Eleştiriyi hatırlamak: Özmakas ve paralaks

"Utku Özmakas’ın paralaks kavramı, sadece İkinci Yeni’yi hiç açılmadığı kadar derinlere götürmekle kalmaz; Cansever’i sıkıntı, Uyar’ı yalnızlık, Süreya’yı aşk kavramlarıyla değil tarihin bütünlüğü içerisinde yeniden yaratır."

17 Eylül 2020 12:54

kitaplar ve fahişeler – her ikisinin de onlardan geçinen ve onlara kötü davranan bir erkeği vardır. Kitaplarınki, eleştirmenler.

W. Benjamin

Nesneye karşı ciddiyetin gösterildiği, metnin içeriğinin “içeriden” keşfedildiği, vülger bir şekilde ifade etmek gerekirse “didik didik edilerek”, tasarlanarak meydana gelen bir türdür eleştiri. Bu yol bir gelişim çizgisi olarak izlenirken tersi de düşünülmelidir: Nesne, okuyucusunun başka kategorilerdeki amansız düşüncelerine yoldaşlık eder ancak bir süre sonra noksanlıklar ve kısıtlamalar nesneye veda edilmesini zorunlu kılar – en azından eleştirel düşünce için.

Utku Özmakas’ın 7 yıl önce 160. Kilometre aracılığıyla yayımladığı Şiir İçin Paralaks metnini de anlamak, anlamlandırmak için güvenli limanından uzaklaşarak yola çıkıyor bu yazı. Kitabın eleştirisini ifade eden Paralaks kavramı, şüphesiz Özmakas’ın gerek kendi kitabı içerisinde gerekse de ikincil metin olarak adlandırılan yazılarda açıklanmaya muhtaç. En başta kitabın içeriğinin teorik çerçevesi olarak düşünülen bu kavram [paralaks], son yaprağı da çevirdiğinizde bütüncül bir bakışı temsil eden, yıkıcı ama avangardı negatiften okuyan, mutlağa ve muktedire karşı hasmane tavrıyla gücünü ortaya çıkaran bir eleştiriyi gözler önüne seriyor.

Birbiriyle çok yakın hatta üst üste duran ama hiçbir şekilde sentezlenemeyen iki farklı olayı ya da durumu perspektif kaydırma yöntemiyle bağlantılı kılmayı dile getiren Žižek menşeli bu kavramın özelliği ise kitabın alt başlığına çoktan sirayet etmiş gözükür: “İkinci Yeni’den Günümüze Alternatif Bir Şiir Tarihi”. Yerinden kıpırdamayan, statik halde bulunan çürümüş eleştiri geleneğine karşı “alternatif” olarak Özmakas, metnine tarihsel ve felsefi dayanaklar yüklemesinin yanında eleştiriyi de birincil metin kadar değerli kılıyor ve ulusalcı edebiyat eleştirisinin metin fetişizmini yok sayıyor. Çünkü ona göre “… paralaks bakış bu kavrayışı baypas etmekle kalmıyor; aynı zamanda yeniden yaratmak amacıyla yıkıyor da.” (s. 8) Anlaşılan kavram, ardında bırakacaklarının rahatlığa kapılmasını, yani mutlak bir konuma gelip hiyerarşi kurmasını a priori iken dahi yasaklıyor.

Şiir İçin Paralaks’ın kıymetini anlamak için Türkçe şiir ile ilgili yapılan çalışmaların da içeriğini –yazının sınırları doğrultusunda yüzeysel olarak– göstermek bu noktada faydalı görünüyor. Gürsel Aytaç, Edebiyat Eleştirisine Eleştirel Bir Bakış; Doğan Hızlan ise Yeniden Okumak kitabında Yeni Türk Edebiyatı’nın ilklerinden sayılan Mehmet Kaplan’ın ideolojiye takılı kalmadığından bahseder. Oysa Türkolojinin eleştiri türünde merkezi işleyişi Köprülü’den sonra Tanpınar’a geçmiş ve eleştiri estet özelliğini tatmış olmasına rağmen Kaplan, Tanpınar ayrıldıktan sonra oturduğu koltuğunda akademisyenliği ve eleştirisini sınırlayıcı bir hale getirmiştir. Bu sayede Türkoloji bölümleri bugün dahi yorumun yolunu kesen, birincil metni betimleme yoluyla aktaran sayısız tez ve makalelerin içinde boğulma tehlikesi geçirmektedir. Mehmet Kaplan ve öğrencilerinin günümüzün eleştirmenleri Orhan Koçak ve Nurdan Gürbilek gibi isimlerin kaynakçasına sadece hazırladıkları antolojiler ve transkripsiyon çalışmaları ile dahil olmaları bile ahvali anlatmaz mı ?[1]

Bir başka mutlak görüntü de İkinci Yeni’ye karşı alınan tavırda ortaya çıkar. Bugün popüler ismiyle çağrılacak olurlarsa “imgeci şiir” uzun zaman toplumsal hadiselerden uzak, biçimci bir yaklaşımla ele alınan şiirlerin oluşturduğu bir topluluk olarak görüldü. Oysa çağının dilsel ve estetik mutlaklığına uymadığı için eleştirmenler tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuştur. Özmakas’ın paralaksı sadece İkinci Yeni’yi hiç açılmadığı kadar derinlere götürmekle kalmaz; Cansever’i sıkıntı, Uyar’ı yalnızlık, Süreya’yı aşk kavramlarıyla değil tarihin bütünlüğü içerisinde yeniden yaratır. Özmakas gibi söylenecek olursa, “Eleştiri, iktidar konumunu işgal edenlerin –şiirin ne olduğu ve nasıl olması gerektiği, “ideal” genç şairin pozisyonu, bir şairin tarihsel ve ideolojik açıdan nereye konumlandırılması gerektiği gibi– kerameti kendinden menkul kabullerin altını oyar; alışılageldik olanı yeniden tartışmaya açar.” (s. 12)

Yalnızlık, gece, karanlık, dar alanlar gibi salt temaları merkeze alan eleştiri –Özmakas’ın anladığı anlamda– hünerlerini sergileyemez. Evrensel olarak, yirminci yüzyılın biçimci teorileri, içinde yaşanan dünyanın reel sentetikliğinin dile uygulanması; yerel olarak ise darbeler, toplumsal hareketler ve düşüncenin pratik ile olan ilişkisinin görünüş açısından sekteye uğramış olmasına rağmen İkinci Yeni’ye bu dönemde –80’leri kastediyorum– ilgi artmaya başladı. Türkçenin bugüne değin katı kurallar ve dar sınırlarla şairlerin önüne koyduğu “toplumcu” olma şartı da statikliği dolayısıyla günden güne erimeye devam ediyor. Edebiyat tarihinde Cansever, Uyar, Ayhan vb. isimlerin, Nâzım Hikmet ve altında sayılan “toplumcu” şairlerin kullandığı dilin kendilerine yetmediğini, yetmediği yerde de yıkıp yarattıklarını ifade eden bir avuç eleştirmenden birisi olan Özmakas’ın paralaksı da bu gergin hatta gezinir.

Turgut Uyar şiirine Özmakas’ın getirdiği eleştiri fark edilince “ne kadar da ihtiyacı varmış psikanalize” çıkarımının getirdikleri kadar götürecekleri de olabilir. Bir edebi metnin ihtiyacı olan felsefi altyapının salt birincil metni ön plana çıkaracağı korkusu Şiir İçin Paralaks söz konusu olduğunda ikincil metinlerde de tehlikeli bölgeyi oluşturuyor. Oysa negatif ilişki üzerinden okunacak olursa teori-pratik ilişkisinde –özellikle yirminci yüzyılda– kuramın çözümlenmesinin yerli yerine oturtulduğu bir alandır edebiyat.

Özmakas, Uyar şiirine objet petit a, yani Lacan’cı anlamda bir eksiklik ile yaklaşır. Ötekini, başkasını ve karşısıyla kurulacak her türlü çetin, zorlu veya basit ilişkide dahi bir eksikliğin kalacağını anlatıyor olmanın tikel koşulları da göz önüne alınır: Özellikle şiirde oluşan bütün sözdizimleri, “imgeler” eksikliğin içinde kendilerini huzurlu hisseder paralaks eleştiride. Türkiye’de “toplumcu şiir”in geliştiği kadar toplumcu estetiğin de geliştiğini çeviri eserleri dışarıda bırakıldığında söylemek zordur. Geç kapitalizm dönemi itibarıyla edebiyat ve felsefe ilişkisine “ütopya” kavramı ile bakmak toplumcu eleştiri açısından elzemdir. Özmakas, Uyar’ın şiirinde ütopyanın farklılığına dikkat çeker: Bir tarafta realiteden memnun olmama hâlinin gerekliliği, diğer tarafta farklı bir dünya yaratmama arasındaki sıkıntılı sürecin sancısında geçen statik ikiliğe karşı Uyar ve arkadaşlarının kullandıkları “dilin” memnun olunmayan dünyaya karşı farklı bir evren yarattığı düşüncesi ortaya çıkar. İkinci Yeni’nin tragedyaları andıracak –biçimsel– nitelikte şiirleri Uyar ve Cansever’den gelmiştir. Antik dönem edebi eserlerinin –tanrının gölgesindeki– kahramanı Uyar ve Cansever ile Türkçeye taşınır. Uyar’ın gerek kendi hareketli duruşu, gerek şiirlerindeki süregiden bir akış, –bugün– nesirden alıntı yapacak olunursa bir gelişim romanındaki oluşumun momentlerine benzer.

Özmakas’ın metnini saran eksiklik “Akçaburgazlı Yekta” karakteri ile ortaya çıkar. Uyar’ın aşk şiirleri ile ilgili çalışmalarda birincil olarak yer almayan bir metinde aşkı aramak ve bulmak, daha önceki çalışmaların özgünlüğü bir yana bırakılacak olursa paralaksın esnekliğini ve ufkunu ortaya koyar. Bir arayışın sonucunda –ve paralaksın gölgesinde– “bulmak”, belirli bir yol çizgisinde var olmanın kısırlığını tatmaya yaklaşmaz ve belirsizliğe anlam vererek somutluğun düşünceye eklemlendiği noktaları günceller. Özmakas’ın söylemiyle “aşk tragedyası”, tamamlanmamışlık ve bir anlamda iktidarın tam olarak sağlanmamış olduğu düşüncesini sürekli yanında bulundurur, ancak şüphe ile yaklaşılması gereken Lacan’cı anlamda büyük öteki’nin es geçilmesi tragedyalardan miras kalan “utanç” duygusunu yaşamalarına sebep vermiştir. Şiir İçin Paralaks, Uyar’ın şiirlerindeki aşk vurgusuna romantize edilmiş bir İkinci Yeni portresi ile bakmaz, bakamaz çünkü paralaks negatif esnekliği göstermez; aksine aşk vurgusunun farkında oluşunun eksiklik etrafında neler yaratabildiğinin envanterini çıkarır.

Edebiyat ve tarih, İkinci Yeni ve toplum, Ece Ayhan ve karaşınlar. Georges Duby, eski toplumlarda aşk ve cinsellik ile alakalı her şeyin saklanmış olduğunu, bu yüzden tarihini yazmanın çok zor olduğunu söylerken en fazla bilgi edinilecek yerin de edebiyat metinleri olduğu açıkça ifade eder.[2] Paralaksın felsefi esneklik/büküş yeteneği sayesinde Ayhan’ın okurunu darmadağın eden ifadelerini yere sağlam basacak ama mutlaklaşmasına göz yummayacak bir halde okurlarına sunuyor Özmakas.

Aykırılığını her ifadesinde okurlarının iliklerine kadar hissettiği bir isim olan Ayhan’ın bugün toplu şiirleri Bütün Yort Savul’lar! adıyla biliniyor. “Yort Savul” ifadesi ise taht sahibinin herhangi bir yerden geçerken sorun çıkarma ihtimali olan topluluğun dağıtılması için bir söz öbeği; başka bir ifadeyle iktidarın çevresine yamuk bakan, sorunsallar üreten, her daim merkeze, ortodoks yapıya karşı üretilmiş bir ifade. Ortaçağ edebi metinlerinin cevap veremeyen kalabalık ayrıksıları, Ayhan’ın şiirine konu olmuştur. Özmakas da Ayhan şiirini iktidar karşıtlığı üzerinden incelemeyi tercih eder. (s. 57) Klişeye düşmemek için Özmakas’ın Ayhan ile ilgili metninde tarih kavramının ne anlama geldiğini belirtme ihtiyacı doğuyor.

Marx ve Engels, tarih için “prenslerin ve devletlerin bangır bangır dramları” der. Tarih anlatısının içeriği dünya nüfusunun onda dokuzunu yok sayar, kısır ve belli bir çevrede geçen konular romantizm ve bütün çatışmalar ile birlikte ayrıcalıklı sınıfı gösterir. Ayhan’ın şiirinin dilinin çetrefil bir şekilde gözükmesi iktidara [ana akıma] karşı oluşunu dilsel açıdan ortaya gösteriyor. Özmakas, Ayhan şiirinde tarih imgesini tersten okurken tarihin enkaz olduğunu ifade eden biricik tarihsel maddeci Benjamin belirir:

“Hâkim olanın her zaferini yeni baştan sorgularlar. Çiçeklerin yüzlerini güneşe dönmesi gibi, geçmiş de gizemli bir güneş tutkusunun verdiği şevkle, tarihin ufkunda yükselen güneşe uzanmak için çabalar. Tarihsel maddeci, bu göze görünmez dönüşümün farkında olmalıdır.”[3]

Özmakas, şiirde beliren Karaşınları, Sarışınların karşısına koyar. Karaşınların yapacağı hiçbir şeyi Sarışınlar yazmayacaktır. Ayhan “’devlet dersi’nde öldürülen çocukların tarihini yazar; çünkü bilir ki sarışın tarihçiler” der Özmakas, “asla bunu kaydetmeyecektir.” (s. 65)

 “Tarihi tersinden okumak” klişesine düşmenin tehlikesi yerine Özmakas, Ayhan’ın karaşınları yaratmasıyla, aslında şimdi ve burada olana bakmasının var olmasına yeten karaşınları tarihin düz okuması olarak nitelendirir. İktidarın tamamen yer değiştirdiği bir yerdir burası aslında: Toplumla anlaşamayan, muhalif hareketin yeni dili, Ayhan’ın şiirindeki etik çizgiyle beraber tarihi de perdeler. Ayhan şiirlerini toplumsal hareketlerin sanatsal görünümünün kanonik bir şekilde nesirde kendini gösterdiği bir dönemde kaleme alır. Ortodoksa karşı alınan tavır sadece içeriğe özgü değildir: Türsel olarak da aykırılığına devam eden bir şair görünümündedir.

Sonuç Yerine

Şiir İçin Paralaks’ın içeriği, mütevazı olmasının umulduğu bu yazının sınırlarını aşıyor. Osman Konuk, Enis Akın, Murat Menteş, Akif Kurtuluş gibi şairlerin metinlerinin de incelendiği bu kitapta son olarak da “eleştirmenin görevi” diye ifade edilebilecek bir bölüm var. İçeriğini, 2000 sonrası şairliğin ekonomi ile ilişkisinden Türkçe eleştirinin ahvâline kadar farkı konular oluşturur. Özmakas’ın eleştiri metodu ile ilgilenmek bu metnin görevi olduğu için, bu bölümde de odak noktası farklı değil. Alternatif olarak paralaksın, bir hukuk yaratan ve yarattığı eleştirinin de çok boyutluluğu dolayısıyla iktidara talip olan bütüncül bir edebiyat düşüncesi sunduğunu belirtmek gerek. Özmakas’ın gücünü aldığı noktalardan birisi yöntemini uyguladığı alanın da [edebiyat] realiteye karşı bir alternatif amacı taşıyor oluşunda gizlidir. Özmakas şöyle ifade ediyor:

“İşte, eleştirinin görevi de budur. Felsefeyi yedeğine alarak artık sorgulamayacak kadar emin olduğumuz bakış açılarını; verili beğeni kalıplarının ambargo koyup dışladıklarını ya da asli unsuru haline getirdiklerini yeniden tartışmaya açmak.” (s. 285)

Alıntılanan ifadelere bir eleştiri getirmekten çok, sözü edilen eylemler bütününün klişeye dönme ihtimalinden dolayı tedirginlik duyuyorum. Türkçe şiirde 50’li yıllar itibarıyla bir imge kavramı ve hikâyesi mevcut. Bugün şiirin estetiğinden konuşulduğunda “imgenin” biricikliği bütün elit veya sıradan tartışmalarda yerini almışa benziyor. Gerek imgeden konuşmak gerek imgeyle konuşmak artık imgenin de klişeye dönüşmesinin an meselesi olduğunu gösterebilir. İlhan, Bezirci, İnce vb. eleştirmenlerin imge yazılarındaki felsefî perspektifini tartışmak ve dil ile ulaşmak istedikleri noktaları/dorukları paralaks okuyuculara satır satır gösterebilir ancak tartışmaların bir süreden sonra klişe ve belirli döngüler ışığında “hareketin statikliği”ne dönüşmesine sebebiyet vermez mi ?

Özmakas, her okuma biçiminin sui generis özellikleri ve zaafları sebebiyle metne tamamen sirayet edemeyeceğini söyleyecek kadar cesur. Odak noktasının değiştiği farklı çözümlemelerin es geçmemesi gereken alan “tarih” olmalıdır. Şiirin son yıllarda saplanıp kaldığı narsistik duygusal kümesini her an rahatsız eden bir anlayışa öncülük eden “tarih” sürekli yeniden üretmeyi muştular. Özmakas’ın büyük ihtimalle bu metnin yazarının gözünden kaçan ama zamanında mutlaka tartışılmış olan şu ifadelerine de yer vermek gerekir: “Şiir alanından ihraç edilen deneyim şiire geri dönerse romanın endüstriyel belirleyiciliği sona erebilir mi ?”[4] Özmakas’ın Türkçe şiire getirdiği eleştiriler kadar heyecanlandırıcı bir retorikle kaleme aldığı ve şiirin –şimdilik– geleceği için değerli bir soru. Aslında roman türünden deneyimin alınması gibi bir eylemin gerçekleşeceği ihtimali düşük ve uzak görünüyor. Sebebi de çok uzakta aramaya gerek yok aslında: Temel vurgu noktası, görülmeyen yaşantının romanın biricikliği ile olan ilişkisi olarak görüldüğünde ortaya çıkar. Romanın endüstriyel tarafı yerine bütünleyici bir kültürün etrafında –geniş anlamıyla– endüstriyi düşünmek çetrefil olsa da çözüm odaklı. Özmakas’ın endüstriyelliğe yaptığı vurgu estetik iken alacağı cevap muhtemelen kültürel bir ekonomi-politik ile alakalı olacak. Deneyimin türler arası geçişliliğe açıklığı dolayısıyla yer değiştirmesinin değeri şiirin romandan kendine ait olduğunu iddia ettiği birtakım içeriklerle değil, içeriğin biçimle kurduğu dönüştürücü içerikte aranmalıdır.


[1] Fatih Altuğ, “Araba Sevdası’nın Okuru Olarak Nurdan Gürbilek”, Şerhh, 2016/3-4, s. 102-113.

[2] Georges Duby, Batıda Aşk ve Cinsellik, İletişim Yayınları.

[3] Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, çev. Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları, s.41.

[4] a.g.e., s. 290.