"Aradoğu"nun ortasında "Arabatılı" bir erotomanı anlatma denemesi

Türkiye sosyolojisi, kültürel tarihi, siyasi tarihi, din tarihi ve daha nice konu açısından bir kilometre taşı olarak görülmesi gereken bir kitaptan söz ediyoruz burada: Erotologya?

05 Mayıs 2016 18:30

Bir tuhaf peşrev*

“Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi, ve hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvesinden aldı ve yedi; ve kendisiyle beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.”

Kitab-ı Mukaddes, Tekvin kitabı Bap 3’te böyle başlıyor her şey!

3'e kadar Tanrı yeri göğü yaratmış, dinlenmiş, adamı yaratmış bir eksiği olduğuna kanaat getirmiş ondan kadını yaratmış. Bir meyve varmış, yasaklanmış.

3'te kadın "şeytana uymuş" o meyveyi adamla beraberce afiyetle yemişler. Sonrası malum...

Cennetten kovulmalar mı, dünyaya düşmeler mi, kıyamete kadar sürecek bahislere tutuşmalar mı, günahlar, kurallar, kitaplar, peygamberler, savaşlar, zaferler, ölümler, kalımlar, doğumlar mı dersiniz! Daha milyonlarca şey sayabileceğimiz bu silsile tek bir hamlede başlıyor! "Terler içinde kalarak sevişme..."

Ne yazık ki, Adem ile Havva'nın nasıl seviştiğini bilemiyoruz, zaten bilmeye de gerek yok. Bize gereken tek şey bunun "nasıl" anlatıldığı... Çünkü konunun asıl hassas bölümü o sevişmenin anlatılma biçimi ve değerlendirilişi! Anlatılma biçimine göre cezayı, ahlak yasasını, önyargıyı oluşturabiliriz zihinlerde. Ne de olsa "yaradılış" dediğin tam da böyle bir şey.

Laf kalabalığı yaptığım sanılmasın; burada özellikle vurgulanan ifadelerin, "gözleri açıldı" ve [kendilerinin çıplak olduklarını] "bildiler" olduğu da gözlerden kaçmasın. Zira "tohumun atılması" hikâyesiyle doğrudan veya dolaylı yoldan ilgili bir hikâyeden dem vurulacaksa bunun kayıtlı ilk örneklerinden birinde olayların nasıl geliştiğine bakmak gerek. O da ortada "gözleri açıldığında"!

Aklına takılıyor yazıcının, merak edip M. Ertuğrul Saraçbaşı'nın "Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü"nden ilgili maddeye bakıyor ve okuru büyük bir külfetten kurtararak onu alıntılıyor; "Gözü açılmak: İyiyi kötüyü ayırt edecek duruma gelmek, bilinçlenmek."

Eh, Adem ile Havva'nın gözleri açılıp bildikleri/bilinçlendikleri anda yaptıkları ilk şeyin sevişmek olması herkesin elini kolunu bağlıyor aslında. "İyi yapmışlar" diyenler de "kötü yapmışlar" deyip bunu bir günah olarak görenler de ilk adımı buradan atmak durumunda ne de olsa.

Biraz yavaşlayalım. Çok paldır küldür oldu bu tuhaf peşrev, soluklanalım veya en iyisi biçim değiştirelim... Belki de fazla konsantre olduk kim bilir.

 

Âdem'in toprakdaşı

Bir başka alıntı daha var, bu kez peşrev değil, "tekvin" niyetine.

Günün birinde, bir nehir söyleşide kendisine yöneltilen "cinsel uyanış, cinsellikle tanışma ve Erotologya?'nın ortaya çıkma süreci bir paralellik taşıyordur herhalde..." sorusunu şöyle cevaplıyor Ortadoğulu, daha doğrusu Arabatılı ve Aradoğulu, kendi sözüyle "araf tayfasından" erotoman: "Cinsel uyanışla birlikte düşünmeye de başlamıştım sanki."(1)

Siz de fark ettiniz değil mi?

Tesadüf olamaz.

Erotoman, cinsel uyanış ve düşünmeye başlamak durumlarını aynı zamana denk getirerek bize alenen Kitab-ı Mukaddes'teki "gözleri açılmak", "bilmek" durumlarından söz ediyor olabilir mi? Yani bize şunu diyor olabilir mi bu erotoman; "Önce sevişme vardı"!?

Olabilir. Zaten öyle.

Haliyle bundan birkaç yıl evvel hâka karışmış (hak kelamına bir şapka taktırmak suretiyle karışıklığı önlediğimiz hâk kelâmının, Farısî lisanda olup toprak mealine geldiğini bilmeyenler yoktur umarım, 'hakk'a karışmakla karışmasın, lütfen. Sözlükler bunun için var.) bu erotomandan söz etmeye çalıştığımız zaman söze kendisiyle toprakdaş saydığı adamdan/Âdem'den başlamamız zorunlu bir durum. Çünkü biri bütün bir insanlığın başlangıç noktasında duruyor, diğeri bizim yazımızın başlangıç noktasında…

Neyse konumuza dönelim, bu erotomana böyle bir soru sorulmasının sebebi; vaktiyle kendisinin sorduğu sorular, sorunları sorgulamalardır!

Yine hızlandık, şu müziği değiştirelim en iyisi...

Kendisinin bu soruya verdiği cevapta Âdem'in başına gelenleri işaret etmesinin sebepleri basit; başlangıç noktasını Ortadoğulu bir erotoman (adam) olarak Âdem'le aynı kadere sahip olduğunu, çünkü aslında hepimizin öyle olduğunu gösteriyor.

Çünkü yıllar önce kaleme aldığı bir kitabında niyetini şöyle açıklar erotoman: "Cinsellikle hesaplaşmak başka, cinselliğimizle ve cinselliğimle hesaplaşmak başka. Hesaplaşmak mı? Dobra dobra söyleşmek desem, şimdilik daha doğru. Soru ve sorgu, sorunları açabilir ve aşabilirse, yanıta dönüşme şansı da kazanır."

Tam bunun öncesinde gerekçesini şöyle izah ediyor: "Ne üzerine yazıyordum? Bir erotologyamız olması gerektiği üzerine... Çünkü Ortadoğunun da, Türkiye'nin de kendisine özgü bir erotizm dünyası vardı, yaşanmaktaydı da, bir erotolojisi, bir erotologyası olmamıştı; bize özgü erotizm ile ilgili gözlem, görgü, deneyim ve bilgilerimizi bir bilgi derleme disiplini içinde ortaya koyma ve yorumlama gibi bir eylemimiz hemen hemen yoktu.(...) Dünya erotologyası içinde çok özgün ve önemli bir yeri olması gereken 'Türkiye'nin erotologyası', evet, bu denemelerin bin katını hak ediyor."

Evet efendim, birçokları çoktan anladı da, bir kısmı kimden bahsettiğimizi yeni fark etmiş olabilir. Olsun peşrevi daha da uzatmak pahasına, bir alıntı daha isterseniz her şey yerli yerine oturacak: "Adam, Ortadoğuludur. Araf tayfasıdır. (...) Aradoğu ile Arabatı'yı nereden bilecek? Nerden bilsin? (...)" der ve kendini tanıtmaya şöyle devam eder eromotan: "Adam (Âdem , 'adama' ve çamur'dur o; harfdeşi görünen 'adem ise 'yokluk'), Ortadoğulur. Ortadoğu, adı üstünde araftır, Adam bir araf tayfasıdır, evla. Yeniyetmeliğinde, eğitimin dayattığı kadarıyla, Batılı kimi değerlerin yanından ve ortasından sık sık geçti, ama içinden değil." Bakın gene Âdem'den söz etti. Demiştik, hepsini bilerek yapıyor...

Haydi başlayalım.

 

nota bene

*peşrev...

"'Peşrev de ne demek?' diye soran var mı? Peşrev, 'önde olan önce olan' demek. Sözlü bir müzik yapıtına başlamadan önce, dinleyicinin kulağını alıştırmak için çalınan, eylenen ezgi... Yağlı güneşte, ön oyunlar... Dikkat, eskiler, cinsel ilişkti öncesi sevişmeye de peşrev derlerdi, meşk gibi... Bir müzik yapıtına başlar gibi başlamalı." (Hulki Aktunç, Erotologya?, s32, İstanbul 2000] (2)

Erotologya? nedir, neyi nasıl anlatır?

Sabahtan beri ‘erotoman?’ Hulki Aktunç'tan ve onun, Türkiye Erotologyası'na giriş için denemeler, olarak açıkladığı Erotologya? kitabından söz etmek için neden uzun bir peşrev çektiğimizi anlamışsınızdır. Çünkü, sadece Türk edebiyatı için değil, Türkiye sosyolojisi, kültürel tarihi, siyasi tarihi, din tarihi ve daha nice konu açısından bir kilometre taşı olarak görülmesi gereken bir kitaptan söz ediyoruz burada. Övgümüz coşkulu görünmesin, eksiği var fazlası yok.

Şair, öykücü, romancı, sözlükçü Hulki Aktunç, ne yazık ki daha önce adam akıllı yazılmamış, bir kütüphanesi oluşturulmamış ve hep ihmal edilmiş Türkiye ve aslında Ortadoğu erotologyasını inşa etmek üzerine işe girişiyor ‘Erotologya?’ isimli denemesinde ve hikâyeye her açından en başından başlıyor.

Hani az önce oyunlarla numaralarla Hulki Aktunç'a öykünerek yapmaya çalıştığımız girizgâh vardı ya, orada söze en başından girmeye çalışmıştı yazıcı. İşte Hulki Aktunç da aynen öyle yapar ‘Erotologya?’ kitabında (üstelik her konuda, istisnasız) ve bunu yaparken iki hat üzerinde ilerler hikâye. Birinci hat kendisiyle ilgili alanı içerir, ikinci hat ele alınan konuya dair genel olanla ilgili alanı içerir. Yani mesele cinsellik, olunca bu fiili “ima edilen ilk faille” söze girdiği gibi, suçu sadece onun boynuna atıp çıkmaz, kendi cinsellik itiraflarını da dile getiriyor ustalıkla. Diğer taraftan bütün bir memleketin, ne memleketi canım düpedüz koca coğrafyanın, mekânda sabit kalarak ama zamanda "yaradılış”tan bu sözleri yazıya geçirdiği 2000'e kadar cümle hadiseyi hikâye ediyor.

Hikâye mi dedim, hayır efendim, aslında şiir söylüyor. Bir o kadar sözlük yazıyor, tarih anlatıyor, bilimsel bilgi aktarıyor, edebiyat tarihi yazıyor, eleştiriyor ve daha nicesini yapıyor. Denemeler demiş ya, gerçekten tek bir kitapta onlarca şeyi "deniyor" Aktunç ve Erotologya? üzerinden bunların hepsini başarıyla yerine getiriyor. Çocukluğundan itibaren dinlediği ve hepsi onunla aynı coğrafyanın ürünü olan cümle efsaneyi, anlatıyı, 1001 Gece Masalları’nı bir vakit unutulmuş bahnameleri, artık bilinmeyen metinleri anıp, yazanlarına selam ederek aktarıyor her şeyi. Doğan Hızlan’ın dediği gibi 1001 Gece Masalları’nın yanına yenilerini ekliyor…

Az evvel alıntılarla kafanızı şişirdiğimiz peşrevde yapmadığım ama şimdi yapılması gerektiğine inandığım alıntıda parantez içinde (gerçekten parantez içinde) şöyle der Aktunç, "kaderi" olan coğrafyayı izah ederken; "(Doğu değiliz, Batı değiliz; bence Ortadoğu da [Ortadoğu bile] değil, Arabatı ya da Aradoğu'yuzdur.)" Sonra Türkiyeli bir erotoman olma sorumluluğu, tarafsızlığı ve Hulki Aktunç hümanizmi ile konuya yaklaşır ve sırasıyla her şeyi anlatır bize.

O da kutsal kitaplardan girer söze. Ortadoğu'nun erotologyasını kaleme aldığı için Ortadoğulu bütün kaynakları başlangıçtan kitabın yazıldığı güne kadar anlatır her şeyi. Cinsellik, erotizm, erotika yazında netameli bir konu, bunu herkes biliyor. Koca koca yazarların uzun uzun sözleri var konuyla ilgili. Çünkü ne olursa olsun, şayet bir "bilim" kitabı değilse, bir tıp, psikoloji, sosyoloji incelemesi değilse "cinsellik"le ilgili, erotik içeriği sahip bir metin mutlaka yazarın "tecrübeleri"ni de içerecektir. En azından kimi noktalarda yararlandığı hareket noktası bu olacaktır ki, "mahrem"le kesişen bir kümenin içinden seslenmek durumunda kalır yazar. Bu coğrafyada anlatılan "edebi metinler"de cinsellik anlatısına nadiren rastlanması bununla izah edilebilir. Ben sözü uzatmayayım, Hulki Aktunç bunun farkında olarak anlatıyor ve "yorumluyor".

Ortadoğu'nun bir erotologyası olmamasını dert eden Aktunç, buna "giriş" niyetiyle yola çıkarken aslında tek kelimeyle "aşılmaz" bir yapıt ortaya koyuyor. Basitçe yapıyor her şeyi, konu ne olursa olsun, önce kaynağını önümüze koyuyor. Şayet erotologya içinde anılması gereken bir kelime ise bu, bir sözlükçü olarak kökenini belirtiyor. Hangi sözlükte nasıl geçtiğini aktarıyor ve sonra devam ediyor. Ama herkesin hakkını veriyor. Şu zaman zaman karşımıza çıkan, "ama canım Türkçe yeterli bir dil değil"cilere tokat gibi cevaplar veriyor, o kadar süzülmeyin canım, Türkçenin de başka dillere verdiği sözcüklerden koca koca kitaplar yapılır diye uyarıp, yapılmış olanı alıntısı ve dipnotunda açıkça gösteriyor. Herkesin dersini veriyor yani.

Çok uzun yoldan geldim haydi sevişelim

Hulki Aktunç kitabında tek tek erotologyanın içindeki tüm unsurları anarak bunun bireysel hayatındaki, din tarihindeki, dil tarihindeki, sosyal, bilimsel, kültürel, sanatsal, edebî alandaki yönleriyle ve denemelerin yazıldığı dönemin güncelliğiyle birden ele alıyor. Örneğin sünnetten söz ediyorken; söze "sünnet"in kelime anlamının ne olduğundan başlıyor. Sonra kendisinin çocuk yaşta sünnet olduğunu anlatarak, bireysel alandan yazıyor. Hemen ardından sünnet kelimesinden ve fiilinden hareketle dinler tarihi yazdıktan sonra bir çırpıda dünyanın farklı ülkelerinden hekimlerin sünnetle ilgili araştırmalarını ve fikirlerini aktarıyor. Nihayet sünnetin cinsel yaşamdaki "etkisi"ne değinip, oradan kültürlere göre değişen fantezilere yansıması ve hatta porno filmlerdeki "imajı"na kadar her şeyini eksiksiz anlatıyor. Konuyu çok uzakmış gibi görünen bir yerden başlatırken, heyecanla o büyük finale hazırlıyor bizi Aktunç. Kimi yerlerde açıkça işaret ettiği üzere, her denemesinde sevişiyor bizimle. Cinsiyetçilikten ari dili ve tavrıyla herkese kollarını açtığını görüyorsunuz.

Adam sözlükçü dedik bir kere... “Okusfort" sözlüğüne de bakıyor, makara yapmadan Bakara suresindeki ayette konunun nasıl geçtiğine ve onu hangi âlimlerin nasıl yorumladığına da. Tabii her tefsirde değişen yorumların iyice zırvaya dönen uygulamalarını, bunların doğurduğu yasakları, yasakçı zihniyeti ve bunu görmeyenleri de layığıyla eleştiriyor...

Bir şair gibi yazıyor, bir öykücü gibi anlatıyor, bir romancı gibi kuruyor denemelerini Aktunç. Dili çok iyi bilen bir edebiyatçı, sözlükçü olarak dilbilimci titizliğiyle yaklaşıyor "erotologya" içindeki kelimelere ve kullanımlarına. Haliyle kuralları en başta "cinsiyetçi" konmuş dil evreninde "cinsiyetçi yaklaşım" ayıbıyla kendini hiç lekelemeden aktarıyor her şeyi.

Pornografi kültüründen söz ederken roma fresklerinden, Osmanlı minyatürlerinden (tam o arada Orhan Pamuk'tan), ülkeye göre değişen fantezilerden, Alman ekolünden, mehtaba çıkmaktan, kürek çekmekten, tek elle okunan dergilerden, tedarikçileri meşhur 8 mm’lik filmlerden, VHS kayıtlardan, VCD ve DVD'lerden ve nihayet internet ve downloaddan da söz edip, o günden bugünün resmini çekiyor: Yakında herkes kendi kamerasıyla kendi amatör porno filmini çekecek ve bunu yayınlayacak teşhisinde bulunarak, "sektörün" bugününü gösteriyor.

 

Meğer bir tek Çelik değişmiş!

Hulki Aktunç'un kitabından söz edebilmek için konuya kutsal kitaplardan alıntıyla girmişken, sözü bağlama çabalarında "değişim"le ilgili büyük felsefi fikirlerden alıntılar yapacağımı bekleyenler olabilir. Ama hayır, bu başka bir yazıda olsaydı, belki olabilirdi. Ancak Erotologya?'da yer alan kimi bölümleri bugün tekrar okuduğunuzda göreceksiniz ki hayır! Ne diyordu ünlü Türk pop mütefekkiri Çelik; "Artık devir değişti tabii Çelik de değişti". Gerçekten devir değişmiş durumda. 2016 yılındayız ve Erotologya?'nın 2000 yılında yapılan ilk baskısına baktığımız zaman aradan 16 yıl geçmiş; kimi denemelerinde 90'lardan, kimilerinde 80'lerden söz ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda yaklaşık 40 yıllık bir zaman dilimini kapsıyor konular. Tabii asırlar evveli de var… Ve görüyoruz ki bu topraklarda nehirler pek akmıyor. Hep aynı suda yıkanıyoruz veya şöyle söyleyelim; bazı konularda hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Üzülüp üzülmemek size kalmış. Ama sırf bu yönüyle bile hem tarihe not düşüyor, hem de ağlanacak halimize gülmemizi sağlıyor Aktunç.

Aynen alıyorum: "Allah layıkını versin, kablolu televizyon kanallarına hükmeden PTT'miz, özellikle SAT 1 adlı kanalın yayınını 'muayyen' saatlerde keserek ahlâkımı korumaktadır!" (1990'lar!)

Bu bölümü kurum ve kanal adını değiştirerek 2016 tarihiyle yazdığımızda hiçbir şeyin değişmediğini görmek matrak değil mi?

Efendim? İkna olmadınız mı? O zaman görüyor ve artırıyorum...

"İşte bu soruların yanıtını sizinle paylaşmak istiyorum. Yerleşik körinançların, tabu'ların, sansürün, en kötüsü de kişinin kendi kendisine bile bilmeye uyguladığı otosansürün yaşamları kararttığı, hatta ortadan kaldırdığı bir ülkedeyiz şimdi. Kadını erkeğiyle, çocuğu genci yaşlısıyla, oğlu kızı, ana babasıyla, öğrencisi öğretmeniyle, hastası hekimiyle, hepimizi kuşatmak isteyen koyu bir karanlık karşısındayız."

Haydi bakalım hodri meydan, bu yazının altına 2016 tarihi attığımızda "hayır" diyebileceğiniz bir yer var mı?

Şimdi bir daha bakın bakalım, siz de "meğer bu ülkede bir tek Çelik değişmiş" demiyor musunuz?

Çocukların yaşı geldiğinde "bak çocuğum boy abdesti böyle alınır" diyen ana babaların konuyla ilgili diğer her konuyu "örtük" bıraktığı milyonlarca hanenin olduğu bir memlekette erotologya kaleme almak bir cesaret işi evet. Ama bunu mükemmel biçimde yapmak da ancak Hulki Aktunç'un işi olabilirmiş diyor insan.

 

1) Hulki Aktunç / Yoldaşım 40 Yıl / Söyleşi Rıza Kıraç / YKY
2) Bu ve diğer alıntılar için bkz Erotologya? Hulki Aktunç, Sel Yayıncılık, İstanbul 2000