Cemil Kavukçu: İlk öykü kitabım yayımlandığında, yazıp yazacağım bu kadarmış, dedim. Heybem boş... Dolaşıyorum. Bir gün doldurursam yeni bir kitap daha çıkar ortaya
12 Ekim 2017 14:00
Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz'de Cemil Kavukçu, kentli insanın yalnızlığına ya da Kavukçu'nun deyişiyle “tek başına”lığına odaklanıyor, "kaybeden"in hikâyesini anlatırken klişelere ya da hamasete sığınmıyor, gerçekliğe biçimsel anlamda belgesel sinemanın yazınsal estetiğini de ekliyor ve hayalin/ rüyanın ancak gerçeklik içinde var olabileceğini ve bu varoluşun gerçeğin güçlenişine olan etkisini irdeliyor. Kavukçu, bu kitabıyla yazınsal olanın da etkisini masaya yatırırken, yeni olana ilgisinden ve edebî anlamda kişisel olanın öyküsel yapısından bahsediyor.
Emekli bir kent insanı olan Feridun’un yalnızlığını, ailesel sorunlarını, tek arkadaşı olan Gero’yu, Gero’yla olan gerçekliğinden onları sıyırıp yeni bir gerçekliğe sokan Kaptan Ali Rıza’yı konu alıyor Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz. Modernizmin salınımında ailenin varlığını, kısır bir alanda geçen mülkiyet ilişkilerini, bu ilişkilerin yaşamsal olana etkisini irdeleyen kitap, güncel ve kalıcı olana da sırt çevirmiyor. Gerçekliğin zıttıyla var olabileceğini, bu varoluş biçiminin gerçeğin inandırıcılığına olan etkisini kurguyla harmanlayan Kavukçu, “Yaşamın içinde başka bir yaşam kurgulamak ancak uydurmakla, yani bile bile kendini kandırmakla mümkün” diyerek düşüncelerini açıklıyor.
Kavukçu, bu eserinde Platon’un “idealar dünyası”nı resmediyor sanki. Modernizmde hakikatin, yanılsamanın gücü üzerine etkileyici bir eser olan Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, kısa ve tekdüze bir an içindeki yalın ve sahici hissin peşine takılıyor. Farklı gözlerden, farklı ağızlardan anlatıyor olan biteni Kavukçu. Mevcut anlatım biçimi belgesele dönüşse de, kurmaca olandan kendini sıyırmıyor, hakikatin peşine düşüyor.
Kavukçu ile Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, gerçeklik ve kurmacanın edebî olana etkisi üzerine konuştuk.
Hiçbir alakası olmamasına rağmen Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz isimli kitabınız Márquez'in Kırmızı Pazartesi'sini anımsattı bize. Sabah… Tüm kasaba ayakta ve herkes cinayet olacağını biliyor. Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz'de ise bir pazar günü… Emekli bir kent insanı evinden çıkıyor. Gelen geçen zamana karşı, insanların tepkisizliğin temel sebebi ne sizce? Bunu sadece alın yazısı olarak tanımlamak bilince saygısızlık mıdır?
Burada tek başına olmakla yalnız olmayı ayırmak gerekiyor. Yalnızlık, insanın coşkusunu ve enerjisini yitirmesi, dahası yaşamın dışına çıkması gibi bir şey… Bu tepkisizliğin başında insanlar arasındaki iletişim kopukluğunu görüyorum. Aramıza teknoloji girdiğinden beri birbirimizden uzaklaşmaya başladık. İletişim, biçim değiştirdi. Bir araya gelemiyoruz, konuşup dertleşemiyoruz, eğlenemiyoruz, kaygılı ve mutsuzuz. Sosyal medyada yazışarak iletişim kurdukça daha da yalnızlaşıyoruz. Bu bir alın yazısı değil, dayatılan yaşamlar; sonucunda da inançsızlık, bıkkınlık ve umutsuzluk. Yaşamındaki bütün tekdüzeliğe karşın küçük bir kapı aralığı bırakıyor Feridun ve hayal kuruyor. Gerçekleşmeyeceğini bilse de başka yaşamlara kaçmayı düşlüyor.
Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, kurmacayı bağrında taşısa da belgesel anlatıya sahip gibi duruyor. Olayları ve kişileri, karakterleriniz ilk ağızdan anlatıyor. Bu durum öyküde “gerçek olan”a ilgi duymamıza sebep oluyor? Kaldı ki “gerçeklik” sizin temel meselelerinizden biri… Önceki eserlerinizi de düşündüğümüzde, Cemil Kavukçu ve gerçeklik ilişkisini nasıl tanımlarsınız?
Bir kurmacayı, onun gerçek olmadığını, yazarı tarafından uydurulduğunu bilerek okuruz ama bir yandan da gerçekmiş gibi düşünmek isteriz. Öykü kişilerimi ete kemiğe büründürmek, gerçek yaşamda karşılıkları varmış hissi uyandırmak için özen gösteriyorum. Bunun için yaşanmışlıktan yararlanmak kadar ayrıntılar da önem kazanıyor benim için. Deneyimlerimizle çakışan her küçük ayrıntı bize öylesine sahici geliyor ki, kurgunun değil, yaşamın gerçeği olduğuna inanıyoruz. Günlük yaşamda bizi sadece rahatsız eden ve tiksindiren bir sinek öykünün içinde birçok çağrışıma kapı aralayabiliyor. Diyalogların doğal olması için titizleniyorum örneğin. Yazdıklarımı yüksek sesle okuyup kulağıma nasıl geldiğine bakıyorum.
Türlü travmaları olmayan, hayat tarafından haksızlığa uğradığını düşündüğü için alkol kullanmayan ve çağdaş Türkçe edebiyatın her geçen gün yeniden ürettiği “kaybeden” vasatının kalıplarına uymayan Feridun, klişelerin dışında kalarak da var olabilecek yalnız bir adam olma özelliği taşıyor. Bu yalnızlık biçimi, bir bakıma kendi olmakla da alakalı bizce… Pasifize olmak ve melankolizme sığınmaktan ziyade özgürlük anlayışının bir göstergesi Feridun’un davranışları… Kentte yaşayan emekli bir adamın özgür olması mümkün müdür sizce?
Mümkündür. Sizin de belirttiğiniz gibi, “kendi olmakla alakalı.” Kıstırılmışlık duygusunu düşünsel olarak aştığınızda her ortamda özgür olursunuz. Benim derdim bunu beceremeyip sıkışanlar, çıkışı yapay dünyalarda arayanlarla. Feridun yalnız bir adam ama bir çıkış olduğunun da farkında. Bu, düşünce aşamasında kalıyor. Feridun’u harekete geçirsem zorlama olacağını biliyorum.
Ali Rıza Kaptan, gemide çalıştığı vakitlerde günlük raporları tutarken kurmaca öyküler de ekliyor tutanaklara. Feridun’un değişiyle “o da yalnız bir adam.” Kimisi yalnızlıktan salaş bir meyhanede içerken, kimisi yazılar yazıyor eski resmî defterlere. Bu yönüyle Ali Rıza Kaptan’a baktığımızda, yazmak çoğalmaktır, diyebilir miyiz? Bir yazar yarattığı karakterlerle çoğalabilir mi? Ali Rıza Kaptan’da ne kadar Cemil Kavukçu var? Ya da Cemil Kavukçu’da ne kadar Ali Rıza Kaptan?
Yazmak, genel anlamda bir şey üretmek, çoğalmaktır aynı zamanda. Sorunuza gelecek olursam, bir yazarın yarattığı karakterlerle çoğaldığını düşünenlerdenim. Bu kitaptan örnek verdiğiniz Ali Rıza Kaptan ya da öbür karakterlerim; yazarken, onları öykü sahnesine sokarken kendimi her birinin yerine koyarım. Var etmeye çalıştığım kurgu kişisiyle empati kurmaya çalışırım. Öyle ki, neredeyse onların gerçekten var olduğuna inanma noktasına gelirim. Tamamen öyle olmasa da, bir anlamda yaşadıklarımı, yaşamadıklarımı, yaşamak istediklerimi, yaşamaktan korktuklarımı onların üzerinden aktarırım.
Yeni Gerçekçilik akımının kuramcılarından Zavattini’ye, genç bir kızın ölümünden 20 yıl sonra mezarının kazıldığı ve cenazesinin hâlâ, ilk öldüğü zamandaki gibi, duruyor olduğu anlatılır. Anlatan kişi, Zavattini’ye, bu olayın bir film olup olamayacağını sorar. Zavattini, “olmaz” diyerek cevaplar. “Çünkü fazla gerçek… Bir film olabilmesi için sonuna bir yalan bulmak gerekir” der. Feridun’un geminin içinde olduğunu düşlemesi de biraz bunu andırdı bize. O kadar yalnız ki, bir yalana sığınıyor gündüz vakti ve bu durum sahiciliğini arttırıyor. Hakikat yalanda mıdır?
“Yaşamın kendisi sürrealisttir” sözü sanırım André Breton’a aitti. Yaşamın içinde başka bir yaşam kurgulamak ancak uydurmakla, yani bile bile kendini kandırmakla mümkün. Bu da kişinin hayal gücüyle orantılı bir durum… Belki de bir var oluş sigortasıdır bu. Kasabadan çıkmadığı hâlde Bosna savaşına gönüllü gidip çarpıştığını anlatan birini tanıdım. Herkes onu takdirle dinliyor, yalanını kimse yüzüne vurmuyordu. Bir başkası, öykümde onu anlattığım için çok mutlu olduğunu söylemiş, anımsatmak için de yazdığım öyküyü baştan sona anlatmıştı. İlk kez ondan duyduğumu ve böyle bir öykü yazmadığımı ona söyleyememiştim.
“Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz” hayatı tanımlayan güçlü bir metafor aynı zamanda… Yalnız bir adamı anlatan öyküde, hayatın sürekliliğinden öte umuda da işaret ediyor bu metafor bizce. Post- modernizmin, kentli çalışanlara, emeklilere vaat ettiği umut ne sizce? Çoğalmak, yalnızlıktan kurtulmak mümkün mü?
Katlanamadığımız yaşamın gerçeğini değiştirmek, yerine kurguladığımız gerçeği koymak ve onun yasalarına uyarak yaşamaya çalışmak yalnızlıktan kurtulmanın en etkin yollarından biri bence. Bunun için sanatçı, yazar, şair olmak gerekmiyor.
Öyküleriniz, sinema okullarında öğrenciler, sektörde de profesyoneller tarafından elden ele geziyor. Sizce öykülerinizin, özellikle sinemacılarca cazip bulunmasının sebebi nedir?
Sinemadan öyküye bakmam olabilir. Yazacağım mekânı, oradaki kişileri önce görüyorum ben. Hepsi gözümün önünde canlanıyor. Tavır ve davranışlarından yüzlerindeki mimiklere kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar izliyorum. Sonra da sözcükleri kullanarak gördüklerimi başkalarına göstermeye çalışıyorum.
Hemen hemen her sene bir öykü kitabınız yayımlanıyor. Heybenizde başka neler var?
Ben hep heybesi boş dolaşanlardanım. İlk öykü kitabım yayımlandığında, yazıp yazacağım bu kadarmış, dedim. Bunu her kitabımdan sonra düşündüm ama her seferinde de ardından başka öyküler geldi. Şimdi heybem boş... Dolaşıyorum. Bir gün doldurursam yeni bir kitap daha çıkar ortaya.