Bilinen akımların, zaafların, kolaycılıkların uzağında kendine yakalanmamaya ant içmiş bir daimi kaçak olarak yazar... Yazarı tanımlamak için onun gibi özgün bir tavra ihtiyacı olacaktır eleştirmeye yeltenenlerin
11 Temmuz 2019 09:00
Yazarların yaşından söz edilir ama yapıtların yaşından pek bahis açılmaz nedense. Oysa yazarın tevellüdünü yapıtının yaşıyla hesaplamak çoğu zaman daha isabetli sonuçlar doğurur. Ne de olsa bir yanda fiziksel hâller ve değiştirilmeyen gerçekler, bir yanda da bunların hepsinden bağımsız, tüm tanımlara kafa tutarak hayatını sürdüren başına buyruk yazı var. Onun kendi akla hayale sığmaz dengesi, gücü, zıpırlığı, zekâsı, oyunbazlıkları, oyun bozanlıkları ve daha neleri… Gençliğinde yaşını başını almış birinin sözcükleriyle yazan yazarın yaşlandıkça yüklerinden kurtulup berraklaştığına, yazısıyla birlikte durulup ferahladığına tanıklık etmişizdir ama bu elbette tam tersini de dışlamıyor, elimizde her iki yönde de epey kanıt var.
Yaşlandıkça zihni bulanan, bir bakıma unutuluşla sarmaş dolaş savrulmalar yaşayan yazarlardan, bu savrulmaları zekâ ve duyuş marifetiyle imkâna dönüştürenlerden, giderek öfkesi artan, kontrolcü bir kasılmışlıktan mustarip dizginlerine sımsıkı bağlananlardan, kendi geçmişteki gölgesiyle (ya da kim bilir belki kendine dair yanılsamalı yargısıyla) yarışan, geçmişini öldüremediğinden yeniden doğmayı başaramayanlardan, yazmak kendisi için bir zaafa dönüştüğünden ondan ayrılamayıp hep aynı ustalığı sıkılıp yorulmadan tekrar edenlerden, ününün rantını sımsıkı sahiplenip yazar ve tanıtırken (ki bunları da birbirinden ayırmaz olmuştur zamanla) hiç durmadan aynı sorulara aynı cevaplarla yanıt verenlerden hemen uzaklaşır bilinçli, okuduğunun ötesini gören, sezgisi açık okur. Kütüphanelerde yaşıtlarını giderek eleyerek geleceğe kalan ve çağdaşlarına fark atarak asırlar öncesinden bugüne kalmış yazarlarla raflarda yan yana yer alanlar da şu an yaşlı ya da genç hiç fark etmez, kendilerini albenili tuzaklardan korumayı başarmış, fiziksel hayatlarında ağrılar çekseler de, kimi zaman hormonlarının kimi zaman hayat gailelerinin güdümünde savrulsalar da, hatta belki son nefese yaklaşmış olsalar da yazılarında her daim çevik, sağlam, atletik, dinamik, arayışını sonlandırmayan, yenilik ve yenilenme peşinde, tıknefes olmamanın, elden ayaktan düşmemenin en yaratıcı yollarını bulmuş, sürekli yeniden doğma, hiç durmadan değişip dönüşme pratiğini elde etmiş, kendi sezgisinde ısrar eden, inatçı, dirençli yazarlar olacak.
Bu yazarlardan biri Patrick Modiano. Yapıtlarıyla heyecanlananlara külliyatını hatmetmeden bu yargıda bulunabilme cüretini veren de bizzat onun yazısı, satırlarına serpiştirilmiş alçak gönüllülüğü, hep aynı seviyedeki hevesi ve sapasağlam namusudur. Aldığı büyük ödüle rağmen -evet, rağmen diyoruz çünkü bu ödülü onurla taşımakla birlikte tuzaklarına düşmekte ne yazık ki gecikmemiş başka yazarların varlığından ve yapıtlarından haberdarız- yazarın geleceğine dair olumlu yargılarda bulunma arzumuzu bastırmayışımızda da onun yazısından okura dolaysızca uzanan, sapasağlam devralınmış keskin duyuş var. Modiano’nun ödül rehavetine asla kapılmayacağını sezdiren ve bunun için takibe bile gerek olmadığı güvencesini veren de onun arayışta, çalışkanlıkta, diriliği muhafaza edilen heyecanında ve daha nice olumlu yazar niteliğinde ısrar edişi. Böylece bir kez daha iyi yazarın sadece yazdıklarıyla değil, bunun ötesinde sezdirdikleriyle ve bizatihi karakteriyle de okurlarını kendine bağladığına dair inancımız güçleniyor.
Patrick Modiano’nun 2014 tarihli Mahallede Kaybolma Diye adlı kitabı Nedret Öztokat çevirisiyle yayımlandı. Adı, kapağı ve içeriğiyle külliyata en doğru yerden bağlandığına eminiz bu kitabın da. Ne de olsa Modiano âdeta dev bir yapıtı parçalar hâlinde kaleme alıyor ve tıpkı her birinde olduğu gibi dedektifvari yöntemlerle ve cool tarzda (içten olduğu sürece cool’luk da yaşa başa bakmıyor) tamamlar gibi yaptığı ama çoğu zaman bilinçli olarak tamamlamadan bıraktığı yapboz yöntemini külliyatına da uyarlayarak okurunu kitap kitap ilerleyerek, dönerek, durarak, başa sararak o dev muammanın parçası hâline getiriyor. Kurguda ustalıktan söz edilecekse, Modiano’dan öğrenilecek çok şey var. Hiçbir zaman ele geçirilemeyecek bir kurgudur bu, dolayısıyla taklide (içeriden ve dışarıdan) kapılarını sımsıkı kapamıştır. Kırılmış hafıza kadehinin parçaları tek tek güneşte parıldarken biçimsiz camı mücevhere dönüştüren o damıtılmış ve hakkını vermeye bir ömrün bile çoğunlukla kâfi gelemeyeceği nadir bilgelik çakışıdır. Ateşe de atabilir dumura da uğratabilir, öylesine kudretli ve kendini bir anda silecek kadar da mütevazı.
Anıları anlatırken denenmemiş kaç yol kalmış olabilir ki diye düşünen kişi, bir anda o ancak hayali kurulacak mucizenin içinde bulur kendini. Yazının iskeletini fonda veren bir yazıdır okuduğumuz, bu duyuştan güç alarak yazarın, okunan hayatın kurgusunu, o kader kurgusunu yazarın bir harita gibi gözlerimizin önüne serdiğini iddia edebiliriz. Tam da o anda tek düzlemdeki yansımalar belirir zihinde; kadeh bütünlenirken, imkânsız sanılan gerçekleşir; kırık parçalar ayrışır, içinden geçen ışığın böldüğü kim bilir kaç eksene dağılır, ansızın toparlar kendini ve renklerle oynamaya başlar, belli belirsiz boynunu büküp incecik esneyerek. Yazar kendisine bile yakalanmayacak denli usta bir kaçağa dönüştürmüştür bizatihi kendi biricik kurgulanmış varlığını. Burada eleştirisini de âdeta yokuşa süren, neredeyse imkânsızlaştıran bir tavır okunur. Bilinen akımların, zaafların, kolaycılıkların uzağında kendine yakalanmamaya ant içmiş bir daimi kaçak olarak yazar. Yazarı tanımlamak için onun gibi özgün bir tavra ihtiyacı olacaktır eleştirmeye yeltenenlerin.
İçselleştirdiği tarzları ve duyuşları birbirine eklemlerken “şiirsel” ve “felsefî” gibi övgüye aracı bazı sözcüklerin zaman zaman ne kadar yapıntı durabileceğine işaret edip (böylesi özellikler bazı yazarlara rozet misali takılabilir elbette ama bu tam da onların bu özellikleri malzeme misali kullanmak üzere kasıtlı biçimde içeriden değil de dışarıdan alıp yapıtlarına takmalarından da kaynaklanıyor olabilir) yazanı uyarır gibi bir hâli var Modiano’nun. Şiirsel polisiye, belgeselci kurmaca, otobiyografik macera, psikanalitik söyleşi, sofistike best-seller… Hepsi birden ve daha tanımlanmamış nicesi birleşir mi incecik bir ciltte? Bu da yazarın yakalanmayışındaki, kendini ele vermeyişindeki sırra ortak bir bilgi olsa gerek. Onun özne olduğu cümlelerde, şiir ve düşüncenin yazısının hammaddesine işlemiş, orada çözünmüş ve ele aldığı tüm unsurlarla yekvücut hâlde bulunduğundan ve ancak itinayla iplik iplik sökülerek ayrıştırılacağından söz edilebilir.
Kitabın kapağı Fransızların tanımladığı “psikolojik kurgu” tanımlamasına bazı ekler yapacak nitelikte. Kaldı ki zaten böylesi tamlamalar, tanımlar, etiketler olsa olsa romanın zenginliğini, çok boyutluluğunu paketlemek uğruna sınırlamaktan başka işe yaramaz. Kitabın kapağında bilhassa o tek başına yürüyen karanlık adamın yüzünün hangi yöne dönük olduğundan emin olamayışımız, Modiano yazısının temel izleklerinden bazılarını daha ilk bakışta sezdiriyor. Modiano’ya aşina olanlar onun meselelerinden haberdardır elbette, bunları tekrarlamanın pek de anlamı yok ama bu kitabının da onun hayatî soruşturmasında her bir cilt gibi (yazdığı her kitap yüzündeki bir çizgi olabilir mi?) ayrı bir dönemeç olduğundan eminiz. Zira onun ısrarı ve tedirgin sağlamlığında her daim bir yeniyetmeyle bir bilgenin bir kavşakta sadece rastlaşması değil, gölgeler gibi birbirlerinin içinden geçerek bütünleşip ayrılmalarının dile, ifadeye gelmez hâli saklı.
Tam da bahsini açtığımız yazarın yaşı mevzusunda bizi daha derin kazmaya yönelten de işte o kapakta hafifçe köşeyi dönen adamın geçmişinin-geleceğinin-şimdisinin birbirine çarpıp dağılan zarlar misali sayfalara şöylece atılışıdır. Bunu izleyen yazarın hemen ardından hatırlayışının ve unutuşunun o kimi zaman net kimi zaman flu atmosferinde nasıl bir araya getirilemediğini bütün becerisi ve acemiliğiyle gösterişi var. Evet, sayıp dökülmeye, çözümlenmeye hazır hâlde bekleyen bütün ötekilerin yanısıra acemiliğin, o serin heyecan anlamına geldiğinin, bunun ancak gençlikte sezilip dondurulursa geleceğe taşınabileceğinin ve azimli bir ısrarla nasıl meziyete dönüştürüldüğünün de hikâyesidir Modiano’nun yazısı.
Fotoğraf: Rene Burri