Binlerce kişi, öfke içinde haykırıyor: “Yabancılar defolun! Almanya Alman kalacak!” Aralarından bazıları Hitler selamı veriyor. Hemen arkalarındaki duvardaysa Almanca, İngilizce, Fransızca ve Rusça “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!" yazıyor
18 Ekim 2018 13:48
Karl Marx’ın eski adını kendisinden alan Almanya şehri Chemnitz’e 1971’de konulan devasa heykeli önünde toplanan binlerce ırkçı, “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin” yazılı duvar önünde “Yabancılar defolun!” sloganı attı, “yabancı görünümlü” insanları sokak ortasında avladı. Olan biten, yükselmeye devam eden, en önemli semptomu “Suriyeli düşmanlığı” olan bir ırkçılığın irin boşalttığı anlardan biri olarak kayıtlara geçti.
Henüz birkaç hafta önce... Marx’ın dört ton çeken koca kafası önünde binlerce kişi, öfke içinde haykırıyor: “Yabancılar defolun! Almanya Alman kalacak!” Aralarından bazıları, Marx’ın çatılmış kaşları, sinirle kısılmış gözleri önünde Hitler selamı veriyor. Hemen arkalarındaki duvarda Almanca, İngilizce, Fransızca ve Rusça “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” yazıyor. Kendilerini “endişeli yurttaşlar” olarak tanıtanlardan bazıları ise akşam karanlığı çöktükten sonra “başka ülkelerden gelmiş gibi bir görüntüsü olanları” sokak ortasında avlamaya çıkıyor.[1]
Burası, “Doğu Almanya” günlerinde adı Karl-Marx-Stadt olan Chemnitz; Saksonya Eyaletinin üçüncü büyük şehri. Saksonya, Bavyera ile birlikte isminin başında “özgür devlet” anlamına gelen “Freistaat” ibaresi bulunan iki Alman eyaletinden biri. Bu unvan, iki eyaletin Cermen tarihindeki güçlü rolünden bugüne ulaşan bir pâye.
Ama bir dakika...
Bu topraklardan “proletaryanın enternasyonalist diktatörlüğü” sosyalizm geçmedi mi? Az buz değil, neredeyse yarım asır boyunca milyonlara bu sistem eğitim vermedi mi? Nasıl olur da burası Almanya’da ırkçılığın yatağı olmayı sürdürebilir? Nasıl olur da ırkçı klişeler, henüz 30 yıl önce Enternasyonal Marşı ile inleyen, hürriyetin işçi tulumuyla gezdiği bu sokaklarda böylesine yaygınlaşabilir?
Yanıt vermesi oldukça güç bu soruya ben ancak iki “soru” verebilirim:
Sosyalizmin “karşı blok” tarafından sarmalandığı dönemde geliştirdiği “emperyalizme karşı anayurt savunması”, bugün milliyetçiliğin zeminine dönüşen bir sosyopolitik şekillenmeye yol açmış olabilir mi?
Almanya siyasî arenasının en solunda bulunan Sol Parti’nin en sağında bulunan Almanya İçin Alternatif Partisi’ne (AfD) oy kaybetmesinin nedeni ne olabilir? (Bu oy kaybı, Sol Parti’nin kendisi tarafından sıkça tartışılıyor. Ben ilk olarak partinin 10. kuruluş yıldönümü vesilesiyle görüştüğümüz Hamburg Parlamentosu Grup Eşbaşkanı Cansu Özdemir’den duymuştum.)
Der Spiegel’e yazdığı makalede[2] Psikoloji Profesörü Christian Stöcker, Saksonya’daki ırkçılığın kaynağının mülteciler değil, bizatihi Saksonyalılar olduğunu söylüyor ve bu tezine bazı anketleri referans gösteriyor. Sächsische Zeitung gazetesinin sorduğu soruya cevap veren Saksonyalıların üçte ikisi, kendilerini (Batı Almanyalılardan sonra) “ikinci sınıf vatandaş” olarak gördüklerini söylüyor. Bu oran, AfD seçmenleri arasında yüzde 84’e ulaşıyor. Daha eski araştırmalara göre de Saksonyalılar, Doğu Alman sosyalizminin çözülüşünden bu yana kendilerini hep “alay edilen, dışlanan” olarak görüyor ve “kurban” rolüne bürünüyor. Kendisini “ikinci sınıf yurttaş” gibi hissettiğini söyleyen Saksonyalıların öne sürdüğü ilk gerekçe, Almanya’nın batısı ile doğusu arasındaki gelir eşitsizliği. Keza Almanya İstatistik Bakanlığının verilerine göre kişilerin aylık ortalama geliri, sözgelimi Almanya’nın batısında bulunan Hamburg’da brüt 4218 Euro iken Saksonya’da 3096 Euro.[3] Öte yandan Saksonya, tarihi itibarıyla da diğer Cermen prensliklerinden ayrıksı görünüyor ve burada -sokakta giderek daha az duyulsa da- bugüne değin ulaşan tuhaf bir Almanca ağzı konuşuluyor.[4] Bu ağız, hem Almanya’nın batısında hem de kimi internet sitelerinde sık sık alay konusu ediliyor. Profesör Stöcker’e göre yükselen ırkçılık, işte bu “ikinci sınıf yurttaş” hissinin bir sonucu olarak da ortaya çıkıyor.
Fakat bir sorun var…
Başka bir anket, başka bir gerçeğe işaret ediyor: Yabancı oranı yüzde 15’ten fazla olan Baden-Württemberg Eyaleti’nde de ırkçı AfD, son anketlere göre oyunu yüzde 17’ye çıkarmış bulunuyor.[5] Başkenti Stuttgart olan bu eyalet, Almanya’nın batısında, “birinci sınıf vagonunda” bulunuyor. Yabancı düşmanlığının orada yükselmesine ne sebep oluyor?
Bana kalırsa ırkçılık, kaynağını her şeyden evvel Batı sömürgeciliğinden, bir başka deyişle “beyaz uygarlıktan” alıyor. “Doğu canavarı” imajı, avrupamerkezci ideolojik üretim yelpazesinin hemen bütün katlarında farklı formlarda yaşamayı sürdürüyor. Saksonya’nın “özsaygı” problemi ise bu bahiste ancak bir alt motif olarak okunabilir.
Irkçılık, yalnız Almanya’da değil, Avrupa’nın dört bir yanında yükselişte. “Bahane” mâlum: Mülteciler.
“Onlar ki, bir şehirde nasıl davranılması gerektiğini bilmiyor, vergilerimizle ödenen işsizlik parasını alıp asalak gibi yaşıyorlar; sokaklarımızda bağıra çağıra dolaşıyor, kadınlarımıza sarkıntılık ediyorlar ve bunlar yetmezmiş gibi bir de leş gibi ter kokuyorlar. Dilleri de bir kaba, bir kaba ki, sorma gitsin! Bu arada, aman yanlış anlamayın, ben Nazi değilim, ırkçılığa karşı bir insanım; ama onların kültürü böyleyse benim suçum ne? Gidip bu kültürü kendi ülkelerinde yaşasınlar. Hem savaş da bitti artık, daha neyi bekliyorlar?”
Kendisi de göçmen olan Der Spiegel muhabiri, ırkçıların festivalinde mikrofonu katılımcılara uzatmış ve bunun çok daha ötesinde yanıtlar almıştı.[6] Mesela gayet soğukkanlı bir “apartheid” önerisi… Mesela bir gün Almanya’da Alman kalmayacağı endişesi… Bunları dile getirenler, militanlar değil, sıradan insanlardı. Tıpkı PEGİDA (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) eylemlerine katılan on binler gibi. Dolayısıyla bizim fantezimizden süzülen konuşma parçası, ortalamayı yansıtma ehliyetine gayet sahip görülebilir.
Basın ve devlet organları, yükselen ırkçılığı çoğunlukla “aşırı sağcılık” ya da “radikal sağ” olarak tasnif etmeyi tercih ediyor. Sol ise çoktan toplumsallaş(tırıl)an bu kavramsallaştırmaların karşısında duruyor. “Aşırı” ve “radikal” parantezi ile sağ, sol ile aynı çuvala konuluyor; dövülecekse de sol ile birlikte dövülmeye çalışılıyor. Antikapitalist alternatif arayışları, sağla birlikte marjinalize edilmek isteniyor. “Aşırı sol”un Chemnitz’de yabancıları avlamaya çıkan “aşırı sağ” ile “düşman kardeş” olduğunu işleyen yorumlar, azımsanmayacak kadar çok yapılıyor.
Chemnitz’de olan bitenin hemen ardından Focus dergisi tarafından kaydedilen bir videoda kentte yaşayan üç göçmenin anlatımları var.[7] Haberlerin başlığında hep aynı, oldukça önemli cümle bulunuyor: “Asıl iğrenç olan, bakışları” Sokakta öylece yürürken, ekmek alırken, parkta dinlenirken, spor yaparken… Genç göçmen, gündeliğe eşlik eden ırkçılığı, rahatsız edici bakışları anlatıyor ki bu, anlatılabileceklerin en önemlilerinden biri. Tam o sırada yanında oturan diğer genç araya giriyor. “Bir sorun var” diyor: “Bizi mülteci sanıyorlar ama mesela ben mülteci de değilim.”
Bu, yaygın bir tavır: Kürtler ve Türkler, Arap olmadıklarını anlatıyor ilkin; öğrenci olarak gelmiş Araplar, mülteci olmadıklarını. Ortada hemen hemen herkesin içten içe onayladığı, güçlü bir meşruiyet zemini üzerinde yükselen bir “Suriyeli düşmanlığı” var ve herkes o çemberden uzak durmaya çalışıyor. Hatta tepkilerine daha yakından tanık olabildiğim Türkiyeliler içinde en yaygın refleks, Alman komşularıyla birlikte Suriyeli mültecilere düşmanlık beslemek. Belki de böylelikle kendilerini “yerleşik beyaz uygarların” arasında hissetmenin ve yıllarca “Türk” sözcüğüyle özdeşleşmiş düşmanlığı Suriyelilere devretmiş olmanın lezzetini duyuyorlar, kimbilir.
“Ben PEGİDA’ya destek veren Almanları anlıyorum vallahi” diyor mesela, Dresden’deki bir devlet dairesinde çalışan Türkiyeli bir Kürt: “Çarşıya çıksan inan ki tiksinirsin. Her yer Suriyeli dolu!”
Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ardından Doğu Almanya kentlerindeki birçok metruk bina, çoğunluğu anarşistlerden oluşma gruplar tarafından işgal edilmiş ve hem barınma hem politik ve kültürel etkinlikler için kullanılmaya başlanmış. Dresden’deki AZ Conni de bunlardan biri. Kocaman bir bahçenin ortasında bir triplex villa ve müştemilatı. Duvarlarda boya niyetine graffiti ve sloganlar.
Burası, 1991’de işgal edilmiş. Önce yeniden ele geçirmeyi deneyen polis, direniş karşısında geri çekilmiş ve sonunda da -Türkiye’de yaşamış olan için hayali güç bir biçimde- boşvermiş. Yapı, yasal gereklilikler bir biçimde halledilerek onu işgal edenlere bırakılmış ve böylelikle de aslında “işgal evi” olmaktan çıkmış. Bugün burası, her ay onlarca alternatif etkinliğe ev sahipliği yapan antifaşist hareketlerin kentteki en önemli buluşma noktalarından biri.
Conni’nin bahçesinde buluşup kapağı yıldızlı olduğu için solcuların sevgilisine dönüşmüş Sternburg marka bira eşliğinde kentte olan bit(mey)eni çekiştirdiğimiz Jan, Dresden’e sosyoloji okumak için gelmiş. Aslen Bavyera’nın Aşağı Franken bölgesindeki küçük bir şehirden. Bildik hikâye: Üniversite sırasında bir sürü arkadaş edinmiş, üstüne bir de âşık olunca burada kalmaya karar vermiş. Conni’de sosyal hizmet uzmanı olarak çalışıyor ve maaşını belediyeden alıyor. Evet, Dresden Belediyesi -başka birçoğuyla birlikte- bu alternatif mekâna ciddi maddi destek sağlıyor; özellikle de mültecilerle dayanışma etkinlikleri için.
Mâlum, Dresden faşistiyle meşhur. PEGİDA, burada 30 bin kişiyi sokağa çıkarmayı başardı.[8] AfD, son seçimlerde yüzde 25’e yakın oy aldı.[9] Bu, yeni bir mesele de değil. Saksonya Eyaleti ve başkenti Dresden, Hitler’e en çok destek verilen yerlerin de başında geliyormuş.[10] Hatta yaygın inanışa göre, savaş bittikten sonra, Şubat 1945’te İngiliz uçakları tarafından gerçekleştirilen ve 25 bin civarında insanın ölümüne, kentin yerle bir olmasına sebep olan bombardımanın gerekçesi de buymuş.
Jan, oldukça endişeli. Saksonya Eyalet Parlamentosu, Mayıs 2019’da yeniden seçilecek. Son anketlerde AfD, iktidarı almaya oldukça yakın görünüyor.[11] Aralarında Hitler selamı verenlerin de olduğu ırkçıların bir eyaletin yönetimini ele geçirmesi, artık distopya değil, hakiki bir korku kaynağı. AfD’liler hâlihazırda Dresden Belediye Meclisi’nde bulunuyor ve Conni’ye verilen ödeneklerin kesilmesini talep ediyor. Bir de iktidara gelirlerse… Ne olacağını anlatmaya gerek yok.
Şöyle bir duraksayıp biralarımızdan birer yudum alıyoruz. “Bir gün Hristiyan Demokratların seçim kazanmasını dileyeceğimi hiç düşünmezdim” diyorum. Gülüyoruz ama daha çok “acı acı gülmek” cinsinden. Jan, “Diğer taraftan bakarsak, eğlenceli günler yaklaşıyor, sokaklar şenlenecek” diyor. Biraları tokuşturuyoruz. Faşistleri bir tarafa bırakıp kentin solcu gettosu Neustadt’ı ve her biri ayrı mekân sahibi onlarca sol grubu konuşuyoruz. Birkaç gün içinde şehre yeni taşınanlar için bir “örgütler defilesi” düzenlenecekmiş mesela, her bir grup beşer dakika anlatacakmış neye benzediğini; Jan, beni de oraya davet ediyor. Bu sırada hava usuldan kararıyor. Conni’de tartışmalar yerini giderek farklı kimliklerden onlarca kişinin keyifli karmaşasına ve danslarına bırakıyor. Arkamızdaki duvarda kocaman “Mülteciler hoşgeldiniz” yazıyor. Kentin en az yüzde 25’ini oluşturan renksiz ırkçılardan birinin bile olmadığı bahçede dünyanın en az 30 ülkesinden insan, birlikte gülüp eğleniyor.