Rhea Galanaki: Yunanistan’daki durum fazlasıyla zor olmaya devam ediyor. Edebiyata gelince, kriz döneminde çok sayıda kısa öykü ve birkaç önemli roman yayımlandı
08 Mayıs 2015 16:00
Çağdaş Yunan edebiyatının önde gelen isimlerinden Rhea Galanaki, İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin konuğu olarak İstanbul’a geldi. İsmail Ferik Paşa’nın Hayatı ve Suskun Derin Sular gibi romanları Türkçede de yayımlanan Galanaki ile tarih, ekonomik kriz ve edebiyat üzerine konuştuk.
Kutuplaşmanın arttığı dönemlerde kimliğimizin temelini sorgulama ve ötekini anlama ihtiyacı ortaya çıkıyor. İsmail Ferik Paşa’nın Hayatı ve Suskun Derin Sular romanlarınızda, tarihsel koşullar sebebiyle kimliğimizin temelinde bulunan ve farklı sandığımız unsurlara ver yeriyorsunuz. Tarih kurgusunun kimliklerimizi inşa etmedeki rolünü anlatabilir misiniz?
Temelinde tarihî olaylar ve insanlar yer alan romanlar, bireysel ve ortak kimliklerle uğraşır. Bu tarihi, edebiyatı ve insanların toplumdaki rolünü nasıl algıladığımızla da ilgilidir. Yazar, tarihin kargaşasından, olaylar yığınından sadece kendisine dokunan olayları seçer. Bu seçimin nedeni ise bu olayların insanın yaşadığı çağın ve kendi hayatının problemleriyle ilişki içerisinde olmasıdır. O, insanlık hallerinin hem tarihin hem de edebiyatın temeli olduğunu ve sonsuza dek süreceğini unutamaz. Başka bir deyişle, bu seçim belirli bir zamana ve yere bağlı bir insanlık dramı olarak algılanabilir. Yazar, böyle bir dramdan başlayarak neredeyse her millette bulabilen ve insanlar için tahrip edici olmuş ve olmaya devam edebilen süreçlerin sorgulanması için ortam oluşturur. İnsan ruhunun derinlerine daldıkça, daha geniş bir bakış açısı kazanılır ve hoşgörü kavramının önemini kavramak kolaylaşır. İnsanlar arasındaki farklılıklar, kimliklerin oluşumunu anlama yeteneği kazanmamızı sağlar. Büyük bir kuvvet barındıran çağdaş sorulara cevaplar bulmak, tarihin ve edebiyatın olanaklarını sorgulamakla mümkün olur. Düşüncelerime göre hiç kimse ebeveynleri, dünyadaki yeri, dili ve kendine özgü anlatımı olmadan var olamadığı için geçmiş, şimdiki zamanın bir parçasıymış gibi gözüküyor.
Ekonomik kriz insanın hayatında öznel değişimlerin ötesinde etkiler bırakır. Kriz toplumun değişmez kabul ettiği değerlerin değişmesine yol açar ve ‘sorumlu’ olanı ararken kutuplaşmayı ortaya çıkar. Nitekim bu kutuplaşmada insanın kimliği de etkilidir. Size göre Yunanistan’daki ekonomik kriz ‘Yunan’ kimliğini nasıl etkiledi ve diğer uyruklara, dinlere v.s. karşı olan genel hoşgörü seviyesinde nasıl bir değişime yol açtı? Ekonomik kriz Çağdaş Yunan Edebiyatı’na ne şekilde yansıdı?
Yunanistan’daki krizin değişmez kabul ettiğimiz bazı şeyleri hatta sorularımızı belirsizleştirdiği doğrudur. Bu kriz sadece ekonomik anlamda değerlendirilmez. Ekonomik krizi çok başlı ve bir tanesi kesildiği zaman olduğu yerde ortaya çıkan Lernea Hydra diye mitolojik yaratık olarak anlıyorum. Maalesef, Yunanistan’da kriz canavarının yol açtığı sonuçlar arasında ötekine karşı hoşgörünün silikleşmesi yer alır. En kötüsü böyle bir “hoşgörüsüzlük” akımı, sözgelimi en önemli üyelerden bazıları hâlâ hapiste olan Nazi Partisi gibi artış gösteriyor. Tabii ki bu, şimdi Yunanistan’da ortaya çıkan farklı bir cilt rengi, uyruğu, dini, cinselliği, ideolojisi olanlara karşı olan ırkçılık dalgasının sonucudur. Bu olaylar neticesinde Yunan toplumu da bölünmüş oldu, demokrasiye yönelik umut tartışılıyor. Ancak insanların çoğunun bu mantıksız ırkçılıktan uzak durup hayatta kalmaya, yaratmaya, yardım etmeye çalıştığına inanıyorum. Yunanistan tarihinde ilk defa solcu bir partinin seçimlerde galibiyeti yüksek beklentiler meydana getirdi ancak Yunanistan’daki durum fazlasıyla zor olmaya devam ediyor. Edebiyata gelince, kriz döneminde çok sayıda kısa öykü ve birkaç önemli roman yayımlandı. Bu günlerde yayınlanmak üzere olan yeni romanım da Atina’daki krizin merkezine odaklıdır.
Konuk olduğunuz İTEF’in bu yılki konusu ‘Şehir ve Sınırlar.’ Kitaplarınız genellikle doğum yeriniz olan Girit’le ya da Yunanistan’ın günümüzdeki durumuyla ilişki içerisinde. Bir yazar olarak kültürel ya da siyasal sınırlarla kurduğunuz ilişkinin tabiatının nasıl olduğunu anlatabilir misiniz?
İnsan yaşamı bir serüven gibidir, insanın dramı kapalı kutular içerisinde bulunamaz. Demek ki insan, belli bir toplumun ve kültürün dışında var olamaz. Yazarın doğum yeri, yalnızca onun “Kayıp Cennet”i olma anlamını taşıdığı için değil; aynı zamanda temel aile yaraları, ilk aşk ve ölüme bağlı hisleri barındırdığı için de bir şekilde onun eserlerinde yaşamaya devam ediyor. Bunların tümü kültürel ve siyasal sisteme bağlıdır. Böylece yazar, doğum yerinin gizli ve derin anlamı aydınlığa kavuşturmaya çalışır –eğer bunu isterse. Öte yandan genellikle yazar, fikir toplumundaki bir seyyahtır. Hayata farklı değerleri katan, farklı zamanlara ve farklı insanlara bağlı olan sınırlardan seyyah olarak geçtiği için sık sık doğum yerinden ayrılıp başka bir yere odaklanır. Ekonomik kriz, Yunanistan’ın şimdiki durumu hem denemeciler toplumbilimciler ekonomistler v.s. hem de edebiyatçılar için verimli bir topraktır. Çünkü kriz birdenbire toplumu ve kültürü değiştirerek herkesin önüne bir ayna dikti. Çok sayıda yazar hâlâ bu değişen akımı, edebî terimlerle anlatmaya çalışıyor. Bu “doğum yeri”nden” “kriz yeri”ne doğru bir değişim geçirmemize yol açıyor.
Kadın olmam tabii ki yazar ve bireysel kimliğimin önemli bir parçasıdır. Sadece kadın haliyle değil, insan haliyle de ilgilendiğim için kadın olmam sanki insan halinin derinlerine dalabilmem için verilmiş bir hediye olarak gözüküyor. En önemlisi, günümüzde kadın yazarların kitaplarının çağdaş Yunanistan’da kolay yayımlanma olanağıdır, kitapların çoğunun kalitesi kalıcı olmasa da. Dahası kadın yazar olmamın hakikati işlemek için seçtiğim konulara, eserlerimde kullanacağım dile ya da romanın yapısına sınırlar koyduğuna inanmıyorum. Edebiyat, her yazar için bildiğimiz edebiyattır ve aynı zamanda edebiyat, inşa ettiğimiz, yarattığımız karakterlerin hem erkek hem de kadının belki sonsuza kadar kalacakları evdir.
Bir kimliğin benimsenmesi topluma karşı sorumluğumuzu genişleten bir giriştir. Yazmanın bu sorumluluğu yerine getirme araçlarından biri olduğunu düşünüyor musunuz?
Yazarlar, edebiyatın kuvvetini tanımalıdır. Çağlar boyunca iyi yazarlar, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yaşadıkları çağın problemleriyle yüzleşirler. Bana göre yazarların böyle bir görevleri yoktur ama ilhamlarının kaynağı olan, vatandaş ya da bireysel olarak yaşadıkları toplum ve anın dışında da kalamazlar. Dahası yazarın sorumluluğu dediğimiz şey sadece yazarın kitaplarında işlediği konuyla ilgili değildir. Yazarların gazeteciler ve siyasetçilerin konuşma tarzından farklı, daha incelikli bir anlatıma sahip olmaları gerektiği için, edebî yaklaşımları aracılığıyla da üstlerine düşen görevi yerine getirirler. Ve bu, o kadar kolay bir iş değildir.