ferit edgü’nün yerinde olmak

sonra, nihayet kendimizi mektupların gönderildiği ferit edgü’nün yerinde buluyoruz: behçet safa, “dostum” diye başlıyor 29 kasım 2001 tarihli mektubuna

19 Aralık 2019 13:00

sanat kaç para? ressam behçet safa’nın ferit edgü’ye yazdığı mektuplardan oluşan bir resimli anlatı: comedia tragedia. kitabın editörü burak fidan’ın masasında dosyayı birkaç yıl önce gördüğümde ne zaman yayımlanacağını merak etmiştim. kendisinin karışık zihnini, hesaplanamaz hızını ve ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan tembelliğini bildiğim için sıkıştırmayı denemiştim. o günlerde mektupların sahibi behçet safa hayattaydı. 

sonunda mektupları kitap halinde görünce biraz daha yaşadığıma ve henüz ölmediğime sevindim. 

neden sevinmiştim? behçet safa resimlerini çok iyi bildiğim bir ressam değil, hakkında duyduğum efsanevi anekdotlar ona ilişkin bir fikir sahibi olmamı sağlamıştı elbette, ama benim için önemli olan gönderen değil alıcıydı: yazdığı mektuplar, çok iyi bildiğim bir sanatçıya, ferit edgü’ye yazılmıştı, ben de zamanında edgü’ye uzun bir mektup yazmış ama özel bir sebepten yollamamış bir okuyucuydum. mektup yazıp yollamadığım sanatçıya yazılan mektupları ilgiyle takip etmemin sebebi çekimserliğim ya da kişisel merakım değil sadece. 

bir edebi tür olarak mektubun değerinin günümüz okuyucusu tarafından takdir edilmediğini düşünüyorum. başka hiçbir edebi tür mektupta olduğu gibi okuyucunun kimliğini ön plana çıkarmaz: yazarın tek bir kişi için inşa ettiği metin sadece yazarının zihnine, kimliğine ilişkin bilgi vermez, o aynı zamanda okuyucunun/alıcının gerçekliğine, durumuna ilişkin özel bilgiler de verir. eski bir estet, vahiy ve mektup arasında bağ kurduğu bir yazısında “bir insana mektup yazılmışsa kimse onun gerçekliğinden kuşku duyamaz. bir tür varoluş kanıtıdır mektup” demişti. 

*

ressam behçet safa’nın ferit edgü’ye yazdığı mektuplara gelmeden önce onun kim olduğuna ilişkin bir giriş yazısı karşılıyor kitapta bizi. burak fidan’ın okuyucuyu ressam ve yazarla tanıştırdığı bu yazı, mektupların yazarı ile kitaptaki resimlerin ressamını zihnimizde tek bir kişi haline getirmeye yarayacak bilgiler içeriyor. sanat piyasasına yakın bir adres yerine italya’nın elba adasında yaşamayı seçen ressamın doğumundan ölümüne kadar kimliğini belirleyecek tercihlerini, yahut hayatını biçimlendirecek olayları, kişileri bu yazı sayesinde öğreniyoruz. burak fidan’ın sanatçıyla tanışıp onu atölyesinde ziyaret ettiğini öğrenmek biz sıradan okuyucular için küçük çaplı bir kıskançlık krizine sebep oluyor mu? yazıyı okurken kendimizi sanatçıyı atölyesinde gören ve mektupları karşımıza çıkaran editörün yerine de koyuyoruz ister istemez. 

sonra, nihayet kendimizi mektupların gönderildiği ferit edgü’nün yerinde buluyoruz: behçet safa, “dostum” diye başlıyor 29 kasım 2001 tarihli mektubuna. mektubun yazılış amacını bilmiyoruz, içini dökmek mi istemiş ressam? bir muhasebeye bahane mi kılmış yazacağı mektubu? şunu biliyoruz: sanatçı kendi hayat hikayesini temize çekmek, karakterini biçimlendiren ayrıntıları sayıp dökerek kendisini anlatmak istiyor. mektup yazarının bu tercihi anlamsız değil: mektubu okuyacak kişi, kendisini çoğu kez yazarın yerine koyarak okur. ama kimdir yazar? behçet safa kimdir? edgü’nün zaten tanıyıp bildiği ressam, bir mektup yazarı olarak işini şansa bırakmamış: unutulacağı düşünülen bilgileri ya da mektuptaki anlatının anlaşılmasını sağlayacak bazı anekdotları aktarmış. ilk başta bir hayat hikayesi gibi görünen metin, ilerledikçe imgelemin fantezi ile gerçeklik arasında salınıp durduğu karanlık yanları ağır basan bir anlatıya dönüşüyor.

mektuplara eşlik eden resimlerdeki canlı öfke, alaycılık ya da tutkudan kaynaklı abartılı tasvirler, duyguyu öne çıkaran pekiştirilmiş kontürler, metnin karanlık havasında patlayan canlı renkler mektup yazarının fırçası ile kalemi arasındaki ilişkiye dikkatimizi çekiyor. ressam, doğrudan yazdığı mektupta bir yazar olmadığını açıklarken aslında okuyucusuna, mektubun alıcısına da bir okur değil bir izleyici olduğunu bildirmek istiyor.

bu mektupları okurken, biz okuyuculara iki sanatçının da elde edemeyeceği bir alan açılıyor: hem yazarı behçet safa’yı hem de mektubun esas ve biricik okuyucusu ferit edgü’yü yerlerine geçebileceğimiz birer persona olarak görmeye başlıyoruz. okur olmanın avantajı bu: yazar olarak tanıyıp bildiğimiz, sevdiğimiz bir sanatçının bir mektup okuyucusu, kendisine mektup yazılan bir dost olarak nasıl biri olabileceğini pek bilmeyiz. sanatçının yerine geçerken elimizdeki mektuplar onun kimliğine ilişkin özel bilgilere sahip olmamızı sağlayan birer kılavuza dönüşmüştür.

*

kitapta bize sunulan anlatıya eşlik eden, oradaki imaj ve kurguları zihnimize kazıyan resimlere ne demeli peki? suretlerin canavarlaştığı, hiçbir şekilde masumiyete ve şefkate yer verilmeyen, hatta iyimserliği ve huzuru izleyiciden tümüyle uzaklaştırmak isteyen bu betimlemeler arasında en çok ilgimi çeken kadın bedeninin abartılı sunumlarına yer verilen resimlerdi. kadının kendi kimliğinden soyunup bedene ve arzuya indirgendiği ve böylece birer tanrıça olarak sunulduğu bu resimler güncel malzeme ile plastik sanatların en primitif temasını birleştiriyor. 

venüs heykelciklerini bilirsiniz: binlerce yıl önce insanın sanat eseri olarak değil kutsal olanı temsil etsin diye ortaya çıkardığı bu heykellerde dişilik müthiş bir abartıyla sergilenir. yaklaşık otuz bin yıl önce ortaya çıkmaya başlayan bu heykellerde bir insanı kadın kılan tüm ayırıcı organlar çılgınca vurgulanır. böylelikle kadın anatomisindeki ayırıcı özellikler onun tanrıçalığının kanıtları olarak sergilenmeyi hak ederler. bu ilkel algı, kadın bedeninin örtülüp saklanmasını değil, gösterilmesini göz ardı edilemeyecek şekilde işaret edilmesini arzular: bir tanrıçayı tanrıça kılan şeyleri saklayarak ona olan saygınızı gösteremezsiniz. saygıyı göstermenin yolu kutsal olanı açmak, gerektiğinde kutsiyeti belirtmek için abartılı bir şekilde işaret etmekten geçer. günümüz aklına pek de uygun olmayan bu bakış açısını benimsemiş görünüyor ressam.  

bir şey ancak sınırsızca abartılabiliyorsa gerçektir, diyen sanatçıya kulak vermiş gibi görünüyor behçet safa. anlatısında kadını, tanrıça olarak çağırdığını ve uyandırdığı şehvet ölçüsünde onu güzellikle ilişkilendirdiğini görüyoruz. mektupların her birinde türlü çeşitli tanrıçalar anılıyor. kitapta en sık kullanılan kelime tanrıça olabilir mi? kitaptaki 11 resim kadını kendi güncel gerçekliği dışına çıkarıp eski zamanlardaki kadim tanrıça kültüne uygun bir abartıyla ele alıyor. 

sanatçının anlatısıyla resimleri arasındaki bu paralellik, bana ister istemez behçet safa’nın başka metinlerini, başka resimlerini merak ettirdi. sanatçının diğer çalışmalarını, terekesinde kalan defterleri, notları, yazıları görebilecek miyiz raskolun baltası? peki ya diğer resimleri, onlar ne zaman karşımıza çıkacak?

 

K24'ün notu: Bu yazı, İsmail Pelit'in kendi yazılarında uyguladığı büyük harf kullanmama kuralına ve kişisel yazım tercihlerine sadık kalınarak yayınlanmıştır.