İlban Ertem’in Puslu Kıtalar Atlası ülkemizdeki tüm çizgi roman tarihi içinde çok ayrıcalıklı bir yerde duruyor. Neden mi? İşte sebepleri…
21 Mart 2015 11:00
İlban Ertem’in Puslu Kıtalar Atlası kitabını elime aldığımda ilk düşündüğüm şu oldu: “Gerçekten beklediğimize değdi.” Çizgi romanla az çok ilgilenen, bu alandaki gelişmeleri takip eden pek çok kişi İlban Ertem'in Puslu Kıtalar Atlası uyarlamasından haberdardı. Uzun zamandan beri Ertem'in, İhsan Oktay Anar’ın bu kült eserini çizgiye aktardığı, çalışmanın yakın zamanda okuyucuyla buluşacağı vs. konuşuluyordu. Böyle üzerinde konuşula konuşula yıllar geçti. Spekülasyonlar yapıldı, tahminler yürütüldü, hatta bazıları bu kitabın hiç var olmadığını düşünmeye bile başladı. Ta ki, İlban Ertem'in kişisel web sitesinde ve bazı dergilerde bu kallavi çalışmadan parçalar görülene kadar. Bu aşamadan sonra spekülasyonlar yerini meraklı bir bekleyişe bıraktı. Ha bitecek, ha çıkacak derken yaklaşık beş yıllık bir üretim sürecinin ardından İletişim Yayınları’ndan çıkan Puslu Kıtalar Atlası geçtiğimiz günlerde raflarda yerini aldı.
Eminim Puslu Kıtalar Atlası üzerinde çok konuşulacak ve çeşitli boyutlarıyla ele alınacaktır. En azından ben; emekle, sabırla yoğrulmuş bu dev eserin bunu hakettiğini düşünüyorum. Sonradan başka yönleriyle ilgili konuşma hakkımı saklı tutarak bu yazıda İlban Ertem’in “magnum opus”unun uyarlama niteliğinden söz etmek istiyorum.
Çizgi romanda uyarlamalarının uzun bir geçmişi var. Artık klasikleşmiş pek çok roman veya hikâye çizgi romancılar tarafından çizgiye aktarılmış. Bu konuda bilinen en iyi örneklerden biri Classics Illustrated. 1941-1971 yılları arasında 169 sayı yayımlanan bu çizgi roman serisi Üç Silahşörler’den Robin Hood’a, Tom Amca’nın Kulübesi’nden Frankenstein’a pek çok klasik edebiyat eserinin uyarlamasını içeriyor. Şöyle bir düşününce bu serinin dışında daha pek çok başarılı uyarlama akla geliyor çizgi roman tarihinde: Franz Kafka’nın Dönüşüm romanından Peter Kuper’in, Herman Melville’in Moby-Dick romanından Will Eisner’in ve Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens hikâyesinden Joann Sfar’ın yaptığı uyarlamalar gibi.
Türkiye’de 2000’li yılların ortalarından itibaren büyük yayınevlerinin çizgi romana sahip çıkması, bu yayınevleri tarafından yapılan tanıtım ve dağıtım faaliyetleri ve nihayetinde bu çizgi romanların nispeten ucuz sayılabilecek fiyatlarla satışa sunulması çizgi romanın popülaritesini ve sirkülasyonunu artırdı. Bu süreçte yabancı çizerlerin kaleminden çıkan pek çok (başarılı-başarısız) uyarlama da yayımlandı. Hatta bu arada Türkçe edebiyat eserlerinden de uyarlamalar yapıldığına tanık olduk. Bu uyarlamaların niteliğiyle ilgili değerlendirmeleri bir başka yazıya bırakarak hemen şu tespiti yapmak mümkün: Puslu Kıtalar Atlası bu uyarlamalar, hatta ülkemizdeki tüm çizgi roman tarihi içinde çok ayrıcalıklı bir yerde duruyor. Neden mi? İşte sebepleri:
Her şeyden önce, İlban Ertem bir edebiyat uyarlamasının çizgi romana aktarılmasında düşülebilecek en büyük tuzaklardan birine, yani “birebir uyarlama” tuzağına düşmüyor. Bir edebiyat eserinin çizgi roman uyarlamasını “başarısız” kılabilecek bu yaklaşım, hikâyeyi parçacıklara ayırıp her bir parçayı anlatım kutularıyla resimleme esasına dayanıyor. Bu yaklaşımda iç diyaloglar ve diyaloglar da aynen muhafaza edilmek istendiği için çizgi malzemesi çoğu zaman uzun diyaloglara feda ediliyor. İlban Ertem bunu yapmıyor. O, İhsan Oktay Anar’ın sözcüklerle yarattığı dünyadan farklı ve çizgiyle örülmüş bir başka dünya yaratıyor. Ancak yarattığı bu çizgi dünyası romanda kurulan dünyaya ters düşmüyor, aksine onu tamamlıyor. Sanki Ertem ve Anar aynı manzarayı dürbünün farklı uçlarından seyrediyor gibi. Kitabın kapağında sadece İlban Ertem'in isminin yer alması, bu yarattığı farklı ve kendine özgü dünyanın yazar tarafından da kabul gördüğünün ve hakkının verildiğinin göstergesi.
Bir edebiyat eserinin uyarlanması, daha doğrusu başarılı bir şekilde uyarlanması sadece çizgi roman için değil; sinema, tiyatro, müzikal için de altından kalkılması zor bir iş. Orijinal eserin ana omurgasını koruyarak, yazarın yarattığı karakterleri ve zaman-mekân duygusunu kırıp dökmeden, hikâyeyi bir başka sanat türünün araçları ve lisanıyla anlatmak her zaman riskli. Örneğin, kim bilir kaç kez sinemaya uyarlanan edebiyat eserleri için şunu duymuşuzdur: “Film hiç olmamış; kitabındaki tadı alamadım.” Edebiyattan çizgi romana yapılan uyarlamalar söz konusu olduğunda bu zorluk katlanıyor. Çünkü çizgi romancı hikâye anlatmak için edebiyatçı kadar geniş bir yere sahip değil; edebiyatçı bir mekânı veya bir karakteri tasvir etmek için sayfalarca kalem oynatabilir. Çizgi romancı sinemacılar kadar şanslı da değil; çünkü görsel malzeme yaratmak açısından yönetmenin elinde kamera ve görsel efektler gibi teknolojik araçlar var. Bununla birlikte çizgi romancının sinemacıya göre avantajları olduğu da söylenebilir: Bir kere çizgi romancı kendi kendisinin efendisi. Çizer tüm yaratım sürecini kendisi kontrol ederek çizgi romanı tek başına, masasının başında kotarabilir. Bu, büyük bir özgürlük ve yaratıcılığı besleyen bir çalışma tarzı. Ayrıca çizgi roman okuyucuya kağıt üzerinde farklı bir okuma deneyimi sunarak (deyim yerindeyse) büyülü bir kurmaca dünyasının kapılarını aralayabilir.
İlban Ertem çizgi romanın tüm bu avantajlarını ve olanaklarını bilen bir çizer ve Puslu Kıtalar Atlası’nda yıllara yayılan birikimini ustaca kullanıyor. Ertem bir yandan hikâyenin çizgi versiyonunun inandırıcılığını sağlarken, diğer yandan okuyucuyu yarattığı çizgi dünyasının içine çekiyor. Puslu Kıtalar Atlası’nın sahiciliğinde İlban Ertem’in hikâyenin geçtiği zaman ve mekânı iyi tanımasının ve doğru tahlil etmesinin payı büyük. Kendisiyle yapılan röportajlardan Puslu Kıtalar Atlası’nı çizmeye başlamadan önce, yedi-sekiz ay boyunca 17. yüzyıl İstanbul’una ait görsel malzeme topladığını öğreniyoruz. Bu ön-çalışmanın her bir sayfada karşılığı var. Puslu Kıtalar Atlası’nın her bir karesi nefes alıp veriyor. Öyle ki, Ertem’in bir imza gibi karelerin bir yerlerine yerleştiriverdiği kuşlar sayfalar arasında kanat çırpıyor. İlban Ertem'in renk kullanmadaki ustalığı ve İletişim Yayınları’nın bu ustalığı öne çıkaran özenli baskısı da kitabın ilk sayfasından itibaren hikâyenin okuru sarıp sarmalasını kolaylaştırıyor.
İlban Ertem Gırgır'da başladığı çizgi roman macerasına 1995 yılında ara vermişti. Puslu Kıtalar Atlası onun çizgi romana dönüşünü müjdeliyor olabilir. Ardından başka işler gelir mi bilinmez ama Ertem bu işiyle Türkiye'nin en iyi çizgi romancılarından biri olduğunu kanıtlamış durumda. Fikrimce, Puslu Kıtalar Atlası Türkiye’de çizgi romanda yeni bir eşiği temsil ediyor. Bundan sonra çizgi roman veya grafik roman yapacak olanlar bu işe bakmadan yollarına devam edemeyecekler. Gerçekten beklediğimize değdi. Umarım İlban Usta bundan sonraki işi için bizi bu kadar bekletmez…