Türkiye'de edebiyat gazeteciliği: Mümkün mü hayal mi

Türkiye'de gazetecilik yapılıyor mu, bu tartışmalı. Peki, edebiyat gazeteciliği yapılabiliyor mu? Doğan Hızlan, Enis Batur, Ali Çolak, Çağlayan Çevik ve Bedir Acar sorularımızı yanıtladı

Ahmet Hamdi Tanpınar, 19'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi'nde gazetelerin edebiyat üzerindeki etkisine de geniş yer ayırır ve hatta gazeteciliğin etkisiyle şiirde çeşitli yeniliklerin ortaya çıktığına değinir. Bugün, şaka gibi geliyor. Bugün, "Edebiyat ile gazetecilik arasındaki fark, gazeteciliğin okunaksız olması, edebiyatın ise okunmamasıdır" diyen Oscar Wilde'a daha yakın duruyoruz belki de.

Peki, başka bir yol mümkün mü?  Türkiye'de edebiyat gazeteciliği mi yapılıyor yoksa reklama yenik mi düşüyoruz hepimiz? Kafamıza takılan sorular vardı: 

  • Türkiye'de edebiyat gazeteciliği yapılıyor mu/ yapılabilir mi?
  • Kitap haberleri ve kitap söyleşileri, reklam ve tanıtımların ötesine geçiyor mu?
  • Edebiyat gazeteciliğinde, haber değeri gibi bir kıstastan söz edilebilir mi?
  • Sizin gördüğünüz sorunlar, rahatsızlıklarınız nelerdir? Ve bunlar nasıl düzelebilir?

Doğan Hızlan, Enis Batur, Zaman gazetesi Kültür Sanat Editörü Ali Çolak, Hürriyet gazetesi yazarı Çağlayan Çevik ve Star gazetesi Kültür Sanat Editörü Bedir Acar sorularımızı yanıtladı.

İşte yanıtlar...

Doğan Hızlan: Edebiyat gazeteciliği olur mu?

Edebiyat gazeteciliği sözü bana biraz garip geldi.

Doğan HızlanEdebiyat haberlerini takip eden, sadece onu yazan gazetecileri kastediyorsanız böyle bir ayrı nitelendirme yapılmamalı. Edebiyatçıların edebiyat gazeteciliği yapması bence daha uygun. Ama ne kadar mümkün? Bir edebiyat haberi yapan, bir edebiyatçı hakkında haber yapan bir gazeteci, o yazarları, şairleri tanımalı ki doğru bir haber yapabilsin. Ben uzmanlık gazeteciliği taraftarı olduğum için böyle bir gazeteciliği savunuyorum. Edebiyatla ilgili bir haberi yine edebiyatçı kaleme almalı…

Herhangi bir muhabire bir edebiyat haberi, bir edebiyat söyleşisi nasıl yapılır sorusu yöneltilir mi? Absürd bir soru olur.

Edebiyatı izleyen, kitap okuru olan kişiler bunu başarabilir mi?

Yabancı dildeki gazetelerin kültür/ sanat sayfalarını izliyorum her türü belli kişiler yazıyor.

Kitap haberlerini, kitap söyleşilerini reklam açısından değerlendiremeyeceğim, doğrusu böyle bir ilişkiden söz edemem ama tanıtım üslubunun daha değişik olmasını beklerim. Günlük gazetelerde edebiyata verilen yerin azlığını bildiğinize göre bunu genişletmenin çarelerini aramalı. Gerçi bu eksikliği kitap ekleri gidermeye çalışıyor. Yurtdışında da bütün gazetelerin kitap ekleri var, ayrıntıyı oradan okuyacaksınız.

Haber değeri gibi bir kıstas benim için her zaman havada bir ölçüt saptaması gelmiştir. O kıstası muhabirin, yazarın kendisine bırakılmasını isterim, eğer o alanın güvenilir bir adıysa, kıstasa dışarıdan müdahale yersizdir.

Benim gördüğüm durum herkesin sanat üzerine haber yapmasının, söyleşiler yapmasının bu yetersizliği doğurduğu.

Edebiyatın da bir uzmanlık işi olduğu gerçeğini pek benimseyemedik.

Elbette daha çok yer verilmesini isterim, gerekir de.

Ama bu yetersizlik sadece edebiyat alanında değil ki? Gazetelerde bir tiyatro eleştirisine, bir klâsik müzik eleştirisine rastlıyor musunuz?

Edebiyat gazeteciliğine ya da gazetede yazan edebiyatçılara tarih içinde bakmak gerekiyor.

Yıllar önce hemen hemen bütün köşe yazarları edebiyatçıydı, onun için edebiyatı da söz konusu ederlerdi, gerekli değeri verirlerdi. Yeniliklerden okurlarını haberdar ederlerdi. Politika yazarlardı ama edebiyatı ihmal etmezlerdi. Şimdi politika yazanların edebiyattan söz ettiğini görüyor musunuz?

Açılan bunca kitap fuarları, umarım kaliteli okur sayısını arttırıyordur, ki bence arttırıyor.

Bence edebiyat gazeteciliği yapılsa, okur sayısının, kitaba ilgi oranının artacağından kuşkum yok.

Enis Batur: Yeni ufuklar çıkacaktır

Edebiyat ile Gazete’nin buluşması XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştiğinde iki ana etmen çakışmış, bugünden bakıldığında açık seçik görülüyor:

  • “Tefrika” çözümü iki kutubun da işine gelmiş: Yazar, geniş okur kitlesine, gazete yüksek tiraja ulaşmış;
  • Edebiyat adamı siyasal duruşu için ilk kez etkili bir kürsüye kavuşmuş, “sürgün”ünde (Hugo’dan, Zola’dan Namık Kemal’e, Şinasi’ye, Ali Kemal’e) susmak zorunda kalmamış.

Enis BaturXX. yüzyılın özellikle ilk yarısında, edebiyat adamının yazılı basındaki rolünün gücünü arttırdığı gözlemleniyor. Beni kendi payıma burada asıl ilgilendiren, Basın’ın gereksinmeleri doğrultusunda yazarları işe koşarken nitelik çıtasını yükseltmiş, bir yandan da edebiyata yeni olanaklar sağlamış olması. Bir dönemin gazete okuru talihliydi: Combat’da Camus’nün yazılarını, Corriere della Serra’da Montale’nin düzenli müzik eleştirilerini ve Dino Buzzati’nin kültür folkloru denemelerini, 7 Gün’de Sait Faik’in, Cumhuriyet’te Yaşar Kemal’in röportajlarını, bir gazetede Tanpınar’ın, bir başkasında Orhan Kemal’in tefrika romanlarını, 1950’lerin Hürriyet’inde her hafta (ilk sayfada) Yahya Kemal şiirlerini, 1970’lerin başlarında Devrim gazetesinde Dağlarca’nınkileri okuyordu insanlar, Cumhuriyet gazetesi kitap eki değil edebiyat eki çıkarıyordu: Şiirdi, öyküydü, denemeydi taze ürünler! 

Köşe yazılarını saymıyorum: Bugün de edebiyatçılar arasında gazetelere düzenli yazanlara rastlanıyor bizde. Ama genel çizgilerinde, dünya basınında da, bizimkinde de uzaklaştırıldığı tartışılmaz edebiyatın. Nitelikli ya da niteliksiz, “magazin” boyutu ağır basıyor günlük basının, edebiyatçının ürününe değil “figür”üne yer vermeyi yeğliyor gazete yöneticileri. Edebiyat dünyası ne yazık ki bu eğilime kaptırıyor kendini.

Gazete, pek yakında sanal ortamda sürdürecek varlığını. Yeniden edebiyat ürünlerine, şiirden röportaja, gereksinme duyacağı düşüncesindeyim.

Yeni, genç, ufuklu gazeteler çıkacaktır.

Ali Çolak: Günümüzde gazeteciliğin kurgulanışı edebiyatı dışarıda bırakıyor

(“Türkiye'de edebiyat gazeteciliği yapılıyor mu / yapılabilir mi” sorusuna cevaben)

Ali ÇolakAslına bakarsanız, şu günlerde Türkiye’de “gazetecilik” yapılıyor mu, “yapılabilir mi” sorusunu tartışıyor olmamız gerek, öyle değil mi? Sanırım, Türkiye’de gazetecilik, Şinasi’lerden bu yana ilk kez bu kadar dibe vurdu. Yalanı bir misyon haline getirip haber olarak sunan güdümlü gazeteler… Bu ortamda edebiyat gazeteciliği yapsanız kime duyurur, kime okutursunuz?

Ama böyle değil. Tam da bu yüzden gazetelerde edebiyata ihtiyacımız var. Hava çok kirli, zehirleniyoruz, ciğerlerimizi, zihnimizi, dilimizi arındırmak gerek. Bunu edebiyat yapabilir, yapıyor. Mario Vargas Llosa, “Neden Edebiyat?” adlı denemesinde (Çev. Celal Üster, Notos) “Uygarlıktan nasibini almamış, barbarlığın baskın çıktığı, duyarlıktan yoksun, söz fukarası, cehaletin kol gezdiği, salt içgüdüleriyle davranan, tutkuyu ve sevmeyi bilmeyen edebiyatsız dünyada” insanların güç ve iktidara boyun eğmesinin kaçınılmaz olduğunu yazar.

Sonra der ki, “Böyle bir dünyada ruha yer olmazdı. Dahası, böyle bir dünya, yaşamın katlanılmaz tekdüzeliğiyle de kalmaz, insan yaşamının başka türlü olamayacağı, hep böyle kalacağı, bunu hiç kimsenin ve hiçbir şeyin değiştiremeyeceği duygusundan kaynaklanan kopkoyu bir karamsarlığın boyunduruğuna girerdi.” Şu anda ülkemizin ve toplumun içinde bulunduğu karabasanı ne güzel anlatıyor değil mi?

Çare, edebiyat diyor Llosa, edebiyatın insanlığı bu umutsuzluk batağından kurtaracağı müjdesini de veriyor: “Yaşamın doyumsuzluğunu kışkırtmanın; yönetenlerin yönlendiremeyeceği, sürekli bir ruhsal devingenlik ve canlı bir düş gücüyle donatılmış, eleştirici, bağımsız yurttaşlar oluşturmanın, iyi edebiyat okumaktan daha iyi bir yolu yoktur.”

Bu uzun girişten sonra soruya gelirsek, Türkiye’de 1930’lu, 40’lı yıllarda hatta 60’larda yapıldığı gibi bir edebiyat gazeteciliği elbette yapılmıyor, yapılamaz. Gazetelerin öncelikleri değişti. Gazeteleri edebiyatçılar, öykücüler çıkarmıyor artık. Hatta, edebiyatçı köşe yazarları ne kadar az! Edebiyat, varla yok arası kitap eklerine konuk oluyor. Bir kitap söyleşileriyle hafta sonu eklerine… Edebi ürenler; öykü, roman tefrikası, şiir… Başka bir çağın gazetelerinde kaldı.

Küçük bir parantez açarak, kendi çabamdan söz etmek isterim. 14 yıldır Zaman’ın kültür Sanat sayfasını yönetiyorum. Bana kalsa Bağımsız bir edebiyat sayfası yapmayı isterim. Orada mesela Ferit Edgü’den, Selim İleri’den öyküler, Hilmi Yavuz yahut Gülten Akın’dan, Birhan Keskin, Ömer Erdem, Gonca Özmen’den şiirler yayımlamak… Fakat bunu kendi başıma uygulama makamında değilim. Ne yapıyoruz peki? Sayfada diğer kültür- sanat alanları yanında edebiyata ve edebiyat haberlerine pozitif ayrımcılık yapmaya çalışıyoruz. Sanırım edebiyat dergilerini tanıtan tek gazeteyiz. Şairlere, öykücülere, romancılara söz hakkı veriyoruz. Çok az da olsa özel zamanlarda şiirler yayımladık. Bunlar, pek alışılmış uygulamalar değil gazetelerde. Bunu bir çeşit günah çıkarma da sayabilirsiniz…

(“Kitap haberleri ve kitap söyleşileri, reklam ve tanıtımların ötesine geçiyor mu” sorusuna cevaben)

Bütünüyle geçemiyor dersem, özveriyle çalışan, güzel işler yapan meslektaşlarıma, arkadaşlarıma haksızlık etmiş olurum. Kitap eklerinde iyi işler de yapılıyor. Ne derler, hiç yoktan iyiler… Fakat böyle bir döngü var. Reklam verenin arzuları… Biz buna dayanmaya çalıştık, hâlâ direniyoruz. Yayınevlerinden tanıtım metni almadık bugüne kadar. Reklam karşılığı kitap tanıtmadık. Son güne kadar kimin ne reklam vereceğinden, verdiğinden haberimiz de olmuyor. Fakat piyasada böyle bir kanı var ne yazık ki. Kitap ekleri ‘yaşamak’ için, istemeseler de böyle bir yola girebiliyor. Bu elbette fark ediliyor ve okur olarak hiçbirimizin hoşuna gitmiyor. Fakat dedim ya, iyi metinler, dil zevki veren, bilgilendiren eleştiri ve tanıtımlar hiç olmuyor değil. Bunca karanlık içinde bir kandil ışığı bile bize umut veriyor, ona da razı oluyoruz. Durumumuz bu maalesef. Ya ışık bütünüyle sönerse korkusu…

(“Edebiyat gazeteciliğinde, haber değeri gibi bir kıstastan söz edilebilir mi” sorusuna cevaben)

Maalesef ediliyor. Bu, “gazete”yi nasıl tanımladığınız ya da kurguladığınızla ilgili. Tercih yani. Fakat o tercih, piyasadan, genel geçer medya kurallarından büsbütün bağımsız olamıyor. Bir edebiyatçı olarak ben, bu deliliği yapacak birilerinin çıkmasını dilerim, isterim. Ama çok umudum yok, gerçekliği de yok şu anda bu temenninin. Kültür sanat sayfaları, bir iki gazete dışında prestij olarak çıkıyor. Bizim de var, anlayışıyla.

Oysa, edebiyatta haber değeri güdülmez. Edebiyat antibiyotik, yahut temel gıda maddesi. Böyle görülmeli. Her gün yada haftanın belli günleri okurun taze öyküler, şiirler, denemeler yahut roman tefrikası bulduğu bir gazete… Peki, okur bunu ister mi? Yahut kaç kişi ister. Ne izlediği sorulduğunda ‘belgesel’ diyen TV izleyicisinin durumu gibi bir çelişki de ortaya çıkmaz mı? Bu da ayrı bir mesele... Fakat biz, önce böyle bir gazeteyi yapmakla mükellefiz.

(“Sizin gördüğünüz sorunlar, rahatsızlıklarınız nelerdir? Ve bunlar nasıl düzelebilir” sorularına cevaben)

Başta da söyledim, günümüzde gazeteciliğin kurgulanışı edebiyatı dışarıda bırakıyor. Ancak haber olarak görüyor onu. Edebi ürünü dergilere bırakmışız. Belki olabilirliğine inanmıyoruz, belki küçümsüyoruz. Belki de çağının geçtiğini düşünüyoruz yahut müşterisinin olmayacağını. Nasıl mı düzelir? Halihazırda zor. Politikanın hayatın birinci meselesi, ölüm kalım meselesi olmaktan çıkması gerek önce. Bunu hayatından çıkaran insanların çoğalması… Arınmak isteyenlerin, dilini ve ruhunu arındırmak isteyenlerin varlığından emin olmamız gerek. Sonra cesur ve Llosa’nın söylediği anlamda edebiyatın yararına inanan yayın yönetmenleri, gazeteciler…

Ali Çolak’ın yahut Hürriyet’ten Cumhuriyet’ten, Taraf’tan bir arkadaşın tek başına buna inanması, buna istekli olması yetmiyor.

En azından hayal edelim, böyle gazeteler olabilir, olsun. Sonra teselli olalım Yahya Kemal gibi, “Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."

Çağlayan Çevik (Fotoğraf: Muhsin Akgün)Çağlayan Çevik: İlk yapılması gereken, şu an yapılanların temelindeki anlayışı bir kenara bırakmak

(“Türkiye'de edebiyat gazeteciliği yapılıyor mu / yapılabilir mi” sorusuna cevaben)

Açıkçası son yıllarda ülkenin “gazetecilik” yönüne baktığımızda edebiyat gazeteciliğini bir kenara koyalım, salt gazeteciliğin bile ne kadar yapıldığı, yapılabildiği ve  yapılabilindiği zaman yaşananlar başlı başına bir değerlendirme/ dosya hatta tartışma konusu. Toru topu on küsur yıllık “kültür sanat gazeteciliği” tanıklığım üzerinden bütün bir gazetecilik üzerine konuşmam mümkün değil. Oradan baktığımda bile, “edebiyat”a özel bir yaklaşımla, işi daha da ileri götürmek, sevimli bir ütopya gibi duruyor.

Tuhaftır; tarihsel açıdan baktığımız zaman, gazeteciliği bu topraklara getiren isimlerin edebiyatçı olması, vardığımız noktanın nasıl bir garabete sahip olduğunu daha açık gösteriyor. Bugün gazetelerde düzenli yazı yazan “edebiyatçı” adlar kimler? Özellikle ana akım üzerinden değerlendirdiğimizde; Doğan Hızlan ve Ahmet Cemal bugün yazmaya devam eden isimlerden ilk aklıma gelenler. Halihazırda haftalık kitap eklerinde veya haftasonu eklerinde düzenli yazan “edebiyatçıları” hariç tutuyorum elbette. Bir dönem Ahmet Altan ve Radikal Gazetesi’nin matbu yıllarında, haftalık yazılarıyla Haydar Ergülen bu listeye ilk hamlede ekleyebileceğim isimler... Bir elin parmağı kadar bile çıkmayacak neredeyse!

Edebiyat gazeteciliği derken, bu tanımdan tam olarak ne anladığımız veya ne beklediğimiz önemli. Yine ana akım medyada yer bulan, salt yeni çıkan kitaplardan söz edilmesini bekliyorsak, bilhassa “popüler” olan, okur nezdinde daha çok ses getirileceğine inanılan kitaplar, isimler hakkında mutlaka bir şey söyleniyor. Bu haliyle “evet” yapılıyor demek mümkün(!) Yazar ölümlerinin veya ödüllerin haberleştirilmesiyse aradığımız, onun da yer bulduğunu görmek mümkün. Bugün aramızda olmayan kimi şairlerin, kitaplarına girmemiş ancak dönemin “gazete”lerinde yayımlanmış şiirleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Yaşayan bir şairin yeni şiirini yayımlayan gazeteden söz etmek bir hayal bugün! Peki, en sonuncusuna belki çeyrek asır evvel denk geldiğimiz “edebi tartışmalar”ın cereyan ettiği bir olay yaşadık mı, gazeteler veya en azından dergiler üzerinden gerçekleşen bir edebiyat tartışması en son ne zaman gördük? Haydi edebi tartışmayı geçtim, örneğin Selim İleri, Cemil Kavukçu, Enis Batur, Ayla Kutlu, Ayfer Tunç, Faruk Duman ve şu an saymakla bitmeyecek daha nice isimle yapılmış ana gazetede manşetten duyurulan, televizyonda “prime time” denen saatte yayımlanan bir söyleşiye ne zaman isabet ettiniz? Edebiyatçılardan “manken” veya “politik figür” olmasını beklediğimiz müddetçe “yapılıyor” dememiz mümkün değil. Yapılabilir mi? Elbette yapılabilir. Neden olmasın… İlk yapılması gereken, şu an yapılanların temelindeki anlayışı bir kenara bırakmak!

(“Kitap haberleri ve kitap söyleşileri, reklam ve tanıtımların ötesine geçiyor mu” ve “Edebiyat gazeteciliğinde, haber değeri gibi bir kıstastan söz edilebilir mi” sorularına cevaben)

En son Orhan Pamuk’un kitabı çıkacağı/ çıktığı için ve Harper Lee’nin yıllar önce yazılmış olsa da, hâlâ yayımlanmamış kitabı ile ilgili kitap haberi çıkmıştı. Onun haricinde “ödüller”i bir kenara koyarsak, bir kitap haberi kaç tane hatırlıyoruz? Bundan çok değil üç, bilemediniz beş yıl önce ödül alan yazarla, ödül vesilesiyle yapılmış bir “gazete” söyleşisi, en azından haftasonu ilavelerinde yayımlanıyordu. Bundan daha iyi bir haber değerine ihtiyaç var mı? Varsa zaten durup düşünmemiz gerekiyor!

Bizim haberdar olduklarımız, kitap eklerinden, sosyal medyadan veya tek tek kapanan edebiyat dergilerinden gördüklerimiz haricinde en fazla “siyasi gündem”e denk gelen veya dedikoduluk malzeme sunan anı- hatıra kitapları da haber oluyor çok zaman. Bunun dışında bir “haber değeri”nden söz etmek mümkün değil. Ancak bir yazarın 25’inci, 40’ıncı edebiyat yılı veya önemli bir kitabın yayımlanışının yıldönümü haberler arasında muhakkak değerlendirilmeli. Tabii buna hangi yazı işleri müdürü, ek editörü “ooo bomba haber!” der, ben de merak ediyorum… Kitap söyleşileri ise zaten yayınevlerinin “reklam- tanıtım” operasyonları (evet artık tüm bunları bir arada operasyon sözüyle anıyorlar) ile birlikte planlanıyor zaten. Yani söyleşi reklamın veya tanıtımın ötesine geçmek şöyle dursun, yanında yer almış halde. Belki de o yüzden birbirinin aynı soruları, cevapları birbirinin aynısı veya neredeyse “sizi biraz tanıyalım” ile başlayıp “kitabınızda ne anlatıyorsunuz” ile devam eden soruların yer aldığı söyleşiler okuyoruz. Ne yazık ki, kitabı on binlerce basılan yazarlarla sırf “o hafta” söyleşi yapılmış olsun diye yapılan söyleşiler okuyoruz son yıllarda. “Hemen yayınlanmalı”, “bir an evvel girmeli”, “bu hafta her gazetede çıkmalı”, “bombalayalım” (vardır bu ifadeyi kullanan), “ilk biz yayımlamalıyız” koşturmaları söyleşiyi nitelik olarak değil “zaman” açısından değerlendirmemize sebep oluyor, o kadar. Haliyle günde kaç kere seviştiğini sormaktansa, kitabın diğer edebi referansları üzerine bir sorunun yer aldığı bir söyleşi için “ama biz edebiyat dergisi değiliz, halk bunu okumaz” reddiyesiyle karşılaşmak olağan hale gelmiş durumda.  

(“Sizin gördüğünüz sorunlar, rahatsızlıklarınız nelerdir? Ve bunlar nasıl düzelebilir” sorularına cevaben)

Şimdi bakıyorum, sanki bu zamana kadar sadece rahatsızlıklardan bahsetmişim, lafı daha fazla uzatmaya gerek yok sanırım. O yüzden nasıl düzelebilir sorusuna sadece şunu söyleyebilirim; okuyarak! Sadece ve daha çok okuyarak!

Bedir Acar: Menüyü çeşitlendirmek zorundayız

Gerçek gazete okurunun giderek azaldığı, habere bakışın magazinleştiği ülkemizde medya gündeminin başrolünde hep siyaset var. Açın bakın gazetelerin birinci sayfalarını, televizyon kanallarını… Birinci sırada siyasi gündem, siyasetçilerin ipe sapa gelmez polemikleri… Muhalefet desen, mahalle kavgacılarından farksız, vizyonsuz…

Bedir AcarMedya da bu vizyonsuzluğun tellallığını yapıyor, daha fazlası değil. Siyasetçi öksürdüğünde haber oluyor, edebiyatçı ise ancak ölüm döşeğine düştüğünde… Dizilere bakın… Aşk, entrika, kabadayılık, silahlar, düzenbazlıklar… Sinemaya bakın ağırlık Recep İvedik ve versiyonlarıyla, diğer tarafta taşra bunalımları…

Bunların hepsi bir zincirin halkalarını, yahut bir yapbozun parçalarını oluşturuyor. Böylesi çarpık bir resim olunca da ‘güzellikler’, sanat, edebiyat, ruha dinginlik veren şeyler, kuru gürültüler arasında pek cılız ve sessiz kalıyor. Zaten herkes bir acelecilik, bir telaş içinde…

Pek çok gazetede sanat sayfası yok; olanlarda da güncel sanat olaylarının halkla ilişkiler düzeyinde yalapşap ele alınması söz konusu. Kritikten çok reklamasyon söz konusu. Bu, gazetelerde sanat edebiyat konularında yeterince uzman muhabirin yer almayışından kaynaklanıyor. Hep söylendiği üzere kültür ve sanat servisleri en az elemanla çalışan servislerdir gazetelerde. Burada istihdam edilen ‘eleman’nın -‘allame-i cihan’ olması beklenmiyorsa eğer- durumu idare etmesi yeterli görülüyor çoğu zaman. Hal böyle olunca da ‘edebiyat, sanat kritikleri’ yazmak için belki dışarıdan yardım almak gerekiyor ama, taşıma suyla da değirmen dönmüyor çoğu zaman… Ya da ne derler ‘Elle gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz…’

Eskiden gazetelerde bizzat edebiyatçılar yazıp çizer, romanlar tefrika edilirmiş. Necip Fazıl mesela, ‘Büyük Doğu’yu çıkarmış. Şimdi o çapta kaç edebiyatçı dergi çıkarıyor, gazete sayfası hazırlıyor, yahut köşe yazıyor? Böyle kişilikler de gazetelerden birer ikişer çekilmiş günümüzde…

Edebiyat gazeteciliğine gelince… Böyle bir gazetecilik türü var mı tartışılabilir ama, edebiyat dünyasına ilgisini yoğunlaştırmış gazeteciler, kitap eki hazırlayanlar, yayın dünyasını yakından takip edip yetişebildiği kadarıyla yorum/ tanıtım yapan arkadaşlarımız elbette var. Bu, neresinden bakılırsa bakılsın kıymetli bir çaba. İyi kötü, eksik gedik, edebiyat dünyası, medyada bu arkadaşların elinden görünür hale geliyor. Gazetelerin sanat sayfaları şairlere, yazarlara, edebiyata elbette açık ama sadece bununla sınırlı kalması beklenemez. Bir sayfamız var ve bunu idareli kullanmak, sanatın diğer renklerine de açık tutmak zorundayız. Roman okumaktan hoşlanmayan bir okura belki bir film haberinden bahsedebilirim, o da ilgisini çekmediyse bir sergi önerebilirim. Yani menüyü çeşitlendirmek zorundayız.

Bir de şöyle bir durum/ soru var: Bir yazar olarak mesela Orhan Pamuk bugün adım atsa, öksürse haber olabiliyor ama ilk romanını yazan bir yazar ne kadar medyada yer bulabilir kendine?

Evet, Orhan Pamuk her halükârda haber malzemesi olabiliyorsa bunun arka planındaki 40 yıllık emeği de göz ardı etmemek gerekiyor. Yeni yazarlar ise bir şekilde medya ile iletişimi doğru kurmak, kendilerini ifade etme konusunda ekstra çaba sarfetmek zorunda kalabiliyorlar. Unutmamak lazım ki edebiyat dünyası, ilk kitabını basacak yayınevi bulamamış olsalar da sonra sonra yayınevlerinin kapılarında kuyruk olduğu ünlü yazarları da gördü.

Kendi adıma geçen yıllarda -iyi yazdıklarına inandığım- iki yeni yazarın ürünlerine sayfamda yer verdim ve sonrasında her iki yazar da büyük yayınevlerinin, edebiyat dergilerinin ilgisini çekti. Biri İletişim Yayınları’ndan ikinci kitabını çıkardı bile. Bu geri dönüşe şahit olmak meslek hayatımın en büyük mutluluklarından biri oldu. İlk romanı ile ilgili kritik yazdığımız bir yazardan da şu cümleyi duydum ‘Gazetede yazı çıkmadan önce edebiyat dergilerine yazı gönderiyordum ancak iki yıldır hiçbiri yayınlanmadı, ne zaman ki gazetede romanımla ilgili değerlendirme çıktı, şimdi benden yazı istemeye başladılar.’

Bir de edebiyat haberlerine münhasır internet siteleri var. Bu sitelerde kitaplar ve yazarlar üzerinden edebiyat haberleri öncelikli olarak yer alıyor. Bu da bir nevi edebiyat gazeteciliği olarak yorumlanabilir. Bu siteyi okuyanlar da ‘edebiyatı önceleyen’ okurlar olarak görülebilir.

Ve dergiler… Edebiyat dergileri… Hâlâ hayatımızdalar ve edebiyatın nabzının daha çok atması gerektiği yerler. Gazeteler günlük tüketime yönelik bir ürünken,  dergiler, edebiyat adına kalıcı işlere imza atmakta daha özgür ve özgün bir yere sahip. Neden? Bir edebiyat dergisini satın alacak okurun beklentisi ‘edebiyat’ okumaktır. Bu beklentiyi karşılamak da dergiyi çıkaran ‘edebiyat habercilerinin’ görevi olmalı. Ama bir gazete satın alan okur dergi okuru kadar ilgi alanları belirli bireyler olmayabilir. Bunu dikkate alan biz kültür sanat gazetecileri, spordan politikaya, ekonomiden dış haberlere birbirinden çok farklı beklentileri olan ‘günlük’ okurun sanata, kültüre, edebiyata da dikkatini çekmeye, bir kitabı okuması, bir filmi görmesi için argümanlarımızı da sunarak ‘aklını çelmeye çalışırız’ hepsi bu.