“Sarmaşık” isimli öyküsü çizgi roman olan Yekta Kopan: “Çizgi romandaki anlatıcı karakterimizin yüzleşmesi, kimi zaman sevgi-sevgisizlik ekseninde, kimi zaman mutluluk-mutsuzluk ekseninde ilerliyor ve bütün bu genellemeler, Levent’le benim içinde bulunduğumuz kuşağın anılarına bir yerlerde değiyor. Ama buna ‘kabullenme’ değil de, ‘hesaplaşma’ demeyi tercih ederim.”
15 Ekim 2020 06:34
Yekta Kopan’ın 2009 yılında yayınladığı Bir Baktım Yoksun isimli kitabının ilk öyküsü olan ‘Sarmaşık’, çizgi roman oldu. Yekta Kopan’ın metnini başka bir boyuta taşıyan, ilkokuldan beri yakın arkadaşı olan Levent Gönenç. Yazar Yekta Kopan ve Sarmaşık’ın fikir babası Levent Gönenç birlikte yarattıkları kitabın hikâyesini ve dostluklarını ayrı ayrı anlattılar.
Sarmaşık kaç yıllık bir çalışmanın ürünü? Kitabın bu dönemde çıkarmasının özel bir nedeni var mı?
Öykünün yayımlanış tarihi 2009. Öncesinde yazılması için geçen süre de var elbette. Bu öyküden bir çizgi roman yapmak fikri Levent’ten geldi. O ilk konuşmadan bu yana da 7-8 yıl geçti. Hatta bir ara ‘bu kitap olmayacak’ diye düşünmeye başlamıştım. Bu süre içinde Levent, öykünün çizgi romana nasıl bir dille taşınacağı konusunda çok çalıştı. Senaryoyu tamamlamak, karakterlerin oluşumu, sahneler, mekânlar için fotoğraf çekimleri falan… Bütün bunlar çözüldükten sonra, bir yıla yayılan çizim süreci başladı. Kitabın bu yıl ve tam da bu dönemde yayımlanmasının ise simgesel bir karşılığı oldu. İlk kitabımın yayımlanışının üstünden tam 20 yıl geçti. Can Yayınları’ndaki 20’nci yılım. Ayrıca dünyanın içinden geçtiği dönemde, yıllardır hayalini kurduğumuz çizgi romanı elimize almanın verdiği mutluluk da çok değerli.
Çizer Levent Bey’le ilkokuldan beri arkadaşsınız, aileniz de zaman içinde dost olmuşlar. Babalarınızın ortak noktasının çocuklarını sarılarak sevmemesi olduğunu söylüyorsunuz. Sarmaşık, babayı ve yaşanan süreci yaşa göre anlayıp kabullenme öyküsü mü?
Sarmaşık, kurmaca bir metin. Benim Bir de Baktım Yoksun adlı kitabımın ilk öyküsü. Elbette kendi hayatımdan yansımalar vardır ama bir kez daha altını çizerek söyleyeyim, bu otobiyografik bir öykü değil. ‘Çocuklarını sarılarak sevemeyen babalar’ bir genelleme. Sadece Levent ve benimle ilgili değil, bir kuşağın baba-oğul ilişkisinin genellemesi. Çizgi romandaki anlatıcı karakterimizin yüzleşmesi, kimi zaman sevgi-sevgisizlik ekseninde, kimi zaman mutluluk-mutsuzluk ekseninde ilerliyor ve bütün bu genellemeler, Levent’le benim içinde bulunduğumuz kuşağın anılarına bir yerlerde değiyor diye düşünüyorum. Ama buna ‘kabullenme’ değil de, ‘hesaplaşma’ demeyi tercih ederim. Yüzleşme ve hesaplaşma…
Çizgi romanın bir sahnesinde baba, oğluna şöyle diyor: “Yazacaksan roman yaz, kimse hikâye okumuyor.” Bu söz çok dikkatimi çekti. ‘Sarmaşık’ın içinde yer aldığı Bir Baktım Yoksun iki önemli öykü ödülünün sahibi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu öykünün ironik bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Levent de çizgileriyle bu ironiyi yakaladı ve hatta daha yukarı taşıdı. Öyküdeki babanın ‘Kimse hikâye okumuyor’ yargısı da bu ironi çerçevesinde değerlendirilmeli elbette. Aslında şunu söylemeliyim; ‘öykü mü-roman mı’ tartışması beni hep rahatsız etmiştir. Bu karşılaştırmanın neden yapıldığını ya da buradan nasıl bir sonuç elde edilmeye çalışıldığını bile anlamam çoğu zaman. Bunu zaman zaman Levent’le de çok konuşmuşuzdur. İkimiz de öykü okumayı çok severiz ve okuma sohbetlerimizde hiçbir zaman böyle bir mukayeseye girmedik. Öyküde babanın ağzından böyle bir yorum cümlesi duymak, ikimizi de gülümsetiyor.
Levent Gönenç’le dostluğunuzu anlatır mısınız?
1974 yılında başlamış ve araya mesafeler girse de kesintiye uğramamış bir dostluk bizimki. Sürekliliğini üretimden ve bu üretimleri paylaşmaktan aldı hep. 20 yıldır Levent bütün kitaplarımın, ilk ve en acımasız okuru oldu. Bir kitabı bitirir bitirmez ona yollarım ve neler diyeceğini merakla beklerim. Aynı şekilde Levent de üretimlerini ilk olarak benimle paylaşır ve söyllediklerime değer verir. Şimdi böyle söyleyince çok teknik bir iletişim gibi görünüyor ama hayatımızdan eksik etmediğimiz en önemli şey ‘kahkaha’ oldu. En dertli anlarımızda bile ortak bir kahkaha alanı yaratmayı ve oraya sığınmayı başardık. Bunca yıl birlikte üretebilmek çok değerli bizim için. Sarmaşık öyküsünün, bir çizgi romana dönüşmesi kadar, bunun oluşum süreci de önemliydi. Aylar boyunca konuştuk, tartıştık, düştük, kalktık ve sonunda kitabımıza kavuştuk. Üstelik daha şimdiden yeni neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık bile.
Hayatta kaybetme korkusu ne zaman biter ya da biter mi sizce?
Bu sorunuza ancak kendimden bir cevap verebilirim, bunun ötesinde bir genellemeye gitmek haddimi aşar. Ben buna ‘kaybetme korkusu’ demem. Çünkü kendi davranışlarımda bu korkunun belirleyici olmasına hiçbir yaşımda izin vermedim. Ama kaybetmenin de ihtimaller dahilinde olduğunu aklımdan çıkarmam. Aslında bir iş yaparken ya da bir kitap yazarken kafamda kaybetmek olmadığı gibi, kazanmak da yoktur. Kâr-zarar hesabı yaparak yaşayan biri değilim. Benim için önemli olan, o işin yapılmasındaki süreçtir. Bu süreçlerden yeni şeyler öğrenerek ilerlemeye ve üretmeye çalışıyorum.
‘Sarmaşık’ı çizgi roman yapmak sizin fikrinizmiş. Böyle bir çalışmaya başlamak nereden aklınıza geldi? Sizi hikâyede etkileyen neydi?
Yekta’nın sadık bir okuru oldum her zaman; her öyküsünün, her romanının bende ayrı bir yeri var. “Sarmaşık” ise apayrı; “Sarmaşık” çok samimi bir öykü. Baba ve oğulun ayrı ayrı geçmişlerini temize çekme gayreti, kıyasıya bir hesaplaşma ve nihayetinde gerçek ile düş arasında bir yerde sulh olmaları. Derin ya da yüzeysel, olumlu ya da olumsuz her oğulun babasıyla kapanmamış bir hesabı vardır herhalde ancak bununla yüzleşmek kolay değildir. Yekta bir yazar olarak ama her şeyden önce bir oğul olarak ‘Sarmaşık’ta bu zor işi başarmıştı; en cesur ve en saf haliyle...
Kitabın yayımlanışı salgın sürecine denk geldi. Yeterince bir araya gelebildiniz mi? Sizi en çok zorlayan ne oldu?
Kitabın yayımlanışı pandemi sürecine denk geldi ama kitabın hazırlıkları çok öncesinde başladı. Önce fikri hazırlık, sonra ön çalışmalar ve çizgi araştırmaları ve nihayet çizim aşaması. Altı-yedi yıllık bir mesele. Tüm bu süreçte Yekta'yla Sarmaşık fikrini zaman zaman rafa kaldırdık, zaman zaman ihya ettik ama hep birbirimizi yokladık. Aslında, belki bir araya gelsek de pek bir şey değişmeyecekti çünkü o kadar uzun yıllara dayanan bir fikir kardeşliğimiz var ki, uzaktan uzağa, görmeden, hatta konuşmadan aynı noktada buluşabiliyoruz.
Bu çizgi romanın görsel dünyasını nasıl oluşturdunuz? Bir öyküden çizgi roman uyarlaması yaparken nelere dikkat edilmeli sizce ya da siz ne gibi zorluklarla başa çıkmak zorunda kaldınız?
Doğrusunu söylemek gerekirse ‘Sarmaşık’ı çizgi romana uyarlamak kolay olmadı. Öncelikle genel olarak bir edebiyat eserini çizgi romana uyarlamanın zorlukları var. Bir edebiyat uyarlaması illüstrasyon mantığıyla çizilmemeli. Yazarın yazıyla anlattıklarını çizgiyle tekrarlamanın bir anlamı yok. Çizgi yazıya farklı bir yorum katmalı, yeni bir boyut eklemeli. Bunun yanında ‘Sarmaşık’ın kendine özgü bazı özellikleri de işimi biraz zorlaştırdı: Birincisi, öykü çok yoğun duygusal betimlemelerin olduğu bir öykü; Yekta bu duyguları mahirane bir yazım tekniğiyle okuyucuya aktarıyor. Bu duygusal atmosferi, yoğunluğunu muhafaza ederek, çizgi roman ortamında inşa etmem gerekiyordu. İkincisi, ‘Sarmaşık’ ağırlıklı olarak tek bir mekânda geçen, bol diyalogla örülmüş bir öykü. Bu, çizgi roman açısından bir dezavantaj çünkü ‘aksiyon’ sınırlı. Bir yerden sonra aynı mekân, aynı karakterler ve bol yazı çizgi roman okuyucusu için sıkıcı olabilir. Bu zorlukların üstesinden gelmek için öncelikle tüm öykü boyunca ‘dinamik bir kamera’ kullandım; baba ve oğulu farklı açılardan, farklı duygu ortamlarında resmetmeye gayret ettim. İkincisi, geri dönüşlerle öykünün ritmini hızlandırdım ve son olarak özellikle çağdaş grafik roman çalışmalarında kullanılan farklı ve yenilikçi görsel anlatım tekniklerine yaslandım. Hatta yeri geldiğinde kendim birtakım teknikler geliştirmeyi denedim.
Türkiye'de çizgi roman okurluğu ne durumda?
Hem dünyada hem Türkiye'de çizgi roman kavramının içeriği, sunuluş biçimi ve okur kitlesi değişiyor. Bugün ‘grafik roman’ olarak adlandırılan bir ‘yaklaşım’ yükselişte. Ben bunu ‘tür’ olarak değil, ‘yaklaşım’ olarak nitelendirmeyi tercih ediyorum: İnsana dair, çoğunlukla hacimli ve oylumlu tek bir ciltte toplanan, yetişkinlere yönelik hikâyeler. Son yıllarda bu türün iyi örnekleri Türkçeye çevrilerek yayımlandı ve bildiğim kadarıyla sınırlı da olsa sadık bir okur kitlesi tarafından ilgiyle karşılandı. Yerli çizerler de bu yaklaşımla işler üretiyorlar ancak daha yolun başında olduğumuzu söylemem gerek. Çünkü grafik roman üretmek uzun ve zahmetli bir iş ve bir çizerin sadece grafik romandan aldığı telif ücretiyle hayatını idame ettirmesi mümkün değil.
Yekta Bey’le dostluğunuzu siz nasıl tanımlarsınız? Hayatınızdaki yeri ne?
Zor bir soru. Bir dostluk nasıl tanımlanabilir ki? Belki şunları söyleyebilirim: Sabahat Öğretmenin bizi ilkokulda aynı sıraya oturtmasıyla başladı dostluğumuz; iki meraklı çocuktuk, her şeyi merak ediyorduk ve keşfettikçe heyecanlanıyorduk. İlgi alanlarımız zaman zaman keşişti, zaman zaman ayrıştı ama hep bitişik oldu. Öğrendiklerimizi birbirimize öğrettik. Sadece biyolojik anlamda değil, entelektüel anlamda da birlikte büyüdük. Bu anlamda sanırım Yekta için şu tanımlamayı yapabilirim: O benim ‘fikir yoldaşım’.
Yekta Bey’le birlikte müzik geçmişiniz de var. Hikâyesi nedir?
Bu hakikaten çok uzun bir hikâye. Aslında birlikte müzik yapmak da yukarıda değindiğim fikir yoldaşlığının bir parçası; merak etmek, keşfetmek ve keşfettiğini paylaşarak büyütmek... Birlikte müzik yaptığımız yıllardan geriye bize unutulmayacak anılar, sağlam dostluklar kaldı. Bugün bir araya gelip pek çalamıyoruz ama elimize gitarlarımızı aldığımızda aynı keyif ve heyecanla tellere dokunacağımızdan eminim.
•