yıldan beri ilk kez hastalanıp yatağa düştüm. İki hafta yataktan çıkamadım. Düşük bağışıklık. Sanırım o kitabı çalışırken kendimi çok zorladım.”[5] Aynı mektupta, roman yayımlandığında yaşanabileceklerden duyduğu kaygıyı yayıncısına da iletti:
“Faşist gruplar bu kitabı sabote etmeye çalışacaklardır. Çünkü devrimci bir roman bu...”
Ama zaten onu, “tatlı hanımlar okusun diye” yazmamıştı. Kitap yayımlandığında, başından beri duyduğu endişeler gerçek oldu. “Birleşik Çiftçiler” yazara kurnazca yöntemlerle saldırmaya başladı. Bankacılar ve büyük toprak sahipleri dedikodular çıkarıp onu alt etmeye çalıştı. Yazdıklarının yalan ve uydurma olduğunu yaydılar. “Birleşik Çiftçiler beni önce bir yalancı, sonra da komünist olmakla suçluyorlar. Dedikodular çığırından çıktı.”[6] Santa Clara şerif yardımcısı yazarın dostuydu, onu uyardı: “Her dakika ne yaptığını bir yere yaz. Çiftlikten ayrıldığın zaman yanında bir iki arkadaşın bulunsun. Otelde tek başına kalma.” Kurulacak komployu da deşifre etti şerif yardımcısı:
“Bunlar senin için bir oyun hazırlıyorlar. Otele yalnız gittiğin bir gün odana bir kadın girecek. Giysilerini parçalayacak. Kendi yüzünü tırmalayıp haykıracak. İşte o zaman kendini temize çıkarmaya çalış bakalım. Kitabına dokunmazlar. Daha kolay yollar bulurlar seni yıkmak için.”[7]
Bütün ezilmişlerin, horlanmışların sözcüsü
John Steinbeck, Gazap Üzümleri ile 1929’daki Büyük Ekonomik Buhran sonrasında kitleler halinde topraksızlaştırılıp göçe zorlanan tarım işçilerinin dramını yalnız ülkesi ABD’de değil, tüm dünyada görünür kılmayı başardı. Tarımdaki makineleşme ve büyük kuraklık sonucu şirketler ve bankalar tarafından topraklarına el konup göçe zorlanan insanların sefaletinden bir direniş öyküsü yarattı. Roman Oklahoma’dan California’ya doğru umut yolculuğuna çıkan binlerce aileden biri olan Joad’ların yaşamını odağa alarak acımasız sömürü düzenini tüm çıplaklığıyla yansıtır.
Açlıktan ve bulaşıcı hastalıklardan ölen binlerce çocuğun düşük ücrete, hatta karın tokluğuna çalıştırılarak onuru çiğnenen insanların dramını anlatıyor olsa da, Gazap Üzümleri aslında bir başkaldırı romanıdır. Steinbeck ölümü değil, dirimi; yılgınlığı değil, umudu; yok olup gitmeyi değil, birbirine tutunarak var olmayı yüceltir. Romanı ölümsüz kılan, bir devrin çöküşünü, büyük bir yıkımın oradan oraya savurduğu insanların yaşamını benzersiz bir içtenlik ve coşkuyla anlatışıdır. Ekonomist Ümit İzmen’in geçtiğimiz yıl K24’te romanı konu alan yazısında belirttiği gibi, “Sosyal bilimlere kıyasla edebiyat büyük tarihsel dönüşümleri anlamakta daha iyi bir sınav verebiliyor. Özellikle de teknolojinin, ekonominin dinamiklerinin, küresel siyasetin hepsinin birden değişmekte olduğu büyük altüst oluş dönemlerinde yazılmış romanlar.”[8] Bu yazıda İzmen, “John Steinbeck’in Gazap Üzümleri tam böyle bir roman” demişti.
“İktisat tarihi ve teknoloji tarihi ile uğraşanların, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dinamikleri anlamak isteyenlerin, sosyalist hareket ve işçi hareketi üzerine kafa yoranların, Marx’ın yedek işçi ordusu kavramının pratikte nasıl çalıştığını merak edenlerin teoride okuduklarını yerli yerine oturtacak bir kitap.”
Büyük yapıtların başat özelliği yazıldıkları zamanın ve koşulların ötesinde de var olabilmeleridir. Her çağın okuru kendisine yazılmış gibi karşısında bulur onları. Geçtiğimiz 75 yılda Gazap Üzümleri Türkçede kaç kuşağın ruhunu ateşledi, bilincini yeşertti, bir düşünelim. Öte yandan, Steinbeck’in romanda dert edindiği konular; ekonomik bunalım, ezilen sınıflar, hak gaspı, göç, ötekileştirme… Bugünün de kanayan yaraları değil mi? Ümit İzmen romanı bir iktisatçı gözüyle değerlendirdiği o yazısında vurgulamıştı bu gerçeği:
“Gazap Üzümleri teknolojinin işgücü piyasaları üzerinde yarattığı yıkımı yoksulluk, sınıf atlama hayalleri, göçmenlik, yabancı düşmanlığı, aile ve kadının değişen toplumsal konumu, dayanışma, örgütlü mücadele, grev, grev kırıcılığı, polis zoru, bankaların karşı konulmaz gücü ve kartelleşme gibi temalarla örerek anlatıyor. Bugünün dünyasının da başlıca temalarını saysak karşımıza aynı liste çıkacak.”
İçinden geçtiğimiz yıllarda, dünyanın hemen her yerinde 1929 buhranını aratmayan ekonomik ve sosyal yıkımlara, savrulmalara, insan hakları alanında önü alınamaz kötü gidişe tanıklık ediyoruz. Steinbeck sanki bugünün buhranını görüyor ve çağımızın insanına konuşuyor. Tom’un o veda gecesinde, “Senin haberini nasıl alacağım?” diye soran annesine söylediklerini, Steinbeck’in doğrudan gelecek zamanların okuruna vaatleri gibi düşünemez miyiz? “… O zaman ben karanlıkta her yerde olurum. Nereye baksan, orada. Aç insanların bir lokma bulması uğruna nerede bir kavga çıkarsa, orada olurum ben. Nerede polis birini döverse, orada olurum. (…) insanların öfkelendiği zaman kopardığı çığlıkta olurum ... Sonra, bir çocuğun karnı açken, yemeğin hazırlanmakta olduğunu bildiği zamanki gülüşünde olurum.[9]
Steinbeck romanı çok katmanlı yazdığını söylemişti. Düzeyine göre her okurun onda aradığını bulacağından kuşkusu yoktu. Öyle de oldu. Gazap Üzümleri zeytinliklerde, fabrikalarda, köylerde, metropollerde, okullarda okundu, sevildi. Bundan sonra da okunacağından kuşku yok. Her yerde, karanlıkların içinde… Dünyanın herhangi bir yerinde grev hakkı elinden alınmış işçilerin; dağları, dereleri, ormanları talan edilen köylülerin; çaresizlikten intihar eden işsizlerin; gündeliğini istedi diye öldüresiye dövülen çırakların olduğu yerde. İşte bunun için ölümsüzdür ve hep okunacaktır Gazap Üzümleri. Her zaman, baktığımız her yerde…
•
[1] John Steinbeck, Gazap Üzümleri, çev. Belkıs Dişbudak, Sel Yayıncılık, 3. basım, 2016, s. 515.
[2] John Steinbeck, Mektuplarda Bir Yaşam, çev. Sevim Gündüz, Sel Yayıncılık, 2018, s. 116.
[3] a. g. e., s. 117.
[4] a. g. e., s. 115.
[5] a. g. e., s. 125.
[6] a. g. e., s. 136-137.
[7] a. g. e., s. 136. (Arkadaşı Chase Horton’a mektubundan notlar.)
[8] Ümit İzmen, “Gazap Üzümleri: Bir büyük dönüşümün hikâyesi”, K24, 13 Ağustos 2020.
[9] John Steinbeck, Gazap Üzümleri, çev. Belkıs Dişbudak, Sel Yayıncılık, 3. basım, 2016, s. 514-515.
GİRİŞ RESMİ:
Gazap Üzümleri'nin sinema uyarlamasından bir sahne. (John Ford, 1940).