“Kültürden söz etmenin, sanata sığınmanın ve edebiyata başvurmanın tam sırası”

Cem Erciyes 25 yıl boyunca kültür sanat gazeteciliği yaptı. Bu sürecin 19 yılında Radikal kültür ve Radikal Kitap’ı yönetti. Şimdilerde ise Doğan Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni. Hâl böyle olunca konuşacak elbette çok şey vardı...

16 Haziran 2016 15:10

19 yıl... Nasıl geçti diye bir soru da olmaz ama aklına gelen, 19 yıla dair kurabildiğin cümleler neler?

19 güzel bir sayı bir kere. Büyümenin simgesi olan 18’den bir fazla. Yirminin yuvarlaklığından bir eksik. Böyle laf cambazlıkları geliyor aklıma, “19 yıla dair cümleler” denince. İşin aslı, yarı ömrüm gibi bir süre. Hızlı geçti. Ama hep de farkındaydım, güzel zamanlar olduğunu bilerek geçirdim bu süreyi. Hakkını vermeye çalıştım. Tadına varmış olmalıyım ki, bir türlü vazgeçemedim.

Peki 19 yıl önceki gazete ve gezetecilikle bugün yaşadığımız dönemi düşünecek olursak neler oldu, neler olmalıydı ve olmamalıydı sence?

Çok şey oldu. Ben anlatmayı severim, her fırsatta da o konuya girerim. Ben gazeteciliğe, 25 sene önce Dünya gazetesinde başladım. O zaman da Dünya, küçük bir gazeteydi. Teknolojisi de bir parça eskiydi ve ben bu sayede benden önceki kuşakların gazete yapma biçimlerini görebildim. Ustalığın hâlâ çok önemli olduğu bir zamanmış o. Teknik anlamda ustalıktan söz ediyorum. Montaj şefinin, matbaa makinasının başındaki ustanın, hani tabiri caizse “allah gibi” olduğu zamanlar. Alaylı muhabirlerin, lise mezunu müdürlerin olduğu yazıhaneler. Beyaz önlüklü çaycının ince belli bardakta çay dağıttığı, yanında bir de sigara yakıp fosurdatıldığı, yazıların çat çat daktiloda yazıldığı bir gazete ortamı. Üzerimizde 12 Eylül’ün gölgesinin devam ettiği günler. Ama bir yandan da gazetelerin zenginleştiği, siyasetin mümkün mertebe ikinci plana atılmaya çalışıldığı, “life style”ın icad olunduğu zamanlar. Güneydoğu’daki gayrı nizami harp da o zamanlar kendini göstermeye başlamıştı. Sanırım “muhalif basın” ve “ana medya” kavramları da tam buralarda bir yerlerde billurlaştı. Ana medya büyüdü büyüdü, sonra internet icad olundu, sonra Ak Parti geldi ve şimdi her şey küçülüyor, küçülüyor... Neler olmalıydı? Bilmiyorum. Belki daha fazla özgürlük olmalıydı... Ne oldu? Gazeteler daha da küçüldü, daha da zor çıkar oldu. Gazeteciler daha da fakirleşti, hatta meslek bedava icra edilen bir hobiye, gönüllülük ya da duyarlılık projesine filan dönüştü. O zaman “özel televizyon” denilen kanallar günümüzde çoğaldıkça sıradanlaştı; televizyon sektörü iyiyi vasata kurban ede ede büyüdü. Şimdi birçoğumuz için ne okuyacak gazete, ne televizyon var. İşte bu iş böyle olmamalıydı.

Tabii aslında bizim, ama özellikle de benim için önemli olan burada bir gazetenin veda etmesinden öte bir kültür sanat haberciliği döneminin kapanması. Radikal en başından beri kültür sanat haberciliğine çok önem verdi. Mesleki olarak da önemliydi. Radikal Kültür Sanat Servisi’nden yetişmek diye bir şey vardı...

Çok teşekkürler. Öyle bir şey vardı hakikaten. Radikal Kültür Sanat Sevisi’nin bir şanı şöhreti oldu. Radikal Kültür Sanat Servisi’nde her sanat dalıyla ilgilenecek ayrı bir muhabir, o alanda her hafta yazacak bir eleştirmen istihdam edebilme olanağı bulduğumuz için şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Ben bir yönetici için tüm dezavantajlarına rağmen serviste uzmanlaşmayı savundum. İnsanları ilgili oldukları alanlara yönlendirdik. Onlar da sanatçılarla çok iyi diyalog kurabildiler. Böylece iyi işlerin ayıklanabildiği, doğru bir dille aktarıldığı sanat sayfaları yaptık. Biraz esprili, biraz ironik ve iğneleyici, her daim de anlaşılabilir olmaya özen gösterdik. Söyleşi ve yazıların anlaşılır kaleme alınması için didişmekten hiç vazgeçmedim. Bence kültür sanat hayatının da yükseldiği bir dönemdi. Kentin özgürleştiği, insanların sokaklara çıkmak istediği, burjuvazinin sanata daha fazla değer vermeye başladığı dolayısıyla her yerden festivallerin, bienallerin çıktığı, yeni kurumların açıldığı çok hareketli yıllardan söz ediyoruz. Radikal Kültür Sanat sayfaları da bu yılların medyası oldu. Hatta bizim gibi birkaç kurumla birlikte bu dönemin kurucu unsurları arasında yer aldık bile diyebilirim.

Okurun da, sanatseverlerin de kaybı var burada. Festival zamanları çıkan özel ekler, eleştirmenlerden yazılar vesaire kültür sanat hayatımızın dinamiklerinden birini oluşturuyordu Radikal’in sayfaları... Çünkü şimdilerde Cumhuriyet hariç kültür sanat servisi olan gazete yok bildiğim...

İşte tam da bunu söylüyorum aslında. Mesele önemli ölçüde okur meselesi. Radikal gazetesinin iyi bir okuru vardı, o okur, gazetesinde iyi kültür sanat sayfaları istiyordu. Hani her gün okumasa bile aldığı gazetede böyle bir şey olduğunu bilmek istiyordu. Çünkü iyi kültür sanat yazılarına, söyleşi ve haberlerine ihtiyaç duyuyorlardı. Şimdi çok emin değilim. Böyle bir ihtiyacın eskisi kadar güçlü olduğunu sanmıyorum. Çünkü kültür sanatsızlaşmış bir ortam var. Bir tür çoraklaşma yaşıyoruz. Hani “kültür ve sanatla baş edemeyenler onun önünü kesmekte buldu çıkar yolu” diyeceğim ve sanırım çok da yanlış olmayacak. Film, müzik festivallerinin yapılamaz olduğu, konserlerin iptal edildiği, yapılanın da tatsız tuzsuz gerçekleşip gittiği bir kültür sanat eğlence ortamı var birkaç yıldır Türkiye’de. Özgürlüklerin olabildiğince daraltıldığı, herkesin ağzından çıkanı iki kere duymaya çalıştığı tedirgin bir ortam. Hadi siyasi baskıya filan aldırmasanız ya da bütün bunların size değmeyeceğini düşünseniz bile çevrenizdeki felaketlere bir şekilde tosluyorsunuz. Ege’de boğulan mültecilerden, madenlere gömülen işçilerden ya da kendi kentlerini yerle bir eden savaşın karamsarlığından söz ediyorum... Gazete sayısı arttı mı bilmiyorum. Ama tiraj derdi olmayan yandaş medyanın mesela, kültür sanat derdi de yok, bu belli. Çünkü yaptıkları sayfalardan bir süre sonra onlar da sıkılıyor. O sayfalar tavsıyor, yapılamıyor. Çünkü sanatın da yandaşını arayan bir kültür sanat gazeteciliğinin gidecek yeri yok. Evet geriye bir tek Cumhuriyet kaldı. O sayfaları bizim eski Radikal Kültür Sanat ekibinin önemli isimlerinden Evrim Altuğ yönetiyor. Ne yazık ki sayfa sayısı biraz azaldı. Ama Cumhuriyet’e bunun için kızılmaz tabii. Onların da türlü türlü derdi var.

Sanat sayfaları kadar elbette Radikal Kitap da bir marka oldu. Zaman zaman elbette tekrara düşülen dönemler oluyor, uzun süreli yayınların kaderi bu ama Radikal Kitap her ne olursa olsun marka olmayı başardı ve tarihe adını yazdırdı...

Tarihe, gazetesi kapandığı halde çıkan ilave olarak geçti, evet. Bu durumu seviyorum. Radikal’in kapanması travması karşısında bir nevi ironi ya da teselli ikramiyesi gibi. Aynı ekip, epey uzun süre yaptık Radikal Kitap’ı. İlk ekiple bu ilaveyi kurarken, yayın dünyasında iyi olan her tür kitaba açık bir ilave yapmayı hedeflemiştik. Gazetecilik ilkelerini de hep aklımızda tutarak bunu yapmaya çalıştık. Böyle kitap eki yapan yoktu, bizimki çok ilgi çekti. Uzun süre de o seviyeyi korumuş olmalıyız ki dediğin gibi “markalaştık”. Unutmuyorum 2000’lerin ortaları filan olmalı, Radikal Kitap o kadar popülerdi ki, her hafta ortalama 60 sayfa çıkar olmuştu. Sonuçta İsmet Berkan, “Bir ilave ana gazeteden daha kalın olamaz” gibi bir gerekçeyle ilan fiyatlarına öyle bir zam yaptı ki, biz 30’lara indik... Ama işte yıllar geçti gazete önce dijital oldu sonra tümden kapandı ama Radikal Kitap hâlâ çıkıyor. Radikal markasını yaşatmak da bizim kitap ekine kaldı, bundan gurur duyuyoruz. Ve sanırım bu özelliğiyle dünya medya tarihinde müstesna bir yeri hak ettik. İşin aslı, ilk soruda da sözünü ettiğim kültür endüstrisi dinamikleriyle ilgili bir durum bu. Yayıncılık 2000’lerle birlikte büyüdü. Hem de çok büyüdü. Radikal Kitap da bu dünyanın nabzını en iyi tutabilen yayın, bu dünyanın iletişim organı oldu. Yani o başarıyı biraz Radikal’in kendisine, biraz iyi kitap eki yapmamıza, en çok da yayın dünyasına borçluyuz bence.

Radikal’in kültür sanat servisinden dijitaldeki Radikal’in genel yayın yönetmenliğine geçtin. Bu başka bir disiplin gerektiren, başka bir algı ve refleks gerektiren bir işti. Nasıl geçti? Oradan kültür sanat haberciliğine bakmak nasıldı, daha doğrusu bakabildin mi?

Baktım tabii. Kısacık yayın yönetmenliğimde (toplam üç buçuk ay sürdü) bir iki röportaj vermeyi başarmış ve orada “ana sayfasında kitap ve kültür sanat haberi olan internetin tek büyük haber sitesiyiz” diye övünecek fırsatı bulmuştum. Burada da tekrar etmiş olayım.

Hakikaten bizim rekabet ettiğimiz çoğu büyük gazetelerin adını taşıyan internet sitelerinin ana sayfalarında daha uzunca bir süre kültür sanat haberleri görmenin mümkün olacağını sanmıyorum. Oralarda çok başka bir rekabet almış başını gidiyor. 

Şunu düzeltmeli miyim bilmiyorum. Ben son dört yıldır filan Radikal’in Ek Yayınlar Yönetmeni idim. Basılı gazetenin son iki yılında Pazar gazetesinin yayın yönetmenliğini yapıyordum. Başlarda Gökçe Aytulu ile paylaştık bu işi, sonra o Hürriyet’e geçince ben de pazar manşetleri atmaya tek başıma devam ettim... Yani kültür sanat sayfaları ve kitap eki kadar her nevi yaşam, magazin, siyasetle ve hayatımda ilk kez futbol maçlarıyla ilgilenmek zorunda kalmıştım. Yani gazeteciliğin iyi kötü her yanını görüp tecrübe etmek fırsatım oldu.

Bir yayını yönetirken eğer odaklandığın tek şey daha fazla okunmaksa, kültür sanatla hiç işin olamaz. Nitekim pek çok yayında kültür ve sanat bu nedenle hiç yok. Varsa da görülemeyecek kadar derinlerde. Kültürel konularla ancak okuruna da kendine de güvenen bir yayın ilgilenebilir. Çünkü bu, size bir magazin bombası ya da siyasi kriz gibi anlık trafik getirmez ama uzun vadede okurunuza değer verdiğinizi gösterir. Ona incelikli ve aşkın bir konuda haber, yazı vermek, sanatçıları, yazarları tanıtmak, bu yaratıcı insanların sözlerini aktarmak bir anda sizi özgün ve güçlü bir içeriğin sahibi yapar. Bunun, yayının tüm dilini etkilediğini bile düşünüyorum. İçinde kültür sanat, kitap haberleri çok olan, sanatçıları entelektüelleri küçümsemek yerine onlara saygı duyan bir yayında haber yazma dili de, başlıklar da, haber tercihleri de farklı olur. İnsana duyulan saygı ve ilkeli duruş kendini gösterir. İşte akıllı başlı, iyi eğitimli hatta “aslında entelektüel” adamların ve kadınların çalıştığı bazı yayınların bu kadar berbat ve seviyesiz olmasının sebebi kültür sanattan nasibini almamış içerikleri bana sorarsanız.

Ben Radikal’i yönetirken herkes içindeki “sanatsever”i iyice ortaya çıkartmıştı. Hiç kimse merak etmesin o dönem Radikal’in okunma oranları azalmadı, tam tersine arttı.

Bir gazeteci bence her zaman gazetecidir. Yani pratik anlamda her gün bir gazete binasından girmesen de eminim olan bitene, yapılan yayınlara sen de gazeteci, editör gözünden bakıyorsun değil mi? Peki bu göz bugünün ve ilerideki zamanlarda Türkiye’de kültür sanat ve edebiyat yayıncılığının geleceğini nasıl görüyor?

Şimdi bir yayınevi yönetiyorum ve o nedenle bir başka gözle de bakıyorum... Bakıyorum ama halimiz biraz zor görünüyor. Biraz önce de söylediğim gibi, internet medyası trafik saplantısına esir olmuş vaziyettte. Dolayısıyla ana medyada daha uzun bir süre kültür sanat ve edebiyatı görebileceğimizi sanmıyorum. İşin aslı internet söz konusu olduğunda ana medya dışında epey alternatifimiz var. Bugün kültür sanat, edebiyat konusunda haber yapan, yazı yayımlayan internet sitelerinin sayısı belki de otuzu bulmuştur. Ama hiçbiri yeterince okura, sanat izleyicisiyle kurulmuş sağlam ilişkilere sahip değil. Yani eski tabirle yeterince “etkili” değil. Bu çokluk halinden de kaynaklanıyor ve çokluğun demokratik, çoğulcu bir yanı da var. İşini biraz iyi bir yanı varsa o da buralarda bir yerde. Ama sert gerçek, bu sitelerin neredeyse hepsinin yeterince içerik üretemiyor olması. Çünkü içerik üretmek aslında gayet pahalı bir şey. İnternet medyasınıın kalem erbabına yaptığı en kötü şey “bedava yazı” meselesi. Bedava yazılar internetteki cılızlığı örtmeye yetmiyor. Bir internet sitesi gazeteden belki on kata daha fazla yazı ve habere ihtiyaç duyuyor. Zaten kullanıcı sayılarına bakın bunu görürsünüz. Ortalama bir edebiyat dergisi ayda 3 bin satar. Ortalama bir edebiyat sitesi 130 bin tekil ziyaretçi çeker... İçeriğin de buna göre zenginleşmesi ise imkânsız. Çünkü internet hâlâ yeterince gelir getirmiyor. Dijital ajanslar sağ olsunlar kullanıcı başına fiyatlandırma filan gibi uygulamalarla özel ilgi alanlarına hitap eden sitelerin yaşama şansını daha da azaltıyor. Ben bu ortamda bir müzede açılan uluslararası serginin reklamının erkek sitesine verildiğini bile duydum ve kulaklarıma inanamadım! Dolayısıyla internetin hali ne olacak bilmiyorum, bu konuda çok umutlu değilim. Sanıyorum ki bu alanda iletişim daha bir süre arkadaş çevrelerine hitap eden “bloglar” ve kültür etkinlikleri üretenlerin yapıp ettiklerini haber vermeleri için yeterli gördükleri “sosyal medya” ilişkileri ile devam edecek.

Basılı medyada ise hiç umut yok.  Zaten çoğu yandaş medya. Yani kültür sanat üretenlerin neredeyse tamamını kendine düşman bellemiş vaziyetteler. İsteseler de doğru dürüst kültür sanat sayfası yapacak halleri yok. Aslında bazen düşünüyorum: Mesela siyasi iktidar kültür sanata önem veriyor gibi görünseydi, zaten satış kaygısı olmayan bu gazeteler ne güzel ikişer üçer kültür sanat sayfaları yapardı... Bilmem farkında mısınız ama Türkiye televizyon aleminde haber kanallarının sayısı son beş on yılda belki on yirmi kat arttı. Ama hiçbiri kültür sanat haberi filan yayınlamakla uğraşmıyor. Çünkü bu kanalların varlık sebebi Türkiye’nin kamplaşmış siyasi ortamına hizmet etmek. Ne tarafa olursa olsun. Aslında sadece ve sadece tartışma programı yayımlamak için kurulmuş vaziyetteler. Eski, köklü haber kanalları bile kültür sanat yayınlarını azalttı. Çünkü Türkiye’nin şiddetli gündeminde kültür ve sanattan bahsetmek insanlara tuhaf gelmeye başladı. Neyse, bu konularda saatlerce konuşabilirim. Ama şunu söyleyerek şimdilik bu bahsi kapatayım; biz biliyoruz ki kültürden söz etmenin, sanata sığınmanın ve edebiyata başvurmanın tam sırası. Sinemadan romana yepyeni damarlar çıkacak ortaya. Tabii ki bunların medyası da olacak. Ama şimdiki aktörlerin önemlice bir kısmı o medyada artık yer almayacak. Çünkü insanlık tarihinin karanlık çağları gibi, bir öncekini sıfırlayan bir dönem yaşıyoruz bence şu sıralar.

Şimdi zaten aslında pek de yabancısı olmadığın yayın dünyasındasın. Doğan Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni oldun. Yabancısı değilsin elbette ama şimdi tarafın değişti diyebilir miyiz? Kitap eklerini ya da edebiyat dünyasını başka türlü bir bakışla takip edip değerlendireceksin...

Kitap ekleri tamamen Türkiye’ye has bir şey. Bunun öncülerinden biri olmakla çok gurur duyuyorum. Ama kitap ekleri için de zor bir dönem başladı, bu aşikâr. Üstelik kitap dünyası Türkiye’deki kültürel alanlar içinde düzenli olarak büyüyüp çeşitlenen tek alan olmasına rağmen böyle. Mesele kitap çeşitliliğinin farklı yöne doğru gelişmesi. Ya da şöyle söyleyeyim popüler kitap türleri değişti. Bu yeni kitaplar ise kitap eklerinin ilgi alanına girmiyor. Kitap ekleri temelde edebiyattan besleniyor. Hatırlayın, 2000’lerin başında Türkiye’nin en çok konuşulan ve okunan yazarlarının başında Ahmet Altan, Ayşe Kulin, Murathan Mungan, Orhan Pamuk, Elif Şafak geliyordu. Bu isimler büyük oranda varlıklarını koruyor. Ama neredeyse onlar kadar kitap satan “inançlı kişisel gelişim” yazarları, wattpad’de kendini göstermiş 20 yaşından küçük romancılar, uluslararası bestseller dizilerinin yazarları vs. var. Bu ikinci alana kitap eklerinin ilgisiz kalması bence onları olumsuz etkiliyor. Tabii esas mesele adı üstünde bu yayınların bir “ek” olması. Aslında her biri, bir günlük gazetenin haftalık ya da aylık eki. O gazeteler zora girdiğinde kitap ekleri de bundan etkileniyor. Gazete okuru, hem internet hem de siyaset yüzünden azalıyor. Gazeteler güç kaybediyor. Yine de daha çok uzun zaman kitap ekleri yayın dünyasındaki iletişimin atardamarı olacak, buna inanıyorum. Ama K24 gibi, Egoistokur gibi internet sitelerinin de önemi gittikçe artacak. Bu da aşikâr.

Hep merak ettiğim bir şey var: Radikal Kitap zamanında elbette ayda yüzlerce kitap elinden geçiyordu, yayınevlerinden haberler, kulisler alıyordun. Az önce de dediğim gibi tarafın değişti şimdi. Artık gündeminde onaylansa mı onaylanmasa mı diye sorulan dosyalar, yeni kitaplar, yeni diziler ve hepsi aynı yayınevi olacak, ama senin yayınevin...

Gelelim Doğan Kitap günlerime. İşin aslı yayıncılık ve yazarlık bu kitap gazetecilerinin gönlünde hep gizli bir arslandır. Ben yazarlık dürtüsüne bol bol yazı yazarak direniyorum hâlâ. Yayıncılık için de Doğan Kitap’tan gelen teklif iyi bir vesile oldu. Tabii ki pek çok şey yapmak istiyorum. Sevdiğim yazarların kitaplarını yayımlamak, yepyeni diziler yapmak, büyük ansiklopedik projeleri gerçekleştirmek gibi... Ama bir günde değil. Biraz zaman alsa da yapacağız. Çünkü Doğan Kitap’ın gerçekten uzaktan göründüğünden daha profesyonel ve yüksek kapasiteli bir kurum olduğunu gördüm içine girince. Bu potansiyele uygun daha enerjik pek çok iş yapacağız. “Ne o işler,” diye sorma. Böyle şeyler kesinleşmeden açıklanmaz, malum. Yoksa boyuna atıp tutan proje insanlarına benzemek istemem. Tarih konusu Doğan Kitap’ta neyse ki var olan bir damar. Tabii benim ilk projelerimin önemlice bir kısmının tarih kitapları olmasını değiştirmiyor bu durum. Popüler ve akademik tarihçilerin yeni kitapları gelecek. Ben çeviriden önce telif kitaplara asılmaktan yanayım. Bu alanda kitap yazan ve yazdırılacak çok değerli pek çok isim var.

Peki, sabah yayınevinin kapısından girdin, günlerden de pazartesi... Bir gün ama özellikle de pazartesi günleri nasıl geçiyor Doğan Kitap’ta anlatır mısın?

Doğan Kitap’ta, gazetecilikte yapmadığım kadar çok toplantı yapıyorum. Pazartesi yönetim toplantısı, salı Doğan Kitap yayın kurulu, perşembe Novus yayın kurulu vs. diye gidiyor. Toplantı masasını çıkartıp yerine koltuk takımı koydurttuğum odamda her gün en az bir ya da iki yazarla bol çay içip laflıyorum. Sonra raporlar, sonra yayın planları, sonra sonsuz e-postalar, ajanslardan gelen kitap özetleri, Doğan Kitap’ın önceden kabul edilmiş ve benim hiçbir fikrim olmayan yeni kitaplarının okunması, çıkacak olan kitapların okunması, aslında asla yayımlanmayacak ama bir türlü hakkında karar verilemeyen kitapların okunması... Yani okumam ve konuşmam epey hızlandı. Şaka bir yana. Başka yayınevlerinden çıkan sevdiğim yazarların yeni kitaplarını da ekleyince okuma listem inanılmaz uzamış vaziyette. Ama hani bir laf vardır ya, “tek derdin bu olsun!” diye; bence de öyle...

Şu meşhur e-kitap meselesini yıllarca siz de sordunuz yayıncılara... Şimdi ben sana sorayım yeniden. Senin profesyonel dijital yayıncılık deneyimin de var. Türkiye de gerçekten bir gün çoğunlukla e-kitap’a ilgi duyacak mı? 

Dijital dünyanın büyüme hızına, tablet ve cep telefonları derken bilgisayarın hayatımızı nasıl kapladığına bakarsak, bir gün çoğunluğun e-kitap okuyacağını söylemek bir kehanet sayılmaz. Esas kehanet bunun ne zaman gerçekleşeceği. İnternet, her tür basılı malzemeyi silip süpürürken kitap buna başarıyla direniyor. Hatta Türkiye’de mesela daha çok kitap basılıyor. E-kitap sayısı da tabii ki hızla artıyor. Ama işin aslı o kadar da hızlı büyümüyor. İnsanların kitaba, kağıda olan ilgisi bizim ömür süremiz içinde azalmayacak, bundan neredeyse eminim. Ama romandan araştırmaya metinlere ulaşmak için tablet ya da okuyucu kullanma oranı artacak, bu da kesin. Bu işin bir kırılma noktası olacak, oradan itibaren gündelik hayatta gerçekten de e-kitaplar yaygınlaşacak. Ama o nokta ne ve nasıl? Bunu bilmiyorum. Herkes o güne hazırlanıyor Türkiye’de, hem de yıllardır. Sistematik olarak mevcut kitaplarını e-kitap formatına çeviriyorlar. Aslında dijital satış siteleri aracılığıyla pek çok kitabın e-kitap versiyonuna ulaşmak mümkün Türkiye’de de. Biz de Doğan Kitap’ta bastığımız her şeyin e-kitap versiyonunu da yapıyoruz. Yakınlarda D­&R yeni bir okuyucu, Kobo’yu getirdi Türkiye’ye. Bu da mesela Türkiye’deki en büyük kitap yayın ve satış grubunun, yani bizim de parçası olduğumuz Doğan Grubu’nun bu işe nasıl önem verdiğini gösteriyor. Yani o kırılma çok uzakta olmasa gerek.

Ben kendi adıma tabii ki kağıt kokusundan kopamıyorum. Ama mesela Murakami’nin o muhteşem kitabı 1Q84’ü tabletten okumuştum çünkü 1000 sayfayı taşımak zor gelmişti. Şimdi de en çok dosya ve yurt dışından gelen pdf’leri okumak için kullanıyorum tableti.

Özleyecek misin gazeteciliği?

Evet. Şimdi hâlâ duygusalım ve bu nedenle gazetecilik üstüne cümleler kurmak istemiyorum. Her ne kadar şimdi bir başka harika işle uğraşıyor olsam da içinde büyüdüğüm o ortamı özleyeceğim. Neyse ki kültür sanat yazarlığını bırakmadım. Dergi ve internet sitelerine, bazen Radikal Kitap’a yazılar gönderiyorum...

 

Fotoğraf: Muhsin Akgün