Bundesliga "hayalet maçlarla" dönerken: Futbol alçakgönüllülüğü öğrenebilecek mi?

"Eintracht Frankfurt’un Avusturyalı orta saha oyuncusu Stefan Ilsanker’in Kicker’e verdiği mülakatta söylediklerinin altını çizdim. 'Çok kazanıyoruz, muhtemelen haddinden fazla kazanıyoruz,' demiş açık yüreklilikle. Peşinden, 'birilerinin haddinden fazla kazanmasının,' neden başka alanlarda da sorgulanmadığını sormuş. Bravo! Buyurun, 'Futbol sadece futbol değildir'i işte buradan yakalım!"

02 Mayıs 2020 07:47

11 Mart’ta, Coronavirus karantinası nedeniyle liglerin iptalinden hemen önce, Almanya’nın üst futbol ligi (“yukarı lig”!) Bundesliga’da oynanan son maç, Mönchengladbach’la 1. FC Köln arasındaki erteleme müsabakasıydı. “Ren derbisi” denir, ezelî rakiptirler. Maç, önlem niyetine seyircisiz oynandı. Biz alışığız ama Bundesliga tarihinin ilk seyircisiz maçıydı bu. “Geisterspiel” diyorlar; “hayalet maçı” veya “hayalet maç”. 2-1 kazanan Mönchengladbachlılar tribünün tepesine tırmanıp,  stadın dışında bekleşen taraftar kitlesini selâmladılar. Sonra işte lig tatil edildi. Hayalet maçın anlamsızlığı, ruhsuzluğu üzerine epey yazıldı, konuşuldu.

Bir ay geçti, Nisan ortalarından itibaren ligin tekrar başlayacağı konuşulmaya başladı. Önce 9 Mayıs lafları çıkmıştı, sonra Mayıs ortası dendi, şimdi 23 Mayıs tarihi gerçekçi bulunuyor.

İlk hayalet maçıyla Corona vesilesiyle tanışmış ve bundan nefret etmiş olan Almanya futbol habitatı, kalan 9 haftayı hayalet maçlarla tamamlayacak. Berliner Morgenspost gazetesi “futbolun düşmanının, futbolu kurtarması bekleniyor” başlığını attı.

“Almanca” önlemler

Salgın şartlarında oynanacak maçlarda alınacak sağlık önlemleriyle ilgili Futbol Federasyonu’na 41 sayfalık bir rapor hazırlanmış. Hayranı olduğum futbol yazarı Christoph Biermann 11 Freunde (11 Arkadaş) dergisinde, “tipik ‘Alman’ bir belge,” dedi bu rapora. Top toplayıcı çocukların sayısı ve duruş yerlerine kadar her ayrıntı tanzim ve tertip edilmiş.

Oyunculara üç günde bir test yapılması öngörülüyor. Enfekte olanlar karantinaya alınacak. Bundesliga kulüpleri adına Çalışma Bakanlığı’na yollanan bir yazıda, zaten takımların bilfiil yarı-karantina koşullarında yaşadığı söylenmiş teminat olarak. Fazla sayıda oyuncu enfekte olmuşsa, takımın tam karantinaya alınması, gerekirse maçın ertelenmesi seçenekleri de “masada.”

Hamburg’daki Bernhard-Nocht Enstitüsü, takımlara antikor testi yapıp bağışıklık kazanmış olanları tespit etme ve sadece o oyunculara oynama izni verme önerisini oraya atmış. (Alman-Çin kırması bir “proce” mi demeli?) Ama bunun kadroları fazla daraltacağı düşünülerek itibar edilmemiş. Yine de kadro daralması ihtimali öngörülüyor; 13 oyuncu + 2 kalecinin esami listesi için yeterli sayılmasından söz ediliyor.

Oyuncuların maç esnasında maske takmasından söz edenler oldu, olmayacak iş diye geri çevrildi. Gol sevincinde kucaklaşmaya falan kısıtlama getirme, serbest atışta baraj kurarken topçuların mesafeli durması gibi “Hansi Sinir proceleri” de dillendirildi, âkıl insanlar “bunlara girmeyelim,” dediler.

Essen Viroloji Enstitüsü Müdürü Ulf Dittmer, mesafeli oturacak 250 ilâ 300 seyircinin tribüne alınmasını “kabul edilebilir” bulduğunu açıkladı bir de. (Cebeci İnönü’de mesela, Corona’dan on yıl önce de kendiliğinden tatbik edilen bir sistem.) Bu “hayalet refiki” imtiyazı kimlere nasıl tahsis edilir, bilemiyorum.

Beka davası

Avrupa’nın beş büyük liginden Fransa sezonu tamamlamayacağına karar vermişken, diğerleri kararsız beklerken, Bundesliga’nın kramponlarını giymeye davranmasının ardında, kulüplerin hayatlarından endişe eder hale düşmeleri yatıyor. Bunun nedeni, Almanya futbolunun, finansal fair-play’e görece önem veren, dengeli bütçeli bir biotop olması olabilir. % 49’dan fazla hisseye izin vermeyen statüleriyle, onları “kurtaracak” bir “sahipleri” yok kulüplerin. Bunun yanı sıra, beş büyük lig içinde seyirci ortalamalarında birinci, ülke dışı yayın gelirinde ise ancak dördüncü olmaları, bir zaaf unsuru olabilir. Bilemiyorum.

Her halükârda, Bundesliga tam teşekküllü bir âcil durum hissiyatı içerisinde. Meşhur spor dergisi Kicker,  1. ve 2. Bundesliga’nın 36 takımının 13’ünün, sezon oynanmazsa iflas edeceğini yazdı. Werder Bremen gibi müdebbir bir kulüp bile, tarihinde ilk defa borca girecek. 26 Mart’ta, Şampiyonlar Ligi klasmanındaki dört zengin kulüp, Bayern Münih, Borussia Dortmund, RB Leipzig ve Bayer Leverkusen, zor durumdaki diğer kulüplere derhal yaklaşık 25 milyon Avro yardım yapmaya hazır olduklarını açıkladılar. (Toplam kayıp 750 milyon Avro olarak hesaplanıyor.) Hem “aynı gemideyiz” hissi vermek, hem kendi varlıklarını borçlu oldukları ulusal ligi hayatta tutmak maksadıyla. 

Sponsor geliri kaybı üzerine de çok konuşuluyor. Bazı sponsorların, kulüplerin “ne olacak?” sorularına cevap bile vermedikleri, kendi dertlerine düştükleri söyleniyor. 2. ligdeki şanlı Kaiserslautern kulübünün sponsoru Layenberger, klişeyi sakınmayıp “krizi fırsata çevirme” perspektifinden söz etmiş. Özellikle –Layenberger bunun örneği- orta ölçekli yerel markaların, kulüplere sadakatlerini gösterip yerel kimliklerini ve “yöremize hizmet” misyonunu vurgulayarak, büyük imaj kazanımları elde edebileceklerini söylemiş.

Bundesliga, uzun aradan sonra ilk “yayına geçecek” lig olmanın bir getirisi de olmasını umuyor. Bununla beraber, uluslararası yayın partneri Eurosport ödemelerini yapamadığı için, şimdilik, dijital platformlardan online yayın da olmayacak gibi görünüyordu.

“Şişinmeyi bırakmak”

Almanya ulusal takım teknik direktörü Joachim Löw, 18 Mart’ta “kendimizi sorgulamalıyız” dediği bir mesaj yayımladı, “felsefî” bulunan lâflar etti: “İnsan hep her şeyi bildiğini düşünüyor. Son yıllarda ulaştığımız tempo, ötesi olmayan bir şeydi. Güç, hırs, kâr, daha iyi sonuçlar, rekorlar… bunlara saplandık.” Pandemi, hayatı yanlış yaşadığımızı göstermişti bize, Löw’e göre.

Süddeutsche Zeitung’un futbol yazarı Philipp Selldorf, mübarek 1 Mayıs’taki yazısına benim de aşırdığım şu nefis başlığı attı: “Futbol alçakgönüllülüğü keşfediyor.”

Evet, futbolun kendini sorgulamasına dönük epey fazla ses çıkıyor. Nisan’ın son haftasında, futbolun şişmiş ekonomik ölçeğinin düşürülmesi, ücretlerin sınırlanması önerileri gündemi kapladı. Fortuna Düsseldorf Başkanı Thomas Röttgermann, oyuncu ücretlerine üst sınır getirilmesi, genel olarak kulüpler arasındaki laboratuvar farelerinin labirentte koşuşturmasına benzettiği yarışın sona erdirilmesi gerektiğini söyledi. Geçen hafta, Borussia Dortmund Başkanı Hans-Joa­chim Watzke futbol ortamını daha “pürist” yani “zahidâne” bir hale sokmamız gerektiğini savundu; “altın kaplamalı antrikot hikâyeleri” (Bayernli futbolcu Franc Ribery, Dubai’deki Nusret’te yemişti o naneyi) sona ermeliydi, futbol dünyasının insanları “şişinmeyi bırakmalı” idi.Olağan şüpheliler de söz aldılar tabii. St. Pauli teknik direktörü Ewald Lienen, kulüpler arası dehşetli eşitsizliğin “kader olamayacağını” söyledi. “Bir futbolcu neden 10 veya 20 milyon Avro kazansın?” diye sordu. St. Pauli başkanı Oke Göttlich, kendimizi sorgulayacaksak, bunun ancak “eşitlikçi ve dayanışmacı bir sistem” kurarak mümkün olacağını söyledi.

Derken, 29 Nisan’da Bundesliga’nın CEO’su Christian Seifert, profesyonel futbolun geleceğine dair bir “Task force” (görev gücü) oluşturacaklarını açıkladı. O da ücretlere üst sınır getirmenin düşünülebileceğinden, bu arada oyuncu menajerlerinin komisyonlarının ve genel olarak nüfuzunun geriletilmesi icabından söz etti. “Medyatik gigantizm”den, yani medyanın futbola tuttuğu dev aynasından bile yakındı. Tabii ki St. Pauligiller huylandılar futbol endüstrisinin çatı kuruluşunun sözcüsünün ağzından bu lâfların çıkmasından, oportünistlik kokusu aldılar. “Kendimizi sorgulamalıyız”ın şu ara “moda” olduğu kesin!

Eintracht Frankfurt’un Avusturyalı orta saha oyuncusu Stefan Ilsanker’in Kicker’e verdiği mülakatta söylediklerinin altını çizdim. “Çok kazanıyoruz, muhtemelen haddinden fazla kazanıyoruz,” demiş açık yüreklilikle. Peşinden, “birilerinin haddinden fazla kazanmasının,” neden başka alanlarda da sorgulanmadığını sormuş. Bravo! Buyurun, “Futbol sadece futbol değildir”i işte buradan yakalım!

“Ekmek ve oyunlar” ve “kartondan taraftar”

Bir yandan böyle tevazu çağrıları yapar, futbolu “abartmamaktan” söz ederken, bir yandan da apar topar ligi başlatmak ve bunu taraftarları –en sarih fizikî anlamıyla– dışarıda bırakarak yapmak… İşte, “muhaliflerin” oportünistçe bulduğu, bu.

Christoph Biermann, bahsettiğim yazısında coşkuyu yarı yarıya azaltan hayalet maçlara fit olmanın, yine “kendi önemini fazla abartan bir sektörün kibrinin ifadesi” olduğunu hatırlatıyor.

Spor üzerine düşünen felsefeci Günter Gebauer, 28 Nisan’da Augsburger Allgemeine gazetesiyle mülakatında futbola tanınan saçma imtiyaza isyan etmiş: “Müzik, tiyatro, sinema, lokantada bir araya gelmek gibi, bedensel yakınlık ve temasın olduğu her etkinlik yasakken, mesafe koyarak yapılabilecek bütün spor faaliyetleri yasakken… nedir bu?” diye soruyor

20 Nisan’da SPD’nin (Sosyal Demokrat Parti) sağlık uzmanı Karl Lauterbach, “ekmek ve oyunlar” anlayışına, yani karnını iyi kötü doyurup oyunlarla/müsabakalarla eğleyerek ahaliyi “idare etme” zihniyetine karşı çıkan bir açıklama yaptı. Lex Bundesliga adına baskı oluşturulduğundan şikâyet etti. Yani “Yasa,”  yani ligin/futbolun kanun kuvvetinde, her şeyin üzerinde bir güç olması…

Ne var ki bir başka SPD’li, Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı Pistorius, tam da “ekmek ve oyunlar” anlayışını temsilen konuştu: Ligin başlaması, “böyle bir zamanda taraftarlara Cumartesi öğleden sonralarını daha katlanılır hale getirecek” idi! Borussia Dortmund başkanı Watzke de “milyonlarca taraftarın oturma odasına biraz yaşama sevinci getirmek”ten söz etti.

Küçük ve taban dinamiği canlı kulüplerden Union Berlin’in başkanı Dirk Zingler, Mart ortasından beri üç kere taraftarlarla online görüşerek eleştirileri cevaplarken, “bekamız söz konusu” diyerek onları hayalet maçlar ligine ikna etmeye çabalıyor.

Bütün kulüpler, hayalet maçlar için alınmış tek biletlerin bedellerini veya kombine biletlerden o maçlara düşen payı ödemeye hazır olduklarını açıkladılar. Ama taraftarları, kulübün çıkarı için bu iadeleri almamaya davet ediyorlar. Veya salgınla ilgili yardım kampanyalarına bağışlamaya çağırıyorlar. Schalke 04 gayet radikal, dört seçenek sunuyor: İade bedelini gelecek sezon kombinesine aktarmak; kulüp dükkânından alışveriş kuponuna çevirmek; iadeden imtina etmek (karşılığında özel bir forma); bedeli tamamen bağışlamak.

1988’den beri faaliyet gösteren, kulübün 2006’da statta bir yer verdiği ve işbirliği yaptığı Borussia Mönchengladbachlı taraftar grubu “Fanprojekt,” hayalet maçlar için bir destek projesi geliştirdi. Taraftar, 19 Avro karşılığında, kendi fotoğrafını bir kartondan mankenin yüz yerine bastırtabilecek, mankeni maçta tribüne yerleştirecekler, böylece hem tribünde taraftar var gibi görünecek, hem kamera zoom yapınca kendilerini görecekler, hem kulübe destek verilmiş olacak! Şehirde baskı-grafik işleri yapan iki küçük işletmeye de iş verilmiş olacak. Kartondan taraftar projesi, 25 Nisan itibariyle 8 bine ulaşmıştı.

“Profesyonel futbol zaten hastaydı”

Taraftar platformlarıyla etkileşimi iyi olan kulüplerin, bir de çok zor durumda olan kulüplerin, taraftarlarının “anlayış gösterme” bütçesinden daha fazla pay aldığı anlaşılıyor.

Bir yanda “taraftarsız, seyircisiz futbol olmaz” düsturu var, diğer yanda, “takım olmazsa taraftar da olmaz” hesabı. Takımın varoluşu söz konusuysa, taraftarların bağrına taş basacağı beklentisi, ayrıca futbolu özleme faktörünün her şeyi ezip geçeceği hesabı, tutmuş görünüyor. Taraftarlar arasında yapılan 1350 kişilik bir ankette, hayalet maçlarla da olsa ligin başlatılması kararına rıza oranı  % 74 çıkmış.

Eleştirel bir taraftar platformu olan “Pro Fans“ın (“Taraftarlardan Yana”) sözcüsü Sig Zelt mesela, beklenmedik derecede yumuşak bir tutum almış: “Taraftar ortamında geniş ölçüde anlayışlı bir yaklaşım hakim, çünkü birçok kulüp için bıçak kemiğe dayandı, diyor.” Futbol yönetiminin bu krizden ders çıkarması ve kendini değiştirmesi gerektiğini ekleyerek.

Hayalet maçlı lige “noolur birazcık normallik!” diye rıza gösterenlere karşı, “bu normal falan değil!” ikazında bulunanlar, seslerini kısmıyorlar. Lige hayalet maçlarla devam kararını protesto için tweet atanlardan biri, kulüplerin tavrının “Oynamamızı kesinlikle istemeyen taraftarlarımız için oynayacağız” demek anlamına geldiğini yazmış. Bir başkası, “Deney hayvanlarının laboratuvarlardan bildiği koşullarda futbol” diye tanımlamış hayalet maçı. Bir futbolsever, “Ben oynamıyorum” diyecek ilk profesyoneli bağrına basacağını söylemiş.

En önemlisi, Almanya’daki “Ultra” taraftar gruplarının platformunun protestosu. Ultralar, ligin seyircisiz devam ettirilmesini “kabul edilemez” bulduklarını açıkladılar. Onlara göre bu karar, “Toplumla ve bilhassa Corona kriziyle mücadelede çaba gösterenlerle, sorumluluk üstlenenlerle alay etmek” anlamına geliyor. Devam kararının, söylendiği gibi “sektörden ekmek yiyen” 60.000’e yakın insanın değil “büyük kârlar elde eden küçük bir zümrenin” çıkarını korumak için alındığı kanısındalar. Sağlam bir tespitle noktalıyorlar protestolarını: “Profesyonel futbol zaten çoktandır ağır hastadır ve karantinada tutulmaya devam etmesi gerekiyor.”

Dönüm noktası?

Bundesliga’nın oligarşik kulüpleri, başta uzak ara Bayern Münih, “varlığını ulusal lige borçlu olma” dediğimiz nosyonu hâlâ az buçuk taşıyorlar. Pansumanlık da olsa, daha dengeli, daha “eşitlikçi” bir lig talebi en azından dillendirilebiliyor. Ancak Bundesliga’nın “reformistleri,” futbolun global bir olgu olduğunu, tasarlanan değişikliklerin “global” bir engele takılabileceğini hatırlatma gereği duyuyorlar yere bakarak.

Oligarşik ve neoliberal global futbol rejiminin çatı örgütü FİFA’nın başkanı Gianni Infantino’nun “bile” futbolun dönüm noktasında olduğunu söylemesine aldanmamalı, nitekim. Infantino Mart’ın son haftasında, bu krizden ders alarak belki futbol takvimini ferahlatmak, daha az sayıda ama “daha ilginç” turnuvalar tasarlamak gerekeceğini söylemişti. O öyle derse, kudretli “büyük” kulüplerin yer alacağı seçkin turnuvalarla, fakrü zarurete terk edilmiş “küçük” takımlar ve “yerel” ligler arasındaki uçurumun iyice derinleşmesi ihtimali gelir benim aklıma. Futbolun dijital ve tele-seyirlik boyutunun alabildiğine güçlenmesi ihtimali gelir.

Başka her konuda sorduğumuz sorular, aynı kuşkular, kaygılar… “Eskisi gibi olmayacak”ın başka her alanda tartıştığımız aynı iki yüzü!

Meraklısı için, bu konuda “yerel” bir tartışma...