Çetin Altan'ın sosyalizm hakkında yazdığı bir kitabı yeniden yayımlamak sahiden anlamlı mıdır? Bize göre, evet, anlamlıdır. Çünkü...
12 Nisan 2018 14:12
Bir kitap hayal edin. Hacimce minicik. Ama içinde koca bir dünya var. Bir kitap hayal edin. İşçisinin, köylüsünün, ırgatının, terzisinin, marangozunun, tamircisinin okumaya yazmaya meyyal olmadığı bir ülkede yayımlanmış, ama onlara hitaben yazılmış. Hayal edilmiş o koca dünyayı kuracakları umut edilenlerin yüzleri değil, sırtları okumaya dönük. Velhasılkelâm kitabın işi zor. Lakin yazarının adı Çetin. Taşı gediğine oturtmada, sözü sahibine doğruca göndermede, düşmanı çatlatmada ve dostu gururlandırmada eşsiz bir yazar. "Onlar"a bir kitap yazıyor, daha doğrusu "onlar"la bir kitap yazıyor. "Onlar" dediği, maceraları Nâzım Hikmet’in destanlarında anlatılmış olan, toprakta karınca, suda balık ve havada kuş kadar çok; korkak, cesur, hakim ve çocuk olan ve kahreden ve yaratan insanlar... Yazar "onlar"a güveniyor, onlardan güven alıyor ve onlara "güven" veriyor. Nihayet rotatifler dönüyor. Kitap basılıyor. Bir sabah vakti, tam 13 bin kopya olarak raflara çıkıyor. Ve daha gün kararmadan, kitapçı kepenkleri inmeden 13 bin kopyanın 13 bini de tükeniveriyor. Bu olay, Türkiye yayıncılık hayatında o güne dek benzerine rastlanmamış, inanılmaz bir rekor olarak tarihe geçiyor.
Bugünkü genç kuşakların varlığından bile haberdar olmayabileceği bu olay, her zaman genç kalanların belleklerinin atlasında ise puslu bir köşede kalmış olabilir. Her iki durum birlikte Yordam Kitap’ın ‘Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Klasikleri’ serisinin üçüncü kitabı olarak Onlar Uyanırken’i yayımlamasının temel nedenlerinden birini açıklıyor. Bütün baskılara, bütün sınırlamalara, bütün zorbalıklara ve bütün şiddete rağmen sosyalist dünya görüşüyle yazılmış, içine emekçilerin sosyalist dünya görüşüne verdikleri cevapları katmış ve rakiplerinin ancak rüyalarında görebilecekleri bir başarıya mühür vurmuş bir kitabın "mazi"nin ölgünün evine terk edilmesi uygun olmazdı. Onun, üstünden yıllar geçtikten sonra ‘şimdi’nin hayat dolu evine davet edilmesi gerekirdi.
Kitabın yarım yüzyıl sonra yayımlanmasının bundan başka nedenleri de var, elbette. Bu nedenler de kitabın içeriğinden ve orijinal eklemlenme biçiminden kaynaklanıyor.
Kitabın adı, tıpkı kendi gibi iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda Türk Sosyalistlerinin El Kitabı var. İkinci kısımda ise Onlar Uyanırken.
Birinci kısmın yazarı, Çetin Altan’ın kendisi. Kahvehanelerde, vardiyalarda, ev içlerinde, üniversitelerde, mahallelerde, köylerde ve mezralarda okunup elden ele ulaştırılan köşe yazıları; meydanları dalga dalga dalgalandıran nutukları; rakiplerini çaresizlikten çılgına çeviren parlamento hitapları; herkesi bir anda transistörlü kutularının başına toplayan unutulmaz radyo konuşmalarıyla 1960’lı yıllarda sosyalizmin en parlak yıldızı hâline gelen Çetin Altan... Çetin Altan, kendi yazdığı kısım için “her türlü iddiadan uzak, basit bir açıklama” diyor. Elbette mütevazılığından. Gerçekte ise bu küçük metinde sosyalizmin en aşağıdaki emekçi insana hünerle anlatılabilmesinin sıra dışı bir misali yatıyor.
Türkiye’de sağ kanat siyasetçilerin ve kanaat önderlerinin en büyük ve kalıcı başarısı, yalanla ve hileyle örülmüş demagojiyi üsluplarının kaidesi hâline getirmeleri ve bu kaideyi de toplumun en hassas olduğu din, aile, namus, vatan, millet gibi konuların altına yerleştirmeleridir. Böylelikle emekçi halk ile sosyalist düşünce arasına demirden ve kapkara bir perde çekmişlerdir. Sosyalist Çetin Altan’ın başlıca özelliği, işte bu kapkara perdeyi, yaratıcılarının hayretli bakışları altında yırtabilmesi ve yanı sıra da emekçi halka henüz hakkında pek bir şey bilmediği sosyalist dünyayı yalınlıkla, bütünlükle ve iyilikle anlatabilmesidir.
Proleterlerin kendilerinin "proletarya" sözcüğüne yabancı oldukları bir ülkede toplumsal sınıf ayrımlarını açıklıkla anlatabilmek müşkül bir iştir. Fakat kalemi tutan Çetin Altan olunca iş tertemiz çıkar. Pamuk tarlasını çapalayan, tütünü toplayan, sütü sağan, kumu, çakılı çekip harcı karan, malayı tutup duvarı ören, demiri döven, ahşabı rendeleyen, lokomotife kömür atan, gemileri yürüten, arabaları sürenler sahnenin bir tarafında yan yana gelir, el ele tutuşurlar. “Tepeden bakışlı, bilgiç edalı, yumuşak elli” burjuvalar da bunların karşısına geçerler. Proletarya ve burjuvazi okurun zihninde böyle konumlandırılınca, sıra, bu sınıfların içinde yaşadıkları, çeliştikleri, karşı karşıya geldikleri düzenin tanımlanmasına gelir. Çetin Altan’ın daktilosu "kapitalizm"i şöyle tarif eder: “bin kazan reçel yapmaya yeterli şeker, su ve çilekten bir avuç burjuvanın hatırına çileği, şekeri, suyu ziyan ede ede bir kavanozluk reçel yapmasını sağlayan bir düzen.” Peşinden, böyle bir düzenin karşıtı olarak da sosyalizm devreye alınır. Babası zengin olmadığı için okuyamayanların, parasızlıktan çocuğuna ilaç alamayanların, ay başlarında kira sıkıntısı çekenlerin, yeteneklerini geliştiremeyenlerin olmadığı bir toplum düzeni olarak kâğıda dökülür sosyalizm. Sosyalist dünya görüşü ise “bütün evreni kapsayan ve toplumu da onun bir parçası olarak ele alan ve hiçbir kopukluk yapmadan hepsini sistemli bir metod içinde açıklayan tek görüş” olarak ortaya konulur...
Türk Sosyalistlerinin El Kitabı, bütün katmanlarındaki çarpıcı örnekleri, zekice cevapları, tam saha müdafaaları ve cesurca hücumlarıyla kapitalizm eleştirisinin ve sosyalizm savunuculuğunun nasıl yapılması gerektiğinin eşsiz bir örneğini verir. Sosyalist fikirlerin halka anlatılmasının yordamının nasıl olması gerektiği konusundaki incelikli ayarları, zarif edebiyatı ve halkçı söylemiyle ise kesinlikle benzersizdir. Fakat bu özellikleri onun sadece halka yazılmış basit bir el kitabı olduğu kanısı yaratmamalıdır. Kitabın bu kısmında son derece özgün tezlerin ve şaşırtıcı soyutlamaların olduğuna işte tam bu noktada dikkat çekilmelidir. Aydınlar ile kapitalistler arasındaki çatışmanın asla ve hiçbir zaman sosyalizm olamayacağını ileri süren bölüm bu bakımdan çarpıcıdır mesela. Mesela, “Tüketimi üretiminden az olan” emekçi halkın ağırlığı olmadan sosyalizmin imkânsızlığının vurgulandığı bölüm, bu bakımdan son derece önemlidir. Fakat, bunlardan daha önemlisi kitabın “ilericilik-gericilik tartışmasına” ayrıların sayfalarıdır. Batı burjuvaları gibi yaşamanın, yabancı dil bilmenin, temiz pak giyinmenin, şampanya içmenin, sık sık Avrupa’ya gitmenin ve kadınların ellerini nazik reveranslarla sıkmanın ilericilik sayıldığı bir ülkede, halkın bu ilerici takımına ‘gâvur’, ilericilik rolü atfedilen bu kesimlerin de halka ‘geri kafalı’ demesindeki yaman çelişkiye dikkat çekilmiştir bu sayfalarda. ‘İlerici” sanılmakla birlikte kapitalizmi savundukları için aslında tutucu olanların, burjuvalara tutucu diyen bilinçsiz halkı ‘sağcı’, kompradorlara sömürücü diyenleri de ‘solcu’ olarak tanımlayıp birbirine düşürmesindeki tuzak dolu oyun, akıl dolu bir betimlemeyle bozulmuştur.
Kitabın ikinci kısmı olan Onlar Uyanırken’in yazarları 1960’lı yıllar Türkiye’sinde çıplak ayaklı yürüyüşleri, sakal bırakmalı protestoları, çoban ateşleriyle ışıtılmış grevleri ve meydanlardan yükselen haykırışlarıyla işçiler; toprak işgalleri ve üretici mitingleriyle, kasaba ve şehirlere yürüyüşleriyle köylüler; çifte sömürüye maruz kalan kadınlar ve memleketin bütün yükünü omuzlarında taşıyan emekçilerdir. Dönemin toplumsal uyanışının ve sosyalist yönelişinin en kamusal yüzlerinden biri olan Çetin Altan’a sosyalizm hakkında, memleket meseleleri hakkında, buldukları çözüm yolları hakkında mektup yazan emekçiler... Noktasına, virgülüne, imlâsına özellikle dokunulmayan mektupların sayısı, Çetin Altan’ın belirttiğine göre "binlerce"dir. Lâkin, Altan bir seçim yapmak zorunda kalmış ve bunlardan ancak kur’a usulüyle belirlediği 80 tanesine kitapta yer verebilmiştir. Mektuplar, Türkiye’nin doğusundan ve batısından, güneyinden ve kuzeyinden, şehirlerinden ve ilçelerinden, kasabalarından ve köylerinden gelmiştir.
Bize dönemin Türkiye’sinde emekçi halkın yurt çapındaki sosyalizm yönelişini, sempatisini, bilincini ve hareketini gösteren mektuplar, sosyalizmin yalnızca okumuş aydınların bir işi olabileceğine ilişkin yargının aksini ispat eden ilginç ve tarihî belgelerdir. Hatay’dan Şükrü Erdoğan, sabahtan akşama kadar sırtında bohçayla köy köy, mahalle mahalle dolaşarak ekmeğini işportacılıktan çıkaran bir proleterdir. Kendisinin ve memleketinin kurtuluşunu sosyalizmde görmekte ve Çetin Altan’a “Türkiyemizin tüm fakir fukarasının kurtuluşu yakındır,” diye yazmaktadır. Kendisi Adapazarı’ndaki bir fabrikada işçilik, eşi de evinde terzilik yapan Davut Kızanlıklı, bir kahvehanede görüp yoklamak için yanına sokulduğu işçilerden aldığı dersi nakletmektedir. Buna göre Kızanıklı, bir masanın etrafında toplanmış işçilere okudukları gazetenin komünist gazetesi olduğunu söyleyerek onları yoklamıştır. Ancak onların dünyanın ve memleketin tüm meseleleri hakkında ne kadar bilinçli olduklarını görünce ağzı açık kalmıştır. Ankara’nın gecekondu mahallelerinden birinden yazan Remzi Kılıç, bu dünyanın çilelerine dinsel arayışlardan bulmayı umduğu dermanı Demokrat Parti umuduna taşıyışını, yaşadığı hayal kırıklıklarından sonra istemeye istemeye CHP’ye sığınışını ve en sonunda Türkiye İşçi Partisi’ni tanıdıktan sonra büyük bir şevkle sosyalist harekete katılışını dile getirmektedir.
Sosyalist bir yazarın emekçi sınıflara yeni bir ülke ve yeni bir dünya için anlattıkları ile emekçi sınıflardan aldığı karşılıkları birleştiren kitap, Türkiye’de siyasî düşünce hayatı ve sosyalist düşünce tarihi için vazgeçilmez bir kaynaktır. Çetin Altan, yazdığı “Önsöz”de kitabın “Türk sosyalist tarihinde gelecek kuşakların ilgi duyacağı bir köşesi olacaktır” demişti. Türkiye’de sosyalist düşüncenin yaşayan en önemli temsilcilerinden Metin Çulhaoğlu’nun harikulade "Sunuş"uyla yeniden yayımlanan bu küçük kitap, ilk yayımlanışının üzerinden 50 yıl geçtikten sonra ilgiye açılacağı köşesini beklemektedir.
Son olarak akla gelebilecek iki soru üzerinde duralım.
Birinci soru: Sonradan sosyalizmden vazgeçen Çetin Altan’ın sosyalizm hakkında yazdığı bir kitabı yeniden yayımlamak sahiden anlamlı mıdır? Bize göre, evet, anlamlıdır. Çünkü cesareti, zekâsı, yetenekleri, adanmışlığı, bedeller ödemeye razı kararlılığıyla ve sosyalizm mücadelesine yaptığı önemli katkılarıyla 1960’lı yılların sosyalist Çetin Altan’ını Türkiye emekçi halkının arayışları ve mücadeleleri yaratmıştır. Bu bakımdan da halka ve sosyalizme mal olan Çetin Altan’ın Türkiye sosyalizminin ‘aile ağacında’ önemli bir yeri vardır.
İkinci soru: Kitap, yarım yüzyıl önce büyük bir ilgiyle karşılanmış olabilir ama, aradan bunca yıl geçtikten sonra bir güncelliği var mıdır? Türkiye sağının siyaset yapmaktan yalan ve demagojiden başka bir şey anlamayışı, Türkiye’de siyasetin doğru eksenlere oturtulamayışı, kapitalizmin toplumun yaratıcı kesimlerine bir gelecek vaat edemeyişi ve bütün tekil meselelerinin kökünde tümel bir düzen sorunu bulunuşuna bakılırsa kitabın güncel çağrışımları tahmin edilebilecek olandan çok daha güçlüdür.